8 Temmuz 2024 Pazartesi

ARAZİ GÜNLÜKLERİMDEN - 3

 

15.07.2015- Çarşamba; Büyükçekmece - Hisarbeyli- Ormanlı     

- Sabah 8.15’de kalktım. Ormanlı’ya (Çatalca) gidip gitmeme konusunda hâlâ kararsızdım. Sonunda gitmeye karar verdim.

Saat 10’da yola koyuldum. Avcılar’da bir zincir marketten bir şeyler almak için içeri girdim. Adamların malzeme sepetleri, leş gibi kirliydi. Çalışanlar o kadar vurdumduymazlardı ki, nasıl olsa aldırmazlar diye, söylemeye bile gerek görmedim. Birkaç parça bir şey alacaktım. Onlar için zaten sepete ihtiyaç yoktu. Laf aramızda, bu zincir marketin sahibine, iktidar partisinden milletvekili olduktan sonra “Allah “Yürü ya kulum!” demiş, o da bu fırsatı kaçırmayıp Türkiye’nin en yüksek gökdelenini dikmişti.

Marketten sonra, Büyükçekmece-Mimar Sinan Köprüsü ve oradan Çatalca yoluna devam ettim. Çatalca Yolu E-5’e göre ara yol sayılırdı. 60-70 ile gidiyordum. Acelem yoktu, geziyordum…

Camı açtım, bir zamanlar bu davranışlarını karikatürize ettiğimiz taksi şoförleri gibi kolumun dirsekten aşağısını camdan dışarı sarkıttım. Hatta ve hatta ben taksicileri bile geçmiştim. Çünkü “Radyo Voyage”da dinlediğim müziğe, bir yandan da dışarı sarkıttığım elimle arabanın kapısına vurarak, tempo bile tutuyordum.

Yol boyunca, masmavi bir gökyüzü ve bu maviliklerin içine sanki özenle yerleştirilmiş gibi duran,  havada asılı pamuk yığınları hissi veren beyaz bulutlar, keyfimi daha da arttırıyordu.

“Beni, Yedikule’deki evimden 120 km mesafedeki bu yola, bu güzergâha getiren nedir” diye arada bir kendime sorduğumda, pek cevabını bulamazdım. Fakat bu defa cevabını biliyorum: Varmak değil, yolda olmaktı benim sevdiğim, istediğim, bana keyif veren…

Temmuz ayının sıcağını serinliğe dönüştüren, açık camdan gelen hafif rüzgâr; gözlerime bayram yaptıran mavi gökyüzü ile beyaz bulut öbekleri birlikteliği; “Radyo Voyage”dan beni başka diyarlara götüren, hayal dünyamı genişleten dünya müzikleri; bu yolculuk hiç bitmesin dedirtiyordu bana sanki…

Bu ahenk, gökyüzünün bu görsel zenginliği bitmeden Hisarbeyli Kuş Gözlem Kulesi yerine geldim. Burada bir saat kadar kaldım.

Hisarbeyli’den Ormanlı yönüne gittim. Ormanlı sapağından sonraki ilk köprünün sağından toprak yoldan girdim. Bu yolun devamı, sulak alanda bir set oluşturarak Ormanlı Kuş Gözlem Kulesi yakınına çıkıyordu.

Yolun diğer tarafından çıkıp, Ormanlı Kuş Gözlem yerine gittim. Kulenin dibinde gölgelik bir yere oturdum. Yanımda getirdiğim ayran ve bisküviyi bir yandan yiyor, bir yandan da Atlas Dergisi-Altaylar sayısını okuyordum. Kenara koyduğum makinamla da, bir şey görürsem çekiyordum. Burası da, bana göre, benim için cennetten bir köşe idi. Burada geçirdiğim 1,5 saat, müthiş bir iç huzuru ve iyimserlik duygusuyla doldum.

Saat 18’de evdeydim.

12.09.2015- C.ertesi; Kırklareli - İğneada   

Sabah erkenden İstanbul’dan yola çıktım. Kırklareli’ndeki ahbaplarımı alacak, birlikte bir İğneada gezisi yaptıktan sonra, onları evlerine bırakacak ve aynı akşam İstanbul’a dönecektim. Her şey planladığımız gibi oldu. Biz öğleye doğru İğneada’da olduk. Gezimiz iyi geçiyordu. Biraz dolaştıktan sonra Liman yakınında bir çay molası verdik. Arkadaşımın hanımı ve kızı çay bahçesinde otururken, biz arabayla limanı dolaşıp fotoğraf çekmek için kısa bir süreliğine ayrıldık.

Limanda giderken, yola ağlarını serip tamir eden balıkçıları görüp, durduk. Niyetimiz yolu ağlar kapattığı için dönmekti. Ama önce balıkçıların yanına uğrayıp sohbet edelim, dedik. Önce arkadaşım yaklaştı, yakın plandan balıkçıları çekmeye çalıştı. Şaka yollu, balıkçının birisine “Valla profesyonel manken gibisiniz, hiç bozuntuya vermiyorsunuz” diye takılınca, “bir dokun bin ah işit” misali adam dert yanmaya başladı. Canının sıkıldığını, AKP ve RTE yüzünden televizyon bile seyredemez olduklarını, söyleyip, AKP-PKK işbirliğini, AKP’nin göz boyama siyasetini eleştirdi. Diğer balıkçılar ve biz de aynı düşünceleri paylaştığımız için bir anda dertlerimizi paylaştığımız güzel bir sohbet ortamında bulduk kendimizi. Daha sonra iki genç de bizi onaylar bir şekilde gruba katıldılar. Ben ayrılırken onlara, kuş fotoğrafı için yer sordum. Limanın yanındaki kıyı alanı ve Mert gölünü tarif ettiler. Kuşlar Aralık’ta oluyormuş. Teşekkür edip ayrıldık.

Tekrar çay bahçesine dönüp, bu defa hep birlikte Mert gölü etrafında tur attık. Ardından İğneada’dan ayrılarak, yönümüzü Demirköy’ün Kırklareli çıkışı yönündeki “Bonanza’nın Yeri” balık lokantasına çevirdik. Demirköylü bir ahbabımız, burasının kiremitte/fırında alabalık güveçlerinin iyi olduğunu söylemişti. Hava serinledi, yağmur çiseliyordu. Alabalık; kaşarlı ve mantarlı fırında 20 lira, yağda kızartma 12,5 lira idi. Biz fırında alabalık için siparişimizi verip bahçedeki, dere yanında bulunan çardağa geçtik. Garsonluk yapan lise öğrencisi delikanlı, ortaya kocaman bir tabakta, domates, biber, soğan, kırmızılahana ve mısır, üzerine de limon ve zeytinyağı ilave edilmiş salatamızı getirdi. Biz balığı beklerken dayanamayıp, önce ekmeğimizi suyuna bandık sonra da salatanın kendisine giriştik. Harika bir salataydı. Neyse, güveçte balıklar geldi. Salata tekrar sipariş edildi. Kaşarlı ve mantarlı alabalık öyle-böyle değil, harikaydı. Büyük bir coşku ve neşe ile balıklarımızı yedik, sohbetimizi yaptık.

Dönüşe geçtiğimizde saat 19’du. 20.30’da Kırklareli’nde evde olduk. Sohbete 21’e kadar devam ettikten sonra ben ayrıldım. Çok güzel ve unutulmaz böyle bir gün için kendilerine teşekkür ettim. Dönüş yolunda hızlı gittim. 21.15 yola çıkış, 23.15 eve varış. Yani 2 saatte evdeydim. İstanbul-Kırklareli-İğneada gidiş dönüş toplam 600 km. tutmuştu.

02.01.2017- Pazartesi; Ormanlı - Bahşayiş - Eskice Çiftliği Yolu  

- Sabah 07.45’de evden çıktım. 8.20’de güneş doğarken Bahşayiş’e geldim ve ardından Ormanlı’ya devam ettim. Keyfim yerindeydi. Kendimi iyi hissediyordum. Radyo Slow Time’ı dinleyerek aşağı yukarı 10’da Ormanlı’ya ulaştım. Seddede yol delik deşikti. Ama her taraf buz tuttuğu için fazla çamur yoktu. Bir yandan da, acaba yağan karın etkisiyle Terkos’daki  su seviyesi yükselmiş midir diye merak ediyordum.  Maalesef burada da Bahşayiş’de olduğu gibi fazla bir su birikmemişti. Oysa Dağyenice’yi geçip Ormanlı’ya ilerlediğimde bir karışlık kar vardı yolda. Aynı durumu Ormanlı’da göremedim. 11’e doğru dönüşe geçtim.

Tekrar Bahşayiş’e geldim. Yol balçık çamur olmuştu. Buradan, Eskice Çiftliği Yolu’na devam ettim. Yolun sonu, adeta saklı bir cennet gibi, güzel bir koya çıkıyordu. Çiftlik yoluna girdiğimde, koya inen 50-100 metre uzunluğundaki hafif yokuşun, şimdiye kadar hiç balçık-çamur olmadığını, biliyordum. Ancak araba ile ikinci çiftliği de geçip, yokuşun başına geldiğimde, hem çamurlu ortamı hem de traktörün derinleştirdiği çukurları gördüm. Burada böyle ise, 5-10 metre sonra daha meyilli yokuşta, çamur-balçık, daha fazladır diye endişelendim. Ama yapacak bir şey yoktu, bir defa yola girmiştim, manevra yapıp dönebileceğim bir alan yoktu. Yolun her iki tarafı; sürülmüş, yağmurdan pelte gibi olmuş tarlaydı.

“Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” misali, çamurlu-balçıklı yolda yokuş aşağı, kimi zaman kaya kaya, direksiyona hâkim olmaya çalışarak, yolun sonuna kadar gittim.

Balçık-çamurdan aşağı inmesi bile mesele olan bu yokuşu tekrar nasıl çıkacaktım? Oysa buraya, ördek vs. fotoğrafı çekmek için gelmiştim. Üstelik koyda Ördek vs. de vardı. Ama bir saniye bile beklemeden, hemen dönüşü denemeye karar verdim. Yokuşu çıkabileceğime pek aklım kesmiyordu. Arabayı çamura saplandığı yerde bırakır, çiftlikten (200 m. İleride) bir traktörle sonra çektiririm, diye, düşündüm. Bunları yaparken de ne hale gelebileceğimi gözümde canlandırıyordum: Araba çamur içinde, ben çamur içinde, bata çıka, traktör bulmak için balçıklı yollardayım…

Durum ümitsizdi, ama deneyecektim…

Arabanın yönünü, tekrar yukarı çıkmak üzere yolun başına getirdim. Bu bile bayağı zor oldu. Arabaya güç bela hâkim olabiliyordum.

Yokuşun başına 5-10 metre mesafedeki arabayı tekrar çalıştırdım. Yokuş yukarı gidiyor ve hızımı arttırıyordum. Yolun solundan ve sürülmüş tarladan kalan 30-40 santimlik nispeten sert bir zeminden sol tekerlek, balçık çamurun üzerinden de sağ tekerlek olacak şekilde, hiç hızımı kesmeden gidiyordum. Her metrede, kayan arabaya hâkim olabilmek için sürekli sağ-sol yapıp, arabayı yoldan çıkarmadan sürmeye devam ettim.

Nefes kesen anlardı benim için. Gittiğim her metre bir başarı hikâyesi gibi geliyordu bana. Gidiyordum, ama 1-2 saniye sonra ne olacağı meçhuldü. İşte tam bu sırada, aniden sol tarafta, yerden yarım metre yüksekliğindeki kocaman kaya blokunu kıl payı geçtiğimi fark edip, çok kötü bir kazadan kurtulduğum için sevindim. Artık bir “Indiana Jones” gibi ilerliyordum. Bir metre sonra ne olacağını, bir yere mi çarpacağımı, tarlanın içine mi yuvarlanacağımı, bilmiyordum.

Neyse, bu ralli çok şükür “iyi bir sonla” bitti. Ben de rahat bir nefes aldım. Bu badireyi gerçekten çok iyi atlatmıştım. B.çekmece’deki her zamanki Shell istasyonuna geldiğimde saat 13’dü. Orada, hemen 10 lira verip çamura bulanmış arabayı yıkattım.

27.07.2018- Cuma; Büyükçekmece - Eskice Çiftliği Yolu - Bahşayiş - Ormanlı 

Sabah 06’da evden çıktım. Büyükçekmece, Eskice Çiftliği Yolu, Bahşayiş ve Ormanlı’ya gittim. Eskice Çiftliği Yolu’nda Küçük Balaban, Büyük Kamışçın, Ormanlı’da Küçük Yeşil Ağaçkakan çektim.


Büyük Kamışçın

- Gezim genellikle iyi geçti. Uzun zamandan beri, ilk defa kuş dışında, başka şeyleri düşünüp, kadrajlama ve çekme isteği ve heyecanını duydum.

-Bahşayiş Köyü’ne gelip,  köşedeki kahveden sağ yola girince gördüğüm tablo karşısında şaşırdım. 100 metre kadar ilerde soldaki aydınlatma direklerinden, birbirini takip eden dört direğe, her direğe birer tane leylek konmuştu. Doğrusu, böyle peş peşe bir asker gibi dizilmeleri hiç beklemediğim bir şeydi. Herhalde ziyaretçi leylekleri ile tanınan Bahşayiş’i tanıtma amaçlı böyle bir plan yapmışlar, direklere leylek heykelleri yerleştirmişler, diye aklımdan geçirdim. Yaklaşmama rağmen leyleklerin kaçmamaları ve her birinin aynı yöne bakmaları/simetrik dizilmeleri/duruşları da böyle düşünmeme yol açmıştı. Biraz daha dikkatli bakınca bunların gerçek olduğunu anlayıp, kompozisyon bozulmadan çekmek için sakin bir şekilde makinamı leyleklere doğrulttum. Ama bulunduğum noktadan 100-400 mm lensin kadrajına, direkler sığmıyordu. Hemen, arabanın içinden bu ilginç görüntüyü cep telefonumla çekmeye çalıştım.







Leylek


Bu arada hayal meyal, “Beyefendi, beyefendi” diye bir kadının seslendiğini duydum. Bir yandan leylekleri çekmeye devam ederek “Efendim” dedim.

-Beyefendi ne yapıyorsunuz?

- Leylekler direklerin üzerinde arka arkaya dizilmişler. Bana ilginç geldi, onları çekiyorum. Bir sorun mu var?

- Buraya bazen olur olmaz insanlar geliyorlar. Ne yaptıkları belli değil. Bu nedenle soruyorum.

- Haklısınız. En doğrusunu yapıyorsunuz. Ben de birazdan ayrılacağım zaten.

Cep telefonumla birkaç poz çektim. Ama bu yeterli değildi. Canon 7 D II makinam ile daha iyi bir görüntüler alabilirdim. Arka arkaya dört aydınlatma direğini kadraja sığdırabilmek için arabadan çıkıp, 5-10 metre kadar geriye gittim ve böylece çekimlerimi tamamladım. Biraz sonra bu defa yolun öbür tarafındaki evden bir kadın çıktı, onunla da aynı muhabbet. Fazla kalmadan bir tur atıp, Ormanlı’ ya devam ettim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder