03.11.2023 - Cuma-İstanbul (VALİDEBAĞ KORUSU’NUN 5’Lİ ÇETESİ)
Bugün Validebağ Korusu’na, ikinci defadır geliyorum. Üç gün
önce, yani 31 Ekimdeki gelişimde çekemediğim Küçük Ağaçkakan’ı bugün bulma
ümidindeyim. Sağlık Bilimleri Validebağ Araştırma Parkı binasının oradan Koruya
giriş yaptım. Saat 8’di. Güneş yarım saat kadar önce doğmuş, ışıkları,
arazideki çiğlerin üzerinde ışıl ışıl parlıyordu.
Yürüdüğüm patika yolun ağaçlarla kaplı sol tarafı hafif bir
eğimle yükseliyordu. Sağ tarafım ise giderek alçalan düz bir kırlıktan sonra
nispeten çukurda kalan ağaçlık bir araziyle devam ediyordu.
Patika yoldan ilerlerken gözüm ağaçların dallarında, Küçük
Ağaçkakanı arıyordu. Kısa bir zamanda Mavi Baştankara, Büyük Baştankara,
Karabaşlı Ötleğen ve Çıvgın görüp, çekmiştim.
Havanın güzelliği, daha şimdiden beni etkilemiş, tüm günümü
burada, bu ortamda geçirme planımı yapmıştım.
Bu iyimser ruh hali ile dolu doluyken, ağaçkakanı bulurum ümidiyle
kolaçan ettiğim ağaçlar arasından 40’lı yaşlarında bir adam göründü. Elinde 1
metre kadar uzunluğunda, ağaç dalından bir sopa vardı. Biraz yaklaşınca selamlaştık. Önce o söze
başladı:
-Kuşları mı çekiyorsunuz? Biraz ileride elma ağacı vardı.
Oraya çok kuş geliyordu. Papağanları da gördüm. Buraya nasıl gelmişler?
-Küçük Ağaçkakan diye bir tür var. Onu arıyorum, görmeye
çalışıyorum. Dediğiniz gibi kuşlar meyveli ağaçları sevmekle beraber, yapraklar
ve bitkiler üzerindeki küçük böcekler ve bitlerle de beslenirler. Papağanlar
ise zamanında kafeslerinden kaçıp doğada çoğalmışlar, şimdi de ortalık papağandan
geçilmiyor. Bu tür gibi, çevreyi hemen benimseyip, hızla çoğalan ve çevrede
üstünlük kuran türlere “istilacı türler”
deniyor.
Karşımdaki, söylediklerimi başıyla onayladı ve sonra konuyu
değiştirerek,
-Hocam, yalnız siz bir yerden, kendinizi korumak için bir
sopa bulun. Ben biraz önce köpeklerin saldırısından güç bela kurtuldum. Benim
etrafımı hilal şeklinde sardılar. Allah’tan bir ağaca sırtımı verince, ne
olduysa artık sonra uzaklaştılar. Belki siz de duymuşsunuzdur, hemen biraz önce
herhalde yine birisini sıkıştırmış olacaklar ki, sürekli havlıyorlardı, dedi.
Bu şekilde bana yardımcı olmaya çalışan adam, büyük bir badireden, beladan kurtulmuş olmanın
huzurunu yaşıyordu besbelli. Koruyu terk edip gideceği, böylece saldırı
tehlikesinden kurtulacağı için belki de sevinçliydi. Tavsiyesi için teşekkür
edip ayrıldım.
Adamdan ayrıldıktan 50 metre kadar sonra dört yol ağzına
gelmiştim. Sola dönen yola girdim. Bu yoldan üç gün önce ilk geldiğim gün de
yürümüştüm. Patika toprak yol 200-300 metre kadar hafif bir eğimle sola doğru kıvrılarak
yükseliyor, çimler ve onun arkasındaki çam ağaçlarıyla kaplı geniş bir çayırlıkta,
düzlükte bitiyordu. Ben bu yolun ilk metrelerinde, sağ taraftaki ağaçlık alanda
biraz vakit geçirdim.
Yolda tanıştığım arkadaşın tavsiyesine uyarak, kendimi
köpeklerden koruyabileceğim, kuru ağaç dallarından uygun bir sopa aramaya
koyuldum. Zira üç gün önceki ilk gelişimde, ağaçların arasından aniden iki
köpek havlayarak üzerime doğru fırlamış, biraz önümde birkaç saniye hırlayıp, tehditkâr
bir ifadeyle dişlerini göstererek, birden gözden kaybolmuşlardı. Gördüklerim ve
yaşadıklarım dehşet dolu bir film karesi gibiydi. Bana Stephen King’in romanından
uyarlanan “Kujo” adlı filmi hatırlatmıştı.
Filmde, kuduza yakalanan St. Bernard cinsi bir köpeğin yaşattığı dehşet
anlatılıyordu. Neyse ki köpeklerin uzaklaşmasıyla rahat bir nefes almıştım. Her
şey o kadar hızlı olmuştu ki, korkmaya bile fırsat bulamamıştım.
Kendimi koruyacak uygun bir sopa bulduktan sonra, tekrar
yukarı doğru giden patika toprak yola girdim. Benim yola girmemle beraber,
yolun aşağı kısmından birden, beş köpek havlayarak üzerime gelmeye başladılar.
Böyle durumlarda panik yapmamak gerektiğini biliyordum. Belki tempomu bozmadan,
sakin sakin yürürsem, birkaç kere havladıktan sonra peşimi bırakıp
gidebilirlerdi. Gerçi elimde sopa vardı, ama bunu kullanmanın henüz zamanı
değildi.
Patika yolun üzerinde ben, yolun birkaç metre aşağısında da
köpekler, ağır ağır yürümeye devam ettim. Bir yandan da köpeklerin nasıl tepki
vereceklerini izliyordum. Köpeklerin saldırgan tavırlarında hiçbir düzelme
yoktu. Hepsi birden hançerelerini yırtarcasına havlıyorlar, uzaklaşmak bir yana
daha da yaklaşıyorlardı. Artık beni, belleklerine “düşman” sıfatıyla
kaydettikleri açıktı. Böyle yürürken etrafımı çevirseler, her şey için çok geç
olabilirdi. Bu durumda daha fazla devam edemezdim. Birden durdum. Ben durunca
onlar da durdu. Ardından, kaçıp gitmeleri için elimdeki sopayı sallayarak
üzerlerine doğru birkaç adım yürüdüm. Doğrusu bu benim için bir kader anıydı.
Acaba kaçıp, uzaklaşıp gidecekler miydi?
Maalesef böyle olmadı. Evet, üzerlerine yürüdüğümde, onlar da birkaç
adım geri çekiliyorlar, ama oradan, bu defa daha saldırgan, daha vahşi, daha
kindar bir tavırla, tam bir meydan okumayla, havlamaya devam ediyorlardı. Adeta
“Biz buradayız, gitmiyoruz. Seninle görülecek bir hesabımız var. Dişlerimizi
etlerine geçirmeden buradan ayrılmayacağız” diyorlardı.
Patika yolun bulunduğumuz noktası, kısmen açıklık bir
alandı. Tesadüfe bakın ki, beşli çetenin saldırısı devam ederken, tek bir insan
bile yoktu ortalarda. Oysa güzel, pırıl pırıl bir hava vardı. Tam da korulukta,
parkta gezinti ve yürüyüş yapılacak bir zamandı.
Beşli çete ile mücadelemiz böyle devam etti. Ben elimdeki
sopayla üzerlerine yürüyorum, onlar geri çekilip bulundukları yerden daha
bilenmiş daha hırsla dişlerini gösterip, havlıyorlar; birkaç adım geri çekilecek
olsam, onlar da birkaç adım yaklaşıp, beni, yani avlarını bırakmamak
konusundaki kararlılıklarını gösteriyorlardı.
Beşli çeteyle, birbirimize karşı defalarca hamle yapıyorduk,
ama aramızdaki mesafe ne azalıyor, ne de çoğalıyordu. Saldırganlık ve
vahşiliklerinde de herhangi bir azalma olmuyordu. Saldırının uzamasının benim
açımdan tek bir sakıncası vardı: Bu köpek sürüsünün havlamalarını duyan diğer
başıboş köpekler de beşli çeteye katılırlarsa, o zaman benim işim çok daha zor
olabilirdi. Bu yüzden, saldırıyı sonlandırmak için başka bir yöntem denemeye
karar verdim. Patika yolun üst
kenarında, yani hâkim noktasında çimenlere oturup, yolun alt kenarında yer alan
beşli çeteyi, göz göze gelmemeye çalışarak, hiçbir şey yapmadan, göz ucuyla
izlemeye başladım. Bu davranışımla onlara; meydan okumayı bıraktığımın, sulh olmak
istediğimin mesajını vermek istiyordum. Yani, eğer istedikleri zafer
kazanmaksa, buyursunlar kendilerini galip ilan edip, yürüyüp gitsinler, ama
bana dokunmasınlar.
Oturduğum hâkim noktadan, bu yöntemin nasıl sonuç vereceğini
merakla ve heyecanla izlerken, bir yandan da, beşli çetenin hep bir arada
olmasına ve etrafımı çevirmemesine dikkat ediyordum.
Çimenlere oturmamla beraber, köpekler kısa bir süre için
şaşkınlık geçirdiler, sonra tekrar havlamaya devam ettiler. Daha önce, aynı
anda ve hep birden havlıyorlardı. Ama şimdi havlayan köpek sayısı azalıyor,
beşten üçe ve ikiye bile düşüyordu. Ümitlenmeye başlamıştım. Belki bir süre sonra
havlamayı iyice bırakacaklar, alıp başlarını gideceklerdi.
Ancak kötü olan bir şey vardı ki, beşli çetenin lideri,
öndeki kaslı, iri yarı köpek; tüm saldırganlığıyla, havlamaya, meydan okumaya
devam ediyordu. Saldırının böylesine uzun sürmesinin bir nedeni de çete ruhunun sağladığı özgüven ve güç sarhoşluğuydu. En önde, her an üzerime
fırlamaya hazır, saldırıyı yöneten çete lideri, saldırıdan vaz geçip gitmek
isteyen çete üyelerine, kararlı davranışlarıyla “Bizim mekânımızda bize meydan
okuyan, bize sopa sallayan, üzerimize yürüyen düşmanımızın/avımızın kaçıp
gitmesine izin vermeyelim arkadaşlar. İntikamımızı alalım, gücümüzü gösterelim.
Dişlerimizi baldırlarına geçirinceye kadar saldırmaya devam edelim” der
gibiydi.
Cılızlaşan saldırı, çete liderinin bu ısrarlı ve kararlı
duruşu ile tekrar yoğunlaştı, çete üyeleri tekrar vahşileşti. Bu arada,
solumdaki 2 köpeğin arkadan çevirmeye çalıştıklarını, fark ettim. Oturmaya devam etsem beni çembere alacaklardı. Buna engel olmak için tekrar ayağa kalkıp, beşli çeteyi bir arada tutacak
şekilde üzerlerine yürüdüm.
Artık, olayı bir rutine bağlamış, daha önceki gibi karşılıklı hamlelerle
birbirimizi korkutmaya ve birbirimize üstün gelmeye çalışıyorduk. Bu stres, bu heyecan daha ne
kadar sürecekti? Beşli çeteye, havlama seslerini duyan başıboş başka köpekler
de katılacak mıydı?
Patika yolun iki yanındaydık ve saldırı başladığından beri
hâlâ tek bir insan bile geçmemişti. Artık, patika yola girecek bir yürüyüşçüyü
veya köpeklerin dikkatini dağıtarak gitmesini sağlayacak bir insanı, son çare
olarak görüyor ve bunu dört gözle bekliyordum. Sonunda rahat bir nefes aldım.
Uzaktan, yolun aşağısından bir kadın silueti, bulunduğumuz yere doğru
yaklaşıyordu. Köpekler havlıyordu, ama kadın da bu olaylara alışkın gibi görünüyordu.
Kadın yaklaştıkça, köpeklerin havlamaları cılızlaşıyordu. Birkaç tanesi yönünü
değiştirip, uzaklaşmaya başladı. Kalanlar da onların arkasından yolun aşağısına
doğru yürüyüp, gözden kayboldular. Şaşkınlığımı henüz üzerimden atamadan yolun
yukarısındaki düzlüğe yürüdüm, bir ağacın dibine oturdum, sırtımı gövdesine
yaslayıp, rahatlamaya çalıştım. Kâbus bitmişti.
VALİDEBAĞ KORUSU’NUN 5’Lİ ÇETESİ – BÖLÜM II
Yukarı düzlükte/çayırda, sırtımı ağaca yaslamış otururken,
bir yandan da, saldırının bir değerlendirmesini yapıyordum. Evet, bu azgın
köpek sürüsü 5’li çetenin saldırısından herhangi bir zarar görmeden
kurtulmuştum, ama kendime sormadan da edemiyordum: Neden bütün bunlar başıma
geldi?
On beş -yirmi yıldır, fotoğraf çekimi veya gezme amaçlı
olarak zaman zaman doğaya, araziye çıkıyordum. Arabamla yaptığım bu gezilerde,
elbette başıboş köpeklere, köpek sürülerine rastlıyordum. Sürülerden uzak
durmaya çalışıyordum, çünkü sürü psikolojisine giren köpekler, birden
saldırganlaşabiliyorlardı. Diğer köpeklerin, dost mu saldırgan mı oldukları da,
tavırlarından anlaşılabiliyordu. Kısacası, köpekler çıktığım gezilerimin bir
parçasıydı, arkadaşlarımdı. Araziye
çıktığımda yanıma fazladan 1-2 ekmek alıp, sahipleri tarafından araziye
bırakılan, açlığa ve vahşiliğe zorlanmış bu köpekleri beslemek; gezimin en
güzel anları oluyordu.
Köpekler konusundaki şimdiye kadar oluşmuş tecrübelerimden
Validebağ’ın 5’li çetesine gelirsek, maalesef geçmişteki kadar şanslı olmadığım
ortadaydı. Aniden karşıma çıkan bu
saldırgan köpeklerden uzaklaşıp, arabama atlayarak kaçıp gitme şansım yoktu ve
dolayısıyla bunları yaşamak zorunda kalmıştım.
Yaşadığım bu saldırıdan sonra, artık gözümde hiçbir şey
yoktu. Küçük Ağaçkakanı görmekmiş, fotoğrafını çekmekmiş falan, o an için hepsi
önemini kaybetmişti. Benim kokumu almış
ve belleklerine “düşman” olarak kaydetmiş bu azgın köpek sürüsünün, 5’li
çetenin bulunduğu ortamda artık dolaşamazdım. En kısa zamanda buradan
ayrılmalıydım.
Bir an önce Validebağ Korusu’ndan ayrılacaktım, ama küçük
bir sorun vardı: Tek bir dönüş yolunu biliyordum ve o da 5’li çetenin bulunduğu
bölgeden geçiyordu. Bu riski göze alarak, yukarı çayırdan/düzlükten, aşağı ve
sağa doğru hilal şeklinde kıvrılarak devam eden yola girdim ve yürümeye
başladım. Bir yandan da köpek havlamalarına karşı kulağım kirişteydi. Yolu tamamlayıp, dört yol ağzına vardığımda,
korktuğum başıma geldi, bir köpek sürüsünün havlamalarını duydum. Artık benim
için buradaki her köpek sürüsü, benim kokumu almış, beni “düşman” bellemiş “5’li
çete” sürüsü demekti. Bu nedenle hiç tereddüt etmeden, aynı köpek sürüsü ile
karşılaşmamak için buradan tekrar geldiğim yere, yani benim için güvenli bölge
demek olan yukarı çayıra/düzlüğe geri dönmek üzere yürüyüşe geçtim.
Yukarı çayır yönünde patika yoldan yürüdükçe, köpek
sürüsünden uzaklaştığım için seslerinin git gide azalacağını ve nihayetinde
onlardan kurtulmuş olacağımı umut ediyordum. Ama hiç de beklediğim gibi olmadı.
Ben yolda yürüdükçe, onların havlamaları da azalmadan devam ediyordu. Bunun
anlamı açıktı: Birbirimizi görmediğimiz köpekler kokumu almışlar, patika yolun
altındaki küçük ağaçlar ve çalıların arasından beni takip ediyorlardı. Nitekim
yolun 100 metre kadar ilerisindeki açıklık alanda 5’li çete, tüm
vahşilikleriyle karşıma çıktılar. Burası aynı zamanda daha önceki saldırılarını
başlattıkları yerdi.
Köpeklerin yüzlerindeki kin, nefret, vahşet dolu korkunç
ifadeleri bir yana, beni takip, yakalama ve bırakmama konusundaki inat ve
ısrarları, doğrusu benim için cesaret kırıcı ve moral bozucu olmuştu. İşte yine
mücadelemiz kaldığı yerden devam edecekti!
En önde; daha önce olduğu gibi, kaslı, güçlü, iri yarı
liderleri saldırganlık ve vahşiliğiyle ekibine örnek oluyor, 5’li çetenin
etkinliğini ve gücünü daha da arttırıyordu. Liderleri öyle bir noktaya gelmişti
ki, yere sım sıkı basan ayakları ve ileriye doğru çıkan göğsüyle sanki her an
üzerime fırlayacakmış hissini veriyordu.
Ben elimdeki sopayla üzerlerine yürüyüp birkaç adım geri
püskürtüyordum, ama onlar da artık bu oyundan sıkılıp topyekûn saldırıya
geçebilirlerdi. Bunun yanında, çeteye başka başıboş köpeklerin katılması da
benim için çok kötü olabilirdi.
Bu yüzden başka bir şey denemem gerektiğini hissettim. Aşağı
doğru kaçma ihtimalim yok gibiydi. Oradan gidebileceğim herhangi bir güvenli
alan yoktu. Ama bir yandan çeteye hamleler yapar, diğer yandan da yukarı doğru
geri geri, her defasında birkaç adım gidersem, yukarıdaki çayırlığa, yani
güvenli alana ulaşabilirdim.
Yukarı çayırlığa 100 metre kadar bir mesafe vardı. Yürümem
gereken bu yolun 30-40 metre kadar ilerisinde, patika yolun her iki yanındaki
küçük ağaçların üst dalları yukarıda birbirleriyle iç içe girmiş, yolun bu
kısmını, adeta 10-15 metre uzunluğundaki loş bir tünele dönüştürmüştü. Oluşan
bu tünelin benim kaçış planımda önemli bir yerinin olacağını hissediyordum. Ama bir yandan da, köpeklerin saldırganlığı ve beni sıkıştırmaları için bir ortam oluşturur mu, diye endişe etmekten kendimi alamıyordum. Kısacası, ilk hedefim buraya kadar gelebilmekti.
Artık iki taraf da son kozlarımızı oynuyor gibiydik. Ben
elimdeki sopayı, yere ve göğsüme paralel sol elimde tutuyor, ara sıra hamle
yaparak sallıyor ve birkaç adım geri çekiliyordum. Bu geri çekilmeler çok
kritikti. Çünkü kaçtığımı algılayıp, üzerime saldırabilirlerdi. Bunu zaten
hissedebiliyordum. Her geri çekilmemde, daha vahşi ve daha saldırgan
oluyorlardı.
Bu tehlikelerle dolu atak ve karşı ataklar sürüyor, ama ben
de yavaş yavaş ilk hedefim olan ağaçlıklı loş bölgeye yaklaşıyordum. Bu arada
gerginliğim de artıyor, 5’li çetenin lideri, diğerlerinden biraz daha fazla öne çıkarak, aramızdaki mesafeyi gittikçe
kapatıyordu. Arkama baktım, ağaçlıklı bölgeye 5-10 metre daha vardı. Çete
lideri vahşiydi, kararlıydı, her an üzerime fırlayabilirdi, ama ben elimde
sopa, hem sopayı kendime siper ediyor, hem de ona karşı sallıyor, ağaçlıklı loş
bölgeye gittikçe yaklaşıyordum. Artık ağaçlıklı bölgenin hemen yanına geldim
ki, bizim çete reisinin havlaması cılızlaştı, saldırganlığı azaldı ve beni
takip etmeyi bıraktı. Tabii çetedeki diğer köpekler de ona uydular.
Ağaçların oluşturduğu loş tünele girdiğimde; 5’li çetedeki
köpeklerin giderlerken, arada bir dönüp bulunduğum noktaya baktıklarını gördüm.
Kuşkusuz, bu vahşi çetenin saldırılarını sonlandırmaları, benim için güzel bir
son oldu. Ama yine de; saldırıya
kilitlenen, çok uzun bir süre tüm vahşilikleriyle beni ölümüne tehdit eden bu
köpekler, nasıl oldu da hiçbir şey olmamış gibi dönüp gittiler, hâlâ
anlayabilmiş değilim.
Yaşadığım heyecandan ve adrenalinden adeta sarhoş gibi
olmuştum. Artık Validebağ Korusu’nun 5’li Çetesi ile yaşadığım bu dehşet
oyununun ikinci perdesi de oynanmış ve oyun bitmişti. Kâbus sona ermişti!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder