15.07.2015- Çarşamba; Büyükçekmece - Hisarbeyli- Ormanlı
- Sabah 8.15’de kalktım.
Ormanlı’ya (Çatalca) gidip gitmeme konusunda hâlâ kararsızdım. Sonunda gitmeye
karar verdim.
Saat 10’da yola koyuldum.
Avcılar’da bir zincir marketten bir şeyler almak için içeri girdim. Adamların
malzeme sepetleri, leş gibi kirliydi. Çalışanlar o kadar vurdumduymazlardı ki,
nasıl olsa aldırmazlar diye, söylemeye bile gerek görmedim. Birkaç parça bir
şey alacaktım. Onlar için zaten sepete ihtiyaç yoktu. Laf aramızda, bu zincir
marketin sahibine, iktidar partisinden milletvekili olduktan sonra “Allah “Yürü
ya kulum!” demiş, o da bu fırsatı kaçırmayıp Türkiye’nin en yüksek gökdelenini
dikmişti.
Marketten sonra,
Büyükçekmece-Mimar Sinan Köprüsü ve oradan Çatalca yoluna devam ettim. Çatalca
Yolu E-5’e göre ara yol sayılırdı. 60-70 ile gidiyordum. Acelem yoktu,
geziyordum…
Camı açtım, bir zamanlar bu
davranışlarını karikatürize ettiğimiz taksi şoförleri gibi kolumun dirsekten
aşağısını camdan dışarı sarkıttım. Hatta ve hatta ben taksicileri bile
geçmiştim. Çünkü “Radyo Voyage”da dinlediğim müziğe, bir yandan da dışarı
sarkıttığım elimle arabanın kapısına vurarak, tempo bile tutuyordum.
Yol boyunca, masmavi bir gökyüzü
ve bu maviliklerin içine sanki özenle yerleştirilmiş gibi duran, havada asılı pamuk yığınları hissi veren
beyaz bulutlar, keyfimi daha da arttırıyordu.
“Beni, Yedikule’deki evimden 120
km mesafedeki bu yola, bu güzergâha getiren nedir” diye arada bir kendime
sorduğumda, pek cevabını bulamazdım. Fakat bu defa cevabını biliyorum: Varmak
değil, yolda olmaktı benim sevdiğim, istediğim, bana keyif veren…
Temmuz ayının sıcağını serinliğe
dönüştüren, açık camdan gelen hafif rüzgâr; gözlerime bayram yaptıran mavi
gökyüzü ile beyaz bulut öbekleri birlikteliği; “Radyo Voyage”dan beni başka
diyarlara götüren, hayal dünyamı genişleten dünya müzikleri; bu yolculuk hiç bitmesin
dedirtiyordu bana sanki…
Bu ahenk, gökyüzünün bu görsel
zenginliği bitmeden Hisarbeyli Kuş Gözlem Kulesi yerine geldim. Burada bir saat
kadar kaldım.
Hisarbeyli’den Ormanlı yönüne
gittim. Ormanlı sapağından sonraki ilk köprünün sağından toprak yoldan girdim.
Bu yolun devamı, sulak alanda bir set oluşturarak Ormanlı Kuş Gözlem Kulesi
yakınına çıkıyordu.
Yolun diğer tarafından çıkıp,
Ormanlı Kuş Gözlem yerine gittim. Kulenin dibinde gölgelik bir yere oturdum.
Yanımda getirdiğim ayran ve bisküviyi bir yandan yiyor, bir yandan da Atlas
Dergisi-Altaylar sayısını okuyordum. Kenara koyduğum makinamla da, bir şey
görürsem çekiyordum. Burası da, bana göre, benim için cennetten bir köşe idi.
Burada geçirdiğim 1,5 saat, müthiş bir iç huzuru ve iyimserlik duygusuyla
doldum.
Saat 18’de evdeydim.
12.09.2015- C.ertesi; Kırklareli - İğneada
Sabah erkenden İstanbul’dan yola
çıktım. Kırklareli’ndeki ahbaplarımı alacak, birlikte bir İğneada gezisi
yaptıktan sonra, onları evlerine bırakacak ve aynı akşam İstanbul’a dönecektim.
Her şey planladığımız gibi oldu. Biz öğleye doğru İğneada’da olduk. Gezimiz iyi
geçiyordu. Biraz dolaştıktan sonra Liman yakınında bir çay molası verdik.
Arkadaşımın hanımı ve kızı çay bahçesinde otururken, biz arabayla limanı
dolaşıp fotoğraf çekmek için kısa bir süreliğine ayrıldık.
Limanda giderken, yola ağlarını
serip tamir eden balıkçıları görüp, durduk. Niyetimiz yolu ağlar kapattığı için
dönmekti. Ama önce balıkçıların yanına uğrayıp sohbet edelim, dedik. Önce
arkadaşım yaklaştı, yakın plandan balıkçıları çekmeye çalıştı. Şaka yollu,
balıkçının birisine “Valla profesyonel manken gibisiniz, hiç bozuntuya
vermiyorsunuz” diye takılınca, “bir dokun bin ah işit” misali adam dert yanmaya
başladı. Canının sıkıldığını, AKP ve RTE yüzünden televizyon bile seyredemez
olduklarını, söyleyip, AKP-PKK işbirliğini, AKP’nin göz boyama siyasetini eleştirdi.
Diğer balıkçılar ve biz de aynı düşünceleri paylaştığımız için bir anda
dertlerimizi paylaştığımız güzel bir sohbet ortamında bulduk kendimizi. Daha
sonra iki genç de bizi onaylar bir şekilde gruba katıldılar. Ben ayrılırken
onlara, kuş fotoğrafı için yer sordum. Limanın yanındaki kıyı alanı ve Mert
gölünü tarif ettiler. Kuşlar Aralık’ta oluyormuş. Teşekkür edip ayrıldık.
Tekrar çay bahçesine dönüp, bu
defa hep birlikte Mert gölü etrafında tur attık. Ardından İğneada’dan
ayrılarak, yönümüzü Demirköy’ün Kırklareli çıkışı yönündeki “Bonanza’nın Yeri”
balık lokantasına çevirdik. Demirköylü bir ahbabımız, burasının
kiremitte/fırında alabalık güveçlerinin iyi olduğunu söylemişti. Hava
serinledi, yağmur çiseliyordu. Alabalık; kaşarlı ve mantarlı fırında 20 lira,
yağda kızartma 12,5 lira idi. Biz fırında alabalık için siparişimizi verip
bahçedeki, dere yanında bulunan çardağa geçtik. Garsonluk yapan lise öğrencisi
delikanlı, ortaya kocaman bir tabakta, domates, biber, soğan, kırmızılahana ve
mısır, üzerine de limon ve zeytinyağı ilave edilmiş salatamızı getirdi. Biz
balığı beklerken dayanamayıp, önce ekmeğimizi suyuna bandık sonra da salatanın kendisine giriştik. Harika
bir salataydı. Neyse, güveçte balıklar geldi. Salata tekrar sipariş edildi.
Kaşarlı ve mantarlı alabalık öyle-böyle değil, harikaydı. Büyük bir coşku ve
neşe ile balıklarımızı yedik, sohbetimizi yaptık.
Dönüşe geçtiğimizde saat 19’du. 20.30’da Kırklareli’nde evde olduk. Sohbete 21’e kadar devam ettikten sonra ben ayrıldım. Çok güzel ve unutulmaz böyle bir gün için kendilerine teşekkür ettim. Dönüş yolunda hızlı gittim. 21.15 yola çıkış, 23.15 eve varış. Yani 2 saatte evdeydim. İstanbul-Kırklareli-İğneada gidiş dönüş toplam 600 km. tutmuştu.
02.01.2017- Pazartesi; Ormanlı - Bahşayiş - Eskice Çiftliği Yolu
- Sabah 07.45’de evden çıktım.
8.20’de güneş doğarken Bahşayiş’e geldim ve ardından Ormanlı’ya devam ettim.
Keyfim yerindeydi. Kendimi iyi hissediyordum. Radyo Slow Time’ı dinleyerek
aşağı yukarı 10’da Ormanlı’ya ulaştım. Seddede yol delik deşikti. Ama her taraf
buz tuttuğu için fazla çamur yoktu. Bir yandan da, acaba yağan karın etkisiyle
Terkos’daki su seviyesi yükselmiş midir
diye merak ediyordum. Maalesef burada da
Bahşayiş’de olduğu gibi fazla bir su birikmemişti. Oysa Dağyenice’yi geçip
Ormanlı’ya ilerlediğimde bir karışlık kar vardı yolda. Aynı durumu Ormanlı’da
göremedim. 11’e doğru dönüşe geçtim.
Tekrar Bahşayiş’e geldim. Yol
balçık çamur olmuştu. Buradan, Eskice Çiftliği Yolu’na devam ettim. Yolun sonu,
adeta saklı bir cennet gibi, güzel bir koya çıkıyordu. Çiftlik yoluna
girdiğimde, koya inen 50-100 metre uzunluğundaki hafif yokuşun, şimdiye kadar
hiç balçık-çamur olmadığını, biliyordum. Ancak araba ile ikinci çiftliği de
geçip, yokuşun başına geldiğimde, hem çamurlu ortamı hem de traktörün
derinleştirdiği çukurları gördüm. Burada böyle ise, 5-10 metre sonra daha
meyilli yokuşta, çamur-balçık, daha fazladır diye endişelendim. Ama yapacak bir
şey yoktu, bir defa yola girmiştim, manevra yapıp dönebileceğim bir alan yoktu.
Yolun her iki tarafı; sürülmüş, yağmurdan pelte gibi olmuş tarlaydı.
“Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” misali, çamurlu-balçıklı yolda yokuş aşağı, kimi zaman kaya kaya, direksiyona hâkim olmaya çalışarak, yolun sonuna kadar gittim.
Balçık-çamurdan aşağı inmesi bile
mesele olan bu yokuşu tekrar nasıl çıkacaktım? Oysa buraya, ördek vs. fotoğrafı
çekmek için gelmiştim. Üstelik koyda Ördek vs. de vardı. Ama bir saniye bile
beklemeden, hemen dönüşü denemeye karar verdim. Yokuşu çıkabileceğime pek aklım
kesmiyordu. Arabayı çamura saplandığı yerde bırakır, çiftlikten (200 m.
İleride) bir traktörle sonra çektiririm, diye, düşündüm. Bunları yaparken de ne
hale gelebileceğimi gözümde canlandırıyordum: Araba çamur içinde, ben çamur
içinde, bata çıka, traktör bulmak için balçıklı yollardayım…
Durum ümitsizdi, ama
deneyecektim…
Arabanın yönünü, tekrar yukarı
çıkmak üzere yolun başına getirdim. Bu bile bayağı zor oldu. Arabaya güç bela
hâkim olabiliyordum.
Yokuşun başına 5-10 metre
mesafedeki arabayı tekrar çalıştırdım. Yokuş yukarı gidiyor ve hızımı
arttırıyordum. Yolun solundan ve sürülmüş tarladan kalan 30-40 santimlik
nispeten sert bir zeminden sol tekerlek, balçık çamurun üzerinden de sağ
tekerlek olacak şekilde, hiç hızımı kesmeden gidiyordum. Her metrede, kayan
arabaya hâkim olabilmek için sürekli sağ-sol yapıp, arabayı yoldan çıkarmadan
sürmeye devam ettim.
Nefes kesen anlardı benim için.
Gittiğim her metre bir başarı hikâyesi gibi geliyordu bana. Gidiyordum, ama 1-2
saniye sonra ne olacağı meçhuldü. İşte tam bu sırada, aniden sol tarafta,
yerden yarım metre yüksekliğindeki kocaman kaya blokunu kıl payı geçtiğimi fark
edip, çok kötü bir kazadan kurtulduğum için sevindim. Artık bir
“Indiana Jones” gibi ilerliyordum. Bir metre sonra ne olacağını, bir yere mi
çarpacağımı, tarlanın içine mi yuvarlanacağımı, bilmiyordum.
Neyse, bu ralli çok şükür “iyi
bir sonla” bitti. Ben de rahat bir nefes aldım. Bu badireyi gerçekten çok iyi
atlatmıştım. B.çekmece’deki her zamanki Shell istasyonuna geldiğimde saat
13’dü. Orada, hemen 10 lira verip çamura bulanmış arabayı yıkattım.
27.07.2018- Cuma; Büyükçekmece - Eskice Çiftliği Yolu - Bahşayiş - Ormanlı
Sabah 06’da evden çıktım. Büyükçekmece, Eskice Çiftliği Yolu, Bahşayiş ve Ormanlı’ya gittim. Eskice Çiftliği Yolu’nda Küçük Balaban, Büyük Kamışçın, Ormanlı’da Küçük Yeşil Ağaçkakan çektim.
Büyük Kamışçın |
- Gezim genellikle iyi geçti.
Uzun zamandan beri, ilk defa kuş dışında, başka şeyleri düşünüp, kadrajlama ve
çekme isteği ve heyecanını duydum.
-Bahşayiş Köyü’ne gelip, köşedeki kahveden sağ yola girince gördüğüm tablo karşısında şaşırdım. 100 metre kadar ilerde soldaki aydınlatma direklerinden, birbirini takip eden dört direğe, her direğe birer tane leylek konmuştu. Doğrusu, böyle peş peşe bir asker gibi dizilmeleri hiç beklemediğim bir şeydi. Herhalde ziyaretçi leylekleri ile tanınan Bahşayiş’i tanıtma amaçlı böyle bir plan yapmışlar, direklere leylek heykelleri yerleştirmişler, diye aklımdan geçirdim. Yaklaşmama rağmen leyleklerin kaçmamaları ve her birinin aynı yöne bakmaları/simetrik dizilmeleri/duruşları da böyle düşünmeme yol açmıştı. Biraz daha dikkatli bakınca bunların gerçek olduğunu anlayıp, kompozisyon bozulmadan çekmek için sakin bir şekilde makinamı leyleklere doğrulttum. Ama bulunduğum noktadan 100-400 mm lensin kadrajına, direkler sığmıyordu. Hemen, arabanın içinden bu ilginç görüntüyü cep telefonumla çekmeye çalıştım.
Leylek |
-Beyefendi ne yapıyorsunuz?
- Leylekler direklerin üzerinde
arka arkaya dizilmişler. Bana ilginç geldi, onları çekiyorum. Bir sorun mu var?
- Buraya bazen olur olmaz
insanlar geliyorlar. Ne yaptıkları belli değil. Bu nedenle soruyorum.
- Haklısınız. En doğrusunu
yapıyorsunuz. Ben de birazdan ayrılacağım zaten.
Cep telefonumla birkaç poz
çektim. Ama bu yeterli değildi. Canon 7 D II makinam ile daha iyi bir
görüntüler alabilirdim. Arka arkaya dört aydınlatma direğini kadraja
sığdırabilmek için arabadan çıkıp, 5-10 metre kadar geriye gittim ve böylece
çekimlerimi tamamladım. Biraz sonra bu defa yolun öbür tarafındaki evden bir
kadın çıktı, onunla da aynı muhabbet. Fazla kalmadan bir tur atıp, Ormanlı’ ya
devam ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder