19 Mayıs 2018 Cumartesi

6 - BOSNA - HERSEK



                                BOSNA – HERSEK

12. yüzyılda ortaya çıkan Bosna Krallığı, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmet’in fethi ile Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine girdi ve Rumeli Eyaletine bağlı bir sancak beyliği haline geldi. Osmanlı Devleti’nin bölgeye hâkim olmasıyla, İslamiyet halk arasında hızla yayıldı Bölgenin kültürel ve sosyal görünümü de buna paralel olarak değişti. Osmanlı döneminde, pek çok Boşnak, devletin önemli kademelerinde görev aldı. 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’yla Avusturya – Macaristan topraklarına katılan Bosna,  I. Dünya Savaşı’nın ardından Yugoslavya Devleti içinde yer aldı. 1 Mart 1992 tarihinde bağımsızlığını kazandı. 1992 -1995 yılları arasındaki Boşnak – Sırp – Hırvat Savaşı, Dayton Antlaşması ile sona erdi ve bugünkü idari yapı kuruldu.

Ülke, Anayasasında belirtildiği gibi, üç etnik gruba, yani kurucu halklara ev sahipliği yapıyor. Boşnaklar, en büyük grubu oluşturuyor. Boşnakları, sırasıyla Sırplar ve Hırvatlar takip ediyor. Bosna – Hersek’te iki ana meclis ve her büyük etnik grubun bir üyesinden oluşan üç üyeli bir başkanlık sistemi var. Üç üyeli başkanlık, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından atanan ve geniş yetkilere sahip olan Bosna – Hersek Yüksek Temsilciliği’ne bağlı. Merkezi yönetimin gücü sınırlı. Çünkü Ülke, merkezi bir yapıda değil. Bosna – Hersek, iki devlet( Bosna Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti ) ve bir bölgeden( Brcko Bölgesi ) oluşuyor. Bosna Hersek Federasyonu, on kantondan meydana geliyor.

Yüzölçümü: 51.197 km2, Nüfusu: 3.531.159( 2013 ), Başkenti: Saraybosna, Resmi Dili: Boşnakça, Sırpça, Hırvatça, Para Birimi: Kovertibıl/Dönüştürülebilir Mark( BAM ), Önemli Şehirleri: Saraybosna, Zenica, Banja Luka, Tuzla, Mostar, Gorazde, Prijedor, Bihac, Etnik Yapı: Boşnak % 50,11, Sırp % 30,78, Hırvat % 15,43, Diğer % 3,68


SIRP CUMHURİYETİ( BOSNA – HERSEK )


Sırp Cumhuriyeti, Bosna - Hersek’i oluşturan iki cumhuriyetten birisidir. Resmi başkenti Saraybosna, fiili başkenti ise Banja Luka’dır. Bosna – Hersek Anayasasına göre; kendi cumhurbaşkanı, 83 üyeli halk meclisi, hükümeti, mahkemeleri, postası, bayrağı ve marşı vardır. Önemli kentleri: Bijeljina, Prijedor, Zvornik, Teslic, Prnjavor ve Trebinje. Yüzölçümü: 24.857 km2, Nüfusu: 1.326.991( 2013 sayımı ), Resmi Dili: Sırpça, Boşnakça, Hırvatça, Para Birimi. Değiştirilebilir Mark( BAM ), Etnik Yapı: Sırp % 81,51, Boşnak %13,99, Hırvat % 2,41, Diğer % 2,09

BOSNA – HERSEK FEDERASYONU

Bosna - Hersek Federasyonu, Bosna – Hersek Devleti’nin iki cumhuriyetinden birisidir. Yüzölçümü: 26.110 km2, Nüfusu: 2.371.603( 2013 ), Başkenti: Saraybosna, Resmi Dili: Boşnakça, Hırvatça, Sırpça, Para Birimi: Bosna – Hersek Değiştirilebilir/Konvertibıl Markı( Bam ), Önemli Şehirleri: Saraybosna, Tuzla, Zenica, Mostar, Bihaç, Travnik, Ilidza, Sanski Most, Lukovac, Srebrenik, Gradacac, Etnik Yapı: Boşnak % 70,40, Hırvat % 22,44, Sırp % 2,55, Diğer % 3,6

BİHAÇ

Plitvice Gölleri’nden 6 km sonra Hırvatistan’dan çıkarak, Bosna – Hersek topraklarına giriyor ve Bihaç'a doğru yol alıyorum. Bihaç, Bosna – Hersek’e bağlı olan “Bosna Hersek Federasyonu” topraklarında bulunuyor. Nüfusunun % 88’ini Boşnaklar oluşturuyor. 1592 yılında, Hırvat asıllı bir Bosnalı olan Gazi Hasan Paşa tarafından, Osmanlı topraklarına katılmış ve sancak haline getirilmiş. Osmanlı Devleti’nin en batıdaki bu toprağı, 1878 yılında Avusturya – Macaristan İmparatorluğu topraklarına katılmış.  

Vukuatım 1

Bosna Hersek topraklarına girdikten 15 km sonra Bihaç’ta oldum. Ortasından zümrüt gibi Una Nehri’nin aktığı bu şehri çok beğendim ve en azından yarım saat veya bir saat boyunca dolaşmaya niyetlendim. Park yeri bulabilmek amacıyla arabayla dolaşmaya başladım. Bu vesileyle, şehir turu da yapmış oluyordum. Fakat bu keyifli yolculuğum birden kâbusa döndü. Kulağı sağır edermiş gibi çalınan klaksonlardan anlamıştım ki, ters yola girmişim. Her şey, saniyeler içinde oluyor, klakson seslerine ilaveten, bu seslerden etkilenen kalabalığın meraklı bakışları da havadaki gerginliği arttırıyordu. Yine saniyeler içinde, telaş etmeden, ama hızlı bir refleksle manevra yaparak dönüyor ve doğru yola girip, uzaklaşıyorum.
Balkan Gezi’mde, arabayla ilgili yaşamış olduğum ilk olaydı bu. Ters yola, Google-Haritalar-Yol Bulucu( Navigasyon )’nun yönlendirmesiyle girmiştim. Bununla beraber, yolun durumuna bakmış, girdiğim şeridin boş olması nedeniyle, ters yola girdiğimi fark edememiştim. Sorunu kazasız belâsız atlatmakla birlikte hâlâ olayın etkisini üzerimden atamamıştım. Bu nedenle, şehri gezme heyecanım kaybolmuş, yerini bir an önce buradan uzaklaşma duygusuna bırakmıştı. Biraz da park yeri bulmanın zorluğunu kendime bahane ederek, Bihaç’ı gezemeden, buradan ayrılıyorum.

PLJEVA


pljeva-sipovo
Tesadüf sonucu geldiğim Pljeva, doğası ile benim için güzel bir şans oldu
Bihaç’tan sonra, direksiyonu bu defa Pljeva( Sipovo )’ya kırdım. Pljeva, Bosna – Hersek Devletine bağlı Sırp Cumhuriyeti’nde bulunan bir köydü. Jajce'de uygun yer bulamayınca burada kalmaya karar vermiş, bir gün önce Booking.com’dan, “Guest House Sobic” adlı pansiyonda, tek kişilik bir yer ayırtmıştım.


pliva nehri-pljeva
Pljeva'ya yaklaşırken, berrak suları ile Pliva Nehri eşlik ediyor
Pljeva’ya yaklaşıyorum. Köye kilometreler kala, tertemiz, berrak sularıyla akan Pliva nehri bana eşlik etmeye başladı. Sadece bu gördüklerim bile, burada doğa ile baş başa geçecek güzel günlerin habercisiydi sanki.


pljeva-yol boyu sunak
Pljeva yolu üzerinde rastladığım yol boyu sunakı

pliva nehri
Pliva Nehri'nin zümrüt sularını seyrederek yol almak ayrı bir zevkti
Akşam 18.30 civarında, navigasyon’un( Yol Bulucu ) “geldiniz” dediği yerde iniyorum. Sol tarafımda Pliva Nehri, sağımda ise 5-10 basamaklı merdivenlerle çıkılan, manzaraya hâkim, iki katlı, bahçeli ve çardaklı bir dizi ev var. 50 metre ileride 40’lı yaşlarında bir kadın, bana doğru bakıyordu. Ona doğru ilerliyorum ve böylece ev sahibem ile tanışmış oluyorum. 


pljeva-sipovo
İki gece kaldığım Pljeva'da, doğa ve nehir manzaralı çardak

Ev sahiplerimin misafirperverliği takdir değerdi
Ev sahibem beni, evin önündeki çardağa davet etti. Yola bakan, nehir ve doğa manzaralı çardağa oturmadan önce, eşyalarımı odama yerleştirip fotoğraf makinemle dönüyorum. Bu arada ev sahibem de elinde bir votka şişesi ve iki küçük bardakla geliyor. Hoş geldiniz içkisiymiş. Gösterilen bu misafirperverlikten çok memnun oluyor, teşekkür ediyorum.


pliva nehri-pljeva
Pliva Nehri ve Pliva Turistik Tesisleri

pliva nehri-pljeva
Pliva Nehri
Ev sahibemin İngilizcesi çok az. Buna rağmen, zor da olsa anlaşabiliyoruz. Biraz sonra eşi geliyor. Tanışıyoruz. Eşinin İngilizcesi daha iyi. Bir süre sohbet ettikten sonra, eşi, kendi işleri için ayrılınca, ev sahibem beni “Pliva Turistik Tesislerine” götürüyor. Ev sahibem, çok girgin birisiydi. Yöredeki herkesi tanıyor, hemen her gördüğü ile sohbet ediyordu. Kimi zaman kullandığı,  içinde “İstanbul” geçen cümlelerle, zannedersem benden bahsediyordu.  Hava kararmak üzereydi ve bulutluydu. Yağmur sonrası, nehrin üzerinde bir sis tabakası oluşmuştu. Ama havanın bu durumu, manzarayı daha da ilginç hale getiriyor, hayalle gerçek arası başka bir boyut katıyordu. Tesislerin kıyısından nehir manzaraları çekip, tesisleri geziyoruz. Tesisteki kafe sahibiyle sohbet ederken, mevzu Pliva Nehri’nin kaynağına geliyor. Yarın ev sahibemle, Pliva nehrinin kaynağına gitmeyi kararlaştırıyor ve pansiyona dönüyoruz.
pliva nehri-sipovo
Yağmur sonrası oluşan sis ve Pliva Nehri 

pljeva
Pliva Turistik Tesisleri

                                                                
***


PLJEVA - EV SAHİBEM VE İSTANBUL
Balkanlar’da, arabamla yaptığım yirmi günlük gezim sırasında, İstanbul ilgisi ve sevgisine tanık olmak, göğüs kabartıcıydı.

Yollarda İstanbul plakasını görüp selam verenler…

Yunanistan, Sırbistan ve Arnavutluk’ta olduğu gibi arabasını park edip, yardıma ihtiyacım olup olmadığını sormak için yanıma gelenler…
Balkanlar’daki İstanbul ilgi ve sevgisinin işaretleriydi.

Pliva nehrinin kenarındaki turistik tesisi gezdiren ev sahibemin, çevresine beni tanıştırırken sık sık İstanbul’a vurgu yapması da, bu ilginin bir başka örneğiydi…
                                                                   
                                                                   *** 
Pljeva'da Sabah Yürüyüşü                                                                                  

pljeva
Pljeva'da sabah yürüyüşünden 
Ertesi sabah 8’de evden çıkıp, elimde fotoğraf makinesi ile köyü dolaşmaya başladım. Bir gün önceki bulutlu ve yağmurlu hava yerini, sakin ve sisli bir havaya bırakmıştı. İnce sis tabakasının arasından güneş, arada bir yüzünü gösterir gibi oluyordu. Sol tarafımda tertemiz Pliva nehri sakin sakin akarken, köprüye doğru yürüdüm. Nehrin her iki yakasında, bahar yeşili yamaçlar, bu yamaçlara serpiştirilmiş ağaçlar ve beyaz badanalı evler vardı. Bu müthiş doğa ve manzara ile insan adeta enerji doluyor, yaşama sevinci artıyordu. Biraz bunun, biraz da turist olarak bilinmenin avantajını kullanarak, yolda bana bakan birisini gördüğümde ya selam veriyor, ya da uzaktan el sallıyordum.

brdani camii-pljeva
Brdani Cami

aziz petka sırp ortodoks kilisesi-pljeva
Aziz Petka Sırp Ortodoks Kilisesi
Köprünün diğer tarafındaki yolu takip etmeye başladım. Bahçeli birkaç evi geçtikten sonra sol tarafta, kırmızı kiremit çatılı bir camiyi görünce, 1992-1995 Bosna Savaşı’nı hatırladım. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar arasındaki bu etnik savaş sırasında 110 bin insan ölmüş, iki milyon insan yerlerinden yurtlarından olmuştu. Burası Bosna – Hersek’in Sırp Bölgesindeydi, ama işte bu köyde bir cami( Brdani Camii ) vardı. Ne kadar ayrılmaya çalışılırsa çalışılsın, Balkanlarda etnik olarak bir iç içe geçmişlik vardı. Nitekim biraz daha ileride bu defa Aziz Petka Sırp Ortodoks Kilisesi’yle karşılaşmış, bir kez daha bunu görmüştüm.

Pljeva’da Sinekle Olta Balıkçılığı( Flyfishing )

Döndüğümde saat 9 olmuştu. Estonyalı gençlerden birisi kapı önüne çıkınca, biraz onunla sohbet ediyoruz, sonra diğer gençle. Birkaç gün önce balık tutmaya gelmişler, bugün ayrılacaklarmış. Pljeva Köyü, ve Pliva Nehri; flyfishing( sinekle olta balıkçılığı ) balıkçılığı açısından, Avrupa’nın önde gelen yerlerinden birisi. Flyfishing balıkçılığı, alabalık, levrek, turna gibi balıkların, su yüzeyinde taklit sinek, böcek gibi yemlerle avlanması esasına dayanan zor bir disiplin. Çardakta oturup, nehri ve karşımda uzanıp giden manzarayı seyrederken, ev sahibem elinde bir tepsiyle geliyor ve kahve ikram ediyor. Bir süre sohbet edip, akşam 5’de Pliva Nehri’nin kaynağına gitmeyi kararlaştırıyoruz.  Daha sonra, ben 6-7 km uzaklıktaki Sipovo’ya gidiyorum.

SİPOVO

sipovo
Sipovo
Sipovo, Bosna - Hersek’e bağlı Sırp Cumhuriyeti’nde bulunan 4.052 nüfuslu bir kasaba. Pliva ve Janj Nehirleri ve bu nehirleri besleyen dereler, Sipovo bölgesine doğal zenginlikler katmış, turizmi geliştirmiş. Kasabada, nüfusun büyük çoğunluğu Sırp olmakla beraber, Boşnaklar da belli bir yer tutuyor. Boşnakların oranı, 1991 yılında % 25 civarındaymış.
Sipovo’da önce postaneyi buldum. İki gün önce Belgrad’dan ayrılırken cebimde unuttuğum otel anahtarlarını göndermem gerekiyordu. Postane memuruyla bir şekilde anlaşmaya çalışıyoruz. Ama yine de kolaylık olsun diye, İngilizce bilen bir personel bize yardımcı oluyor. Memur, anahtarları hava kabarcıklı zarfa koyup adresi yazdıktan sonra, alındı makbuzunu veriyor. Postanede; ilgili, saygılı ve güler yüzlü karşılanmıştım. Memnun ayrıldım.
sipovo
Sipovo ve Pliva Nehri
Sonra etrafı dolaşıyorum. Arabaya, yolda yerim diye biraz poğaça türü bir şeyler almayı düşünüyordum. Bir börekçi dükkânına girdim. Börek= 2 ( Bosna Markı ), Yine börek benzeri = 1,5 ( peynirli gibi duruyordu ). Ben ismi bizim diye, peynirli olduğunu düşündüğüm, börek söyledim. Aslında ikisi de kol böreği görünümündeydi. Börek önüme gelince kıymalı olduğunu fark ettim. Müslüman olduğumu söyleyip, kıymaları işaret edince hemen anladılar ve “OK, no problem” deyip, domuz eti olmadığını teyit ettiler. Ülkemde yediklerimin yerini tutmasa bile, bir börek sever olarak, kısmen de olsa özlemimi gidermiş oldum.
Simo Solaja Anıtı
sipovo-simo solaja anıtı
Simo Solaja Anıtı
Pliva nehri kıyısında yürürken bir parka geldim. Mayıs ayının ısıtan güneşinde, çocuklarını gezdiren anneler, banklarda güneşlenenler, yürüyüş yapanlar vardı. Parkın ortasında, iki-üç metre yüksekliğindeki beyaz mermer kaide üzerinde, bir şey fırlatıyormuş gibi canlandırılan bir heykel dikkatimi çekti. Heykel, 1905 -1942 yılları arasında yaşamış Yugoslavya’nın ulusal kahramanı Simo Solaja( Sime Solaje )’ya aitmiş. Pljeva( Sipovo ) doğumlu olan Simo Solaja; II. Dünya Savaşı’nda İtalyanlar ve Almanlara karşı mücadele etmiş. 14 Ağustos 1942 tarihinde de bir çarpışma sırasında öldürülmüş. Simo Solaja’nın hayatı ve mücadeleleri; Yönetmen Vojislav Nanovic tarafından 1955 yılında çekilen “Solaja” filminde, ayrıntılarıyla anlatılmış.  

JAJCE

jajce
Jajce, Bosna Hersek Federasyonu'na bağlı bir şehir
Sipovo’dan, 22 km mesafede bulunan Jajce’ye gidiyorum. Jajce( Türkçe okunuşu Yaytse ), Pliva ve Vrbas nehirlerinin kesiştiği bir konumda bulunuyor. Bosna – Hersek Devleti’nin, Bosna Hersek Federasyonu’na bağlı bir şehir. Adını, etrafında bulunan ve yumurtaya( Boşnakça: Jaja ) benzeyen tepelerden almış. 1463 yılında Osmanlı Devleti tarafından fethedilmiş, ama aynı yıl el değiştirmiş. 1528’de tekrar Osmanlı topraklarına katılmış. Jajce Şehri’nin 2013 sayımına göre nüfusu 27.258( Boşnak % 48,67; Hırvat % 46,05; Sırp % 1,83; Diğer % 3,42 )  

Pliva Gölleri
pliva gölleri-jajce
Pliva Gölleri'nden
Jajce’ye yaklaşırken, yolun sağ tarafında harika bir manzara gördüm. Allah’tan yol yoğun değildi. Önce yavaşladım ve sonra şans eseri, fazla uzaklaşmadan bulabildiğim, uygun bir yere park ettim. İyi bir kadraj/çerçeve için biraz yürümem gerekti.  İşte artık manzarayı seyredip, birkaç kare çekebileceğim iyi bir noktaya gelmiştim. Mavi, yeşil ve kırmızının, hayranlık uyandıran bir uyumuydu gördüğüm manzara. Yeşilliklerle kaplı alçak ve hafif eğimli, oval tepeler/dağlar… Yeşil tepelerin çevrelediği vadideki masmavi bir göl… Ve yeşil tepelerin yamaçlarından göle doğru, dalga dalga inen kırmızı kiremitli, beyaz badanalı evler…
Pliva Gölleri'nden

Arabayla tek başına gezince ve duraklar da fazla olunca, her nokta için önceden ayrıntılı hazırlık yapmaya zamanım olmuyordu. Onun için, beklenmedik bir anda karşıma çıkan bu güzel rastlantı, beni bir defa daha sevindirdi. Pliva Gölleri( Plivsko Jezera ), birbirine bağlı göllerden oluşuyor. Bunlardan büyük gölün, denizden yüksekliği 424 metre, uzunluğu 3,3 km, genişliği ise ortalama 400 metre. Pliva gölleri, kürek sporu için çok uygun. Büyük gölde, tüm yıl boyunca kürek ve kano sporu yapılabiliyor. Bu gölde, Temmuz ve Ağustos aylarında, Ulusal ve Uluslararası yarışmalar düzenleniyor.  
Daha Jajce’ye varmadan Pliva Göllerini görmüştüm. Bu, bana yeter de artardı bile… Jajce’ye geldim ve bu düşünceyle keyfe keder, rastgele, şehri dolaşmaya başladım. Uzaktan Jajce Kalesini gördüm. Eh, Kale yakınlarında bir yerde park edip, dolaşmaya başlayabilirdim, artık. Köprüyü geçip, Gradski Park civarında bir yere park ettim.  
Jajce Kalesi
jajce kalesi
Jajce Kalesi

jajce kalesi-banja lucka kapısı
Jajce Kalesi - Banja Lucka Kapısı
14. Yüzyılda, Jajce’nin kurucusu Bosna Kralı Vukcic tarafından inşa ettirilmiş. Pek çok defa onarılmış ve büyütülmüş. Kale, yumurta şeklindeki, şehre hâkim bir tepenin üzerine kurulmuş. Surları hayli yüksek. Kaleye, Travnik ve Banja Lucka kapılarından giriliyor. Ben, Kale’nin uzaktan bir pozunu alıp,  Banja Lucka kapısına kadar yürüdüm. Kale surlarının ve kapısının gerçekten azametli bir görünüşü vardı.
Ramadan Begova Camii
jajce ramadan begova camii
Ramadan Begova Camii
Kale dönüşü, tekrar köprüye doğru yürüyüp, köprünün karşısındaki Ramadan Begova Camiine geldim. Cami, 17. Yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş. Bu cami, Bosna tarzında ve ahşaptan yapılmış.  
Jajce( Pliva ) Şelalesi
pliva şelalesi
Gradski Park'ta bir şelale. Asıl büyük şelale daha aşağıdaymış.
Gradski Park’a girip, Pliva Nehri boyunca yürümeye devam ettim. Kimi yerlerde, küçük şelaleler görüp fotoğraflarını çektikten sonra arabama döndüm. Ancak, sonradan öğrendim ve gördüm ki, esas şelale daha aşağılarda, Pliva’nın, Vrbas Nehri’ne döküldüğü yerdeymiş. 22 metre yükseklikten düşen bu şelale, gerçekten görülmeye değer.
                                                                  ***
Ortodoks Manastırı Kalıntısı ve Bosna Savaşı'ndan Bir Ev
jajce
Ortodoks Manastırı kalıntısı kule


jajce
1992 -1995 Bosna Savaşı'nda kurşunlarla delik deşik olmuş bir evin enkazı
Arabamı, park ettiğim yerden alıp, biraz daha dolaşmak istedim. Niyetim, arabamla şehri turlarken, kayda değer bir şeyler görüp, çekebilmekti. Önce, Ortodoks Manastırı kalıntılarına ve ayakta kalabilmiş kulesine rastladım. Sonra da 1992-1995 Bosna Savaşı’nda kısmen yanmış ve kurşunlarla delik deşik olmuş bir evin enkazına. Şüphesiz, Savaştaki yıkımın ve yaşanan acıların unutulmaması, yaşananlardan ders alınması için böyle bırakılmıştı.

Vukuatım 2:

Şehir turum devam ederken, gittikçe trafiğin yoğun olduğu yerlere doğru yaklaşıyordum. Trafiğin, o ölçüde de kargaşanın arttığı bu yerlerde, çok dikkatli olmam lâzımdı. Şehir merkezindeki bu düzensiz ve karmaşık trafikte hata yapmak istemiyordum. Ama buna rağmen, bir ara yaya bölgesine girer gibi oldum. Bir iki metre girdikten sonra şans eseri bir kız uyardı ve böylece sorun büyümeden geri döndüm.
                                                                 ***
Zamanım olmadığı için, hepsi de Jajce şehir merkezinde, kale civarında ve yürüyüş mesafesinde olan şu yerlere gidemedim:  Esma Sultan Camii, Aziz Luka Çan Kulesi, Ayı Kulesi, Etnoğrafya Müzesi, Meryem Ana Kilisesi, Yeraltı mezarları, Dizdar Camii, Saat Kulesi.
                                                                 ***
Jajce'den Pljeva'ya Dönüş


pljeva-sipovo
Bahçedeki çardaktan doğa manzarası
Jajce’den, Pljeva’ya döndüm. Bugün, Pljeva’da son günümdü. Yarın ayrılacaktım. Onun için, her geçen anı değerlendirmem gerekiyordu. Fotoğraf makinamı alıp, evin/pansiyonun bahçesindeki çardağa oturdum. Evin önünden köyün yolu geçiyor. Yolun öbür tarafında, yemyeşil uzanıp giden, ortasından Pliva Nehri’nin akıp gittiği, uzak yamacında tek tük evlerin ve bir kilisenin olduğu çayırları seyrediyorum. Sessiz ve sakin ortam, harika manzaranın etkisini daha da arttırıyor.

Köpek Yavrularından İnsanlık Dersi

pljeva-sipovo
Manzarayı seyrederken, birden sevimli köpek yavrularının dünyasına girdim
Bu sessizlik ve sakinlik, yolun sol tarafından koşan iki köpek yavrusu ile birden değişiyor. Birisi siyah-beyaz alacalı, diğeri bej-beyaz alacalı iki köpek yavrusu, bakışları ileride bir noktaya kilitlenmiş, heyecanla ve var güçleriyle hoplaya zıplaya koşuyorlardı. Hemen makineme davrandım ve bu sevimli varlıkları çekmeye başladım. İki poz çektikten sonra üçüncü pozda, kareye, bej-beyaz alacalı başka bir köpek yavrusu girdi. Üçüncü yavru köpeğin kareye girmesiyle, bu üç küçük köpek yavrusunun biz insanlar gibi hasretle kucaklaşmaları, sarılmaları bir oldu. 

 Başlangıçta gördüğüm o koşunun sıradan bir koşu değil de, bir hasret ve kavuşma koşusu olduğunu anlayınca duygulanmış ve köpek yavrularının dünyasında bulmuştum kendimi. Sevgi, hasret ve kavuşma gibi duyguların, sadece insanlara özgü olmadığını, bu köpek yavrularının davranışıyla bir defa daha öğrenmiştim.                                                  
pljeva-sipovo
Köpek yavrularının hasretle kucaklaşmaları

Pljeva’daki son günümü böyle geçirdikten sonra, ertesi sabah eşyalarımı alıp arabama yerleştirdim. Bu arada ev sahibem ve eşi beni uğurlamak için çardakta bekliyorlardı. Birlikte kahvelerimizi içip, birkaç anı fotoğrafı çektikten sonra vedalaşıyoruz.  

TRAVNİK

bosanska caddesi-travnik
Travnik - Bosanska Caddesi
Türkçe anlamı çayır veya otluk olan Travnik, Saraybosna’nın 90 km batısında yer alıyor. Bosna – Hersek Devletinin, Bosna Hersek Federasyonu’na bağlı Bosna Kantonu’nun başkenti. Şehir, Vlanitsa ve Vlasic dağları arasındaki vadide kurulmuş. Şehrin ortasından geçen Lasva nehri, Travnik’i geçtikten sonra Bosna nehri ile birleşiyor. Tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomisi var.
Travnik’in, 2013 sayımına göre etnik yapısı şöyle: Boşnak 35.648( % 66,65 ), Hırvat 15.102( % 28,24 ), Sırp 640( % 1,19 ), Diğer 2.092( % 3,92 ). 1991 yılında ise sayılar şöyle: Boşnak 31.813( % 44,97 ), Hırvat 26.118( %36, 92 ), Sırp 7.777( % 10,99 ), Diğer 5.039( % 7 )

Travnik – Zamanda Yolculuk

ziraat bankası-travnik
Travnik'te memleket ve tarih kokan havayı, T.C. Ziraat Bankası tamamlıyor
Travnik’e girip,  nehrin iki yakasındaki Bosanska, Skolska, Vezirska ve Donja Carsija gibi caddelerini dolaştığımda ilk aklıma gelen, burada zamanın donmuş olduğuydu. Zamanda yolculuk yapıyormuş  gibi hissettim kendimi. Şehrin ana merkezini oluşturan bu birkaç caddede, Osmanlı – Türk döneminden kalan o kadar çok tarihi eser vardı ki, bu yoğunluk, Ülkemizin tamamına yakınını gezmiş birisi olarak söyleyebilirim,  Türkiye’de bile fazla yoktu. Cami, Medrese, Türbe, Çeşme, Saat Kulesi ve Evlerden oluşan bu mimari yapıları; Bosanska Caddesinde bulunan milli bankamız T.C. Ziraat Bankası, aynı caddede bir duvar üzerinde tanıdık bildik motifleriyle halı ve kilimlerini sergileyip satan bir kadın, yoldan geçen birkaç başörtülü kadın, tamamlıyordu. Böylece buram buram tarih kokan, memleket kokan bir havayı teneffüs ediyordum.
travnik
Tanıdık bildik motifleriyle halı ve kilimler
Balkanlar’daki her büyük yerleşim biriminin, tarihimizde mutlaka bir yeri vardır. Balkan Gezisi programını yaparken, Travnik’i de böyle değerlendirmiş, ama en çok da İvo Andriç’in doğum yeri olduğu için, gezi listeme almıştım.Osmanlı-Türk dönemini ve mirasını, bu zenginlikte zamanımıza kadar taşıyan bir Travnik göreceğimi doğrusu hiç beklemiyordum. Bu bakımdan, Travnik’i gördükten sonra, öyle veya böyle iyi ki listeme dâhil etmişim, dedim.  
Travnik ve İvo Andriç
aziz ivana kilisesi-travnik
İvo Andric'in, Aziz İvana Katolik Kilisesi bahçesinde bulunan büstü
Balkan gezisini plânlarken, Bosna – Hersek’teki ana yerlerim,  Saraybosna ve Mostar’dı. Bunların yanına nereleri ilave edebilirim diye düşündüğümde, ilk aklıma gelen yerler Travnik ve Vişegrad olmuştu. Travnik, Drina Köprüsü yazarı Nobel ödüllü yazar İvo Andriç’in doğduğu, Vişegrad ise çocukluğunun geçtiği yerlerdi. Drina Köprüsü romanı, 1570 yılında Vişegrad’da Drina nehri üzerine Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa’nın bir köprü inşa ettirmesiyle başlıyor ve köprü ekseninde, bölgede yaşayan farkı kimlik ve dinlerdeki insanların, üç yüz elli yıllık tarihi anlatılıyordu. Birkaç sene önce okumuştum bu kitabı. Kitaba başlarken, bir Sırp olan yazarın tarafgirliğine hazırlıklıydım. Ama kitabı bitirdiğimde, İvo Andric'in; olayların anlatımında ırk ve din ayrımına girmediğini, eşit ve ölçülü olduğunu, yani beni mahcup ettiğini memnuniyetle, öğrenmiştim.
İvo Andriç, diğer bir önemli eseri olan “Travnik Günlüğü”nde; Napolyon tarafından, Osmanlı’nın Bosna eyaletinin başkenti Travnik’e gönderilen Fransız Konsolos etrafında gelişen olayları anlatır. Fransız Konsolosun; kasabada karşılaştığı zorlukları ve tehlikeleri, Avusturya Konsolosuyla rekabetini, siyaset ve ticaret alanındaki çalışmalarını, Türk idaresine karşı çevirdiği dalavereleri anlatırken, bir anlamda Osmanlı İdaresi altındaki bölgenin panoramasını da çizmektedir.
İvo Andriç’in 9 Ekim 1892’de doğduğu ev, 1974 yılından beri müze olarak kullanılıyor. Konunun ilginç yanı, İvo Andriç’in bu evde sadece bir rastlantı sonucu doğması. İvo Andriç’in ailesi Saraybosna’da oturuyorlarmış. Annesi, Travnik’e akrabalarını ziyarete geldiğinde, şans eseri doğum burada gerçekleşmiş.   Müze’de ünlü yazarın, eserleri, çalışmaları, hayatından kesitleri gösteren fotoğrafları ve günlük hayattaki eşyaları sergileniyor. 
Travnik: Rumeli’deki Osmanlı şehri
Bosna, 1463 yılında Osmanlı Devleti tarafından fethedilerek, Sancak Beyliği haline getirildi. Osmanlı hâkimiyetiyle başlayan yeni dönemde, daha önce Hristiyanlığın çok farklı bir şekli olan Bogomilcilik’e inanan ve bu yüzden Hristiyanlar tarafından dışlanan bölge halkı hızla, kitleler halinde Müslüman oldular. Bu hızlı geçişte; Bogomilcilik’e göre, teslise inanmamalarının, İsa’nın Tanrı’nın oğlu olmayıp peygamber olduğunu düşünmelerinin, Papalık otoritesini tanımamalarının, haç gibi dini sembolleri kabul etmemelerinin önemli bir etkisi vardı. Bir yandan Hristiyanlar tarafından dışlanmaları, diğer yandan İslamiyeti kendilerine daha yakın bulmaları, Bosna halkını İslamiyetle buluşturmuştu. 

Bosna’nın İslamlaşması heyecanı ile yapılaşması da aynı paralelde yürüdü. Köprüler, camiler, hanlar, hamamlar, medreseler, kaleler, çeşmeler inşa edildi. Bosna artık, kültürüyle, mimarisiyle, dokusuyla bir Osmanlı-Türk ruhu taşıyordu. Travnik de, zamana ve tarihe yenilmemiş, şehre girdiğimde beni aynı ruhla karşılamıştı.

Neden Vezirler Şehri?
Yılların ardından Bosna Sancağı büyümüş, 1580 yılına gelindiğinde, en son sınırlarına dayanmıştı. Bunu dikkate alan Osmanlı Devleti, askeri ve stratejik öneminden dolayı, Bosna’yı,  Beylerbeyliği/Eyalet yaptı. 1580 yılında Eyalet olan Bosna’ya, bu tarihte sekiz sancak bağlandı. Sancak sayısı, daha sonra duruma göre artacak veya azalacaktı. Bosna, Eyalet/Beylerbeyliği olduktan sonra, Osmanlı Devleti yönetim sisteminin gereği olarak Vezirler tarafından yönetilmeye başlandı. Ki, zaman zaman Paşa diye de anılırlardı.
1686 yılında Bosna Eyaleti’nin merkezi, Saraybosna’dan, Travnik’e taşındı. Travnik’in Eyalet merkezi olmasından sonra, Eyalet Yöneticisi olan Vezirler, burada oturdular. Bu tarihten sonra, Travnik’in önemi arttı, şehir her alanda gelişti. Fransa ve Avusturya’nın konsolosluk açmasıyla siyasi açıdan da dikkat çekici bir merkez oldu. Travnik’te görev yapan Vezirler, devlet adamlığı tecrübeleriyle, hem Bölgeye hem de Osmanlı Devletine değerli katkılarda bulundular. 1851 yılına kadar yetmiş yedi Vezirin görev yaptığı Travnik, bu nedenle “Vezirler Şehri” diye de anılır.
Travnik Lisesi ve Yugoslavya
travnik lisesi
Solda bej renkli( Boşnak ) Travnik Lisesi, sağda mavi renkli Katolik Lisesi
Elbette Travnik’te bir Osmanlı – Türk ruhu vardı. Belki de, mevcut olan tarihi varlıklarını, büyük bir umursamazlıkla kaybetmiş birçok şehrimizden, daha fazlası bile vardı. Ama bununla beraber, Osmanlı ruhu kadar baskın/etkili olmasa da, farklı bir mimari de göze çarpıyordu. Örneğin, tarihi merkezdeki kimi evler ve binalar, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun izlerini taşıyordu( Bosna, 1878 Berlin Antlaşmasıyla, Avusturya – Macaristan yönetimine verilmişti ).
Bu binalardan, Skolska Caddesi üzerinde bulunan, Avusturya-Macaristan döneminin mimari tarzında inşa edilmiş, büyük ve abidevi bir bina dikkatimi çekti. Bina üç katlı, kendisi mavi,  kapı ve pencere pervazları ise beyaz boyalıydı. Bu binanın hemen yanında, binanın devamı gibi duran, bej renkli, boyaları dökülmüş, bu haliyle mavi renkli binanın gösterişli duruşuyla tezat oluşturan,  aynı tarzda, başka bir bina daha vardı.
mjesovita srednja skola travnik
Boşnak ve Hırvat öğrenciler, tel örgüyle ayrılmış ayrı kapılardan giriyorlar 
Merak edip, araştırıyorum. Sonunda, Bosna Savaşı gerçeği, bir tokat gibi yüzüme çarpıyor: İki ayrı binaymış gibi görünen yapı aslında tek binaymış ve 1992-1995 Bosna Savaşı öncesinde “Travnik Lisesi” olarak kullanılıyormuş. Savaş ve savaşın yol açtığı acılar, travmalar, kapanmayan yaralar, bütün bunlara rağmen birlikte yaşama zorunluluğu… Bütün bunların sonucunda, üretilebilen çözüm de, ancak bu kadar olabilmiş: Okul, ikiye bölünmüş. İki kapının ortasından bir tel çit/tel örgü çekilmiş. Ve artık, sağdaki kapıdan, Hırvat öğrenciler, mavi boyalı Katolik Lisesine( Katolicki Skolski Centar ); soldaki kapıdan da, Boşnak öğrenciler, boyası dökülmüş Travnik Lisesine( Mjesovita Srednja Skola Travnik ) gitmeye başlamışlar.
Doğrusu, bu duruma üzülmemek elde değildi. Nereden nereye… Ortak payda olarak, kala kala,  ikiye bölünmüş bir okulun çatısında buluşabilen Boşnaklar ve Hırvatların, geçmişte çok daha büyük ve anlamlı ortak paydaları vardı. Yugoslavya dediğimiz bu çatı altında, altı cumhuriyet ve iki özerk bölge; din ve milliyetlere saygı çerçevesinde, dünyaya örnek ve model oluşturmuşlardı. Ama bir gün Slobodan Milosevic, Radovan Karadzic ve Ratko Miladic gibi birileri çıkarak, kafalarındaki “Büyük Sırbistan” hayali uğruna, bombanın fitilini ateşlediler. Din ve milliyetler arasındaki o hassas, ama hayati dengeleri bozarak, savaşı başlattılar, Yugoslavya’nın birlikte ve barış içinde yaşama ideallerini yok ettiler. Savaş sonunda üçü de, “Lahey Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi”nde, “Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suç”tan yargılandılar. Milosevic, dava devam ederken 2006 yılında hücresinde ölü bulundu. Karadzic( Bosna Kasabı ), 2008’de yakalandı ve 2016 yılında Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suç’tan 40 yıl hapse mahkûm oldu. Ratko Miladic, 2011 yılında yakalandı, 2017 yılında Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suç’tan müebbet hapse mahkûm edildi. 
Travnik Lisesi’nde sembolleşen bu insanlık dramı, Srdjan Sarenac( Srdana Sarenca ) isimli bir Bosnalı sinemacı tarafından “İki Okuldan” adıyla 47 dakikalık bir belgesel film haline getirilmiş. Filmde, aynı binayı paylaşan, ama birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan Boşnak ve Hırvat öğrencilerin, yılda bir defa futbol turnuvası nedeniyle sosyal iletişimde bulunmaları, konu ediliyor. Film, 25 Şubat 2017 – 5 Mart 2017 tarihleri arasında, ZAGREBBOX Zagreb Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde gösterilmiş.
Unutmadan… Travnik Lise binasının yapımı, 1882 – 1888 yılları arasında ve üç aşamada gerçekleştirilmiş. Binanın mimarı ise İvan Holz.                                                               
                                                                   ***
Süleymaniye Camii( Alaca Camii )
süleymaniye camii-travnik
Süleymaniye Camii, Alaca Cami diye de biliniyor
Travnik’in en beğendiğim camilerinden birisi de Süleymaniye Camii oldu. Cami, Travnik’in en canlı ve kalabalık yerlerinden Donja Carsija( Aşağı Çarşı ) Caddesinde bulunuyor. Dış cephesindeki süslemelerden dolayı halk arasında “Alaca Cami” diye de anılıyor. Bu camiyi görünce, Kalkandelen( Makedonya )’deki Alaca Camii’ni hatırladım. Kalkandelen’deki Cami’nin süslemeleri daha yoğun ve renkleri daha canlı gibiydi. Balkanlarda bu tarzda süslemeli başka camiler de var. Bunlara halk arasında “Alaca Cami” deniyor.


süleymaniye camii-travnik
Süleymaniye Camii'nin pirinç levhası maalesef leke ve pas içindeydi
Cami’nin etrafını dolaşırken, Cami’nin tarihçesinden bahseden pirinç bir levha görünce, sevindim. Zira birçok tarihi eserin üzerinde, açıklayıcı levha konmamıştı. Bunu yapmak çok kolay olduğu halde, ihmal ediliyordu. Bu Camide açıklayıcı levha vardı, ama bu defa da leke ve pas içinde olduğu için güçlükle okunabiliyordu. Cami’nin bulunduğu bu yerde daha önce, 16. Yüzyılda inşa edilmiş olan Gazi Aga Camii varmış. Bosnalı Vezir Sopa Salan Kamil Ahmet Paşa, 1757 yılında burada yeni bir cami inşa ettirmiş. Cami taş sütunlarla desteklenmiş ve zeminde bir çarşı( bezistan/bedesten )  yapılmış. 1815’deki yangından sonra Bosnalı Vezir Süleyman Paşa Skolpjak( Uskolpje/Gornji Vakuf’den Süleyman Paşa )tarafından yenilenmiş. Bu yenileme sırasında, caminin içinde ve dışında süslemeler yapıldığı için, Alaca Camii ismini almış.


süleymaniye camii-travnik
Süleymaniye Camii
Caminin altındaki çarşıyı geziyorum. Vakfa ait dükkânlardan, sağ köşede bulunan bir hediyelik eşya dükkânına girdim. Dükkân sahibi, sattığı hediyelik eşyaların bazılarını kendisi yapıyormuş. Ahşap plakaların her birine Travnikle ilgili resimlerin yapıştırıldığı ve masada durması için kenarına küçük bir odun parçasıyla ayak yapıldığı bu masaüstü hediyeliklerden birkaç tane aldım. Sahibi ile biraz ahbaplık ettim. Adı, Nermin’miş. Bizde kadın ismi olan Nermin, Bosna’da erkek ismi de olabiliyormuş, demek ki.

Lukacka Camii


lukacka camii-travnik
Lukacka Camii'nin son cemaat yeri ve kapısı dikkat çekiciydi

lukacka camii-travnik
Lukacka Camii
Bosanska Caddesi üzerinde yürürken Lukacka Camii’ni gördüm. Dört basamakla çıkılan, ince zarif sütunların çevrelediği son cemaat yeri ve renkli, desenli kapısıyla dikkati çekiyor. 18. Yüzyılın sonunda inşa edilmiş. 1903’deki büyük Travnik yangınında hasar görmüş. Sonradan aslına uygun alarak yenilenmiş.

Hacı Alibegova Camii
hacı alibegova camii-travnik
Hacı Alibegova Camii Bosanska Caddesi üzerinde bulunuyor


hacı alibegova camii-travnik
Hacı Alibegova Camii
Bosanska Caddesi üzerinde bulunuyor. Cami girişindeki Boşnakça ve İngilizce yazılı levhalardan, Bosna Veziri Mehmet Kukoviç Paşa tarafından 1757-1759 yılları arasında inşa ettirildiği anlaşılıyor. 1815 yılındaki yangından sonra, 1872 yılında, Hacı Alibey Hasanpaşa tarafından yenilenmiş. Caminin yanında, 18. Yüzyılda inşa edilmiş olan bir saat kulesi var. 
Türbe
türbe-travnik
Bosanska Caddesi üzerinde on metre arayla iki ayrı türbe
Bosanska Caddesi üzerinde bulunan, on metre arayla, farklı mimarideki iki ayrı türbe ve bu türbeler arasındaki çeşme; tarihi açıdan çevreye eşsiz bir zenginlik katmış. 
perişan mustafa paşa türbesi-travnik
Perişan Mustafa Paşa Türbesi
Perişan Mustafa Paşa Türbesi: 1796 – 1798 yılları arasında Bosna Vezirliği yapmış. 1800 yılında inşa edilen Türbe, köşeli baklavalarla süslü başlıkları olan altı sütun üstüne kurulmuş. Altı köşe planlı, kubbeli ve açık tarzda bir türbe.
Muhsinzade Abdullah Paşa ve Hafız Celaleddin Paşa Türbesi: Baklava başlıklı, sekiz mermer sütun üzerine inşa edilmiş. Kubbeli ve açık tarzdaki türbenin üzerinde, diğer türbede olduğu gibi, tel kafes bir kubbe bulunuyor. Sağdaki kabir Celaleddin Paşa’ya, soldaki ise Abdullah Paşa’ya ait. Abdullah Paşa’ya ait olanın kitabesi 1738, Celaleddin Paşa’ya ait olanın ise 1813 tarihli.
Travnikli Vezir Mustafa Paşa( Jeni – Seherlije ) Mezarı
vezir mustafa paşa mezarı-travnik
Mehmet Paşa Medresesinden zamanımıza kapısı gelebilmiş

vezir mustafa paşa mezarı-travnik
Travnikli Vezir Mustafa Paşa'nın mezarı
Bosanska Caddesi’nin Gimnazijska Caddesiyle kesiştiği yerin yakınında, türbe ve çeşmenin karşısında,  kemerli, tarihi bir kapıdan girilen bir geçit var. Bu geçidin sağ tarafındaki küçük bir mezarlıkta, dört kabir bulunuyor. Bu kabirlerden birisi Travnikli Vezir Mustafa Paşa’ya ait. Burası aslında, Bosnalı Vezir Mehmet Kukoviç Paşa tarafından 1760 yılında yaptırılan Mehmet Paşa Medresesi’ymiş. Ancak zamanımıza kadar sadece bu kapı ve birkaç mezar gelebilmiş.   
Aziz İvana Katolik Kilisesi
aziz ivana katolik kilisesi-travnik
Aziz İvana Katolik Kilisesi
Bosanska Caddesi üzerindeki dikkati çeken yapılardan birisi de bu kiliseydi. Bahçesinde İvo Andriç’in bir büstü bulunuyordu.
                                                                ***
Travnik'teki Diğer Gezilecek Yerler
14. yüzyılın sonlarında Bosna Kralı II. Tvrtko tarafından yaptırılan, Fatih Sultan Mehmet’in fethinden sonra içinde bir cami inşa ettirilen Travnik Kalesi; 1706 yılında, İbrahim Paşa tarafından inşa ettirilen Elçi İbrahim Paşa Medresesi, benim gezmeye fırsatımın olmadığı, Travnik’te gezilecek, görülecek yerler arasında bulunuyor.

SARAYBOSNA


saraybosna
Saraybosna
Saraybosna, Bosna – Hersek’in başkenti ve en büyük şehri. Ayrıca, Bosna Hersek Federasyonu’nun fiili başkenti. Nüfusu, 2013 sayımına göre, 275.524. Etnik dağılım şöyle: Boşnak 222.457 ( % 80,74 ), Sırp 10.422( % 3,78 ), Hırvat 13.604( % 4,94 ), Diğer 29.041( % 10,54 ).

Bugünkü Saraybosna’nın ortaya çıkması, 1463 yılında Osmanlıların bölgeyi fethiyle başlamış. Daha önce Üsküp Sancak Beyliği de yapmış olan İshakoğlu İsa Bey, 1464 yılında Bosna Sancak Beyi olunca, Miljacka Nehri’nin kenarında bir cami( Hünkâr Camii), bir hamam, kapalı bir pazar yeri ve birkaç ev olmak üzere bir dizi yapı inşa ettirir. Böylece gelecekteki büyük şehrin temelleri atılmış olur. Cami’ye Fatih Sultan Mehmet’in onuruna “Hünkâr Camii” ismi verilir.


mareşal tito caddesi-saraybosna
Saraybosna - Mareşal Tito Caddesi
İshakoğlu İsa Bey, bu defa Miljacka Nehri’nin karşı yakasında birçok dükkân ve kervansaray inşa ettirerek bugünkü Başçarşı’yı kurar. Hünkâr Camii etrafında yaşayan Saraybosna halkının, şehrin bu yeni ekonomik merkezine ulaşmaları için nehrin üzerine bir köprü yaptırır. Şehir, Saraybosna( Bosna’nın sarayı ), yerel dilde de Sarayevo( Saray Ovası ) adını alır.

Bosna’daki halkın, yerleşik Hristiyan inancından çok farklı bir Hristiyanlık inanışında olmaları ve kilise tarafından baskı görmeleri, hızla İslamiyet’i kabul etmelerine sebep olmuştu. Bosna’nın heyecanla İslamlaşmasını, Bosna beylerinin önderliği ile şehrin yapılaşması takip etti. Camiler, medreseler, tekkeler, hanlar, hamamlar, sebiller, köprüler, bedestenler inşa edildi.  Bunun sonucunda da, mimarisiyle, kültürüyle, yaşam tarzıyla, Avrupa’da, bir Osmanlı-Türk ruhu taşıyan bugünkü Saraybosna şehri ortaya çıktı. Saraybosna; 1463 – 1552 yılları arasında Bosna Sancak merkezi, 1639 – 1686 yılları arasında ise Bosna Eyalet merkezi oldu.


saraybosna
Saraybosna 
Mevcut Müslüman, Katolik ve Ortodoks nüfusa ilaveten, 15. yüzyıl sonlarında İspanya’dan sınır dışı edilen Yahudilerin yerleşmesiyle; şehir için artık, yeni bir dönem başlıyordu. Şehir yüzyıllar sonra, farklı inançtaki insanların bir arada yaşadığı örnek şehir olarak gösterilecek, Avrupa’nın Kudüs’ü olarak anılacaktı. 1909 yılında yapılan bir sayımda, Müslümanlar %50, Katolikler % 25, Ortodokslar % 15, Museviler % 10 oranındaydı. Günümüzde, aynı mahallede, Cami, Katolik Kilisesi, Ortodoks kilisesi ve Sinagogu olan tek Avrupa şehri, Saraybosna’dır.


saraybosna
Saraybosna - Parkta satranç
I.Dünya Savaşı’nı tetikleyen, Avusturya Veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın bir Sırp öğrenci olan Gavrilo Princip tarafından 28 Haziran 1914’de öldürülmesi olayı, Saraybosna’da, meydana geldi.

1984 Kış olimpiyatları bu şehirde yapıldı.

Saraybosna şehri, Bosna savaşı sırasında, 5 Nisan 1992’den, 29 Şubat 1996’ya kadar süren bir kuşatma yaşadı. Bu, modern savaş tarihinin en uzun kuşatmasıydı. Saraybosna’yı çevreleyen tepelerde yerleşik 18.000 kişilik Sırp Ordusu, kuşatma süresince, toplar, tanklar, diğer ağır silahlar ve keskin nişancılarla şehri ateş altında tuttu. 1.500’den fazlası çocuk olmak üzere 11.541 kişi hayatını kaybetti, 56.000 kişi yaralandı. Bosna Savaşı sırasında, % 66’sı Boşnak, % 25’i Sırp, % 8’i Hırvat olmak üzere toplam 110 bin kişi ölmüştü. 

Saraybosna Gezisi Başlıyor
Travnik’ten, Saraybosna’ya geliyorum. Bir gün önce, Booking.com’dan, bir apart otelde yer ayırtmıştım. Adrese geldiğimde, kimseyi bulamadım. Perdeler kapalı ve içeriden ses yoktu. Telefon da cevap vermiyordu. Tesisin faaliyette olduğuna dair hiçbir belirti bulunmuyordu. Herhalde faaliyetine son verdiği halde, bu bilgiyi güncellemeyen bir tesise denk gelmiştim. Kendime bundan bir ders çıkartıyor ve Booking.com’dan teyit aldıktan sonra, rezervasyon yaptığım yeri aramam gerektiğini de öğrenmiş oluyordum.
Saat 16.00 olmuştu ve ben şimdi bu aksilik nedeniyle, yeniden otel aramak zorunda kalmıştım. Hızlı hareket etmem gerekiyordu. Tesadüfen, arabayı park ettiğim sokakta bir otel gördüm. Resepsiyondaki Boşnak genç, yardımcı olmaya çalıştı. Fiyatı 40 Euro’dan 20 Euro’ya kadar düşürdü. İçinde bulduğum duruma göre fiyat uygundu. Başçarşı’ya 300-400 metre mesafedeydi. İki gecelik ücret olan 40 Euro’yu hemen ödeyip, eşyaları odama çıkarttım.
İslami Bilimler Fakültesi( Fakultet İslamiskih Nauka u Sarajevu )
fakultet islamiskih nauka u sarajevu
İslami Bilimler Fakültesi
Odamda biraz dinlendikten sonra keşif heyecanıyla kendimi dışarı atıyorum. Gündüz gözüyle dolaşabilmek için yaklaşık üç saatim vardı. 5 dakikalık bir yürüyüşten sonra Başçarşı Meydanı ve Sebil’de olacaktım. Ancak yolun yarısına gelmiştim ki, sağ tarafımda çok farklı bir mimaride inşa edilmiş, anıt bir yapıya rastladım. Endülüs mimarisine de benzeyen bu yapıyı merak edip, öğrendim.
Bina, Avusturya – Macaristan vatandaşı, Çek asıllı mimar Karel Parik tarafından 1887 yılında yapılmış. Benim merak ettiğim ve “Endülüs Mimarisine” benzettiğim tarz ise; “Mağrip tarzını yeniden canlandırma” diye tercüme edebileceğimiz, “Magrip Revival”mış. Mağrip, Endülüs’le beraber, Tunus, Fas, Cezayir gibi ülkeleri kapsayan genel bir kavram.
Bina, bir süre Şeriat Okulu olarak kullanılmış. Saraybosna Şehir Müzesi, 1949 yılında bu binada açılmış ve çeşitli koleksiyonlar sergilenmiş. Günümüzde ise, İslami Bilimler Fakültesi olarak kullanılıyor.
Binanın mimarı Karel Parik’ten biraz bahsetmek istiyorum. Hikâyesi ilginç geldi bana. Çek asıllı mimar, bugün Çek topraklarında kalan Velis u Jicina’da doğmuş. 1883 yılında, 26 yaşındayken Saraybosna’ya gelmiş. Bosna’da, 70’i Saraybosna’da olmak üzere 150 bina tasarlamış. Saraybosna’da bulunan; Bosna Hersek Ulusal Müzesi, Ulusal Kütüphane, Saraybosna Ulusal Tiyatrosu, Saraybosna Hukuk Fakültesi, Aşkenazi Sinagogu gibi binaların tasarımı Karel Parik’e ait. Ulusal Kütüphane( Vijecnica ), Hukuk Fakültesi ve Aşkenazi Sinagogu binaları “Magrip Revival” tarzında yapılmış. 1942 yılında Saraybosna’da 84 yaşında ölen Mimar’ın mezarı, Saraybosna’da bulunuyor.
Başçarşı meydanı ve Başçarşı Sebili
saraybosna başçarşı sebili
Başçarşı Meydanı ve Başçarşı Sebili

saraybosna başçarşı meydanı
Başçarşı Meydanı ve Başçarşı Sebili
Biraz yürüdükten sonra, Saraybosna’nın simgesi olan Başçarçı’ya geliyorum. Başçarşı Meydanı ve Başçarşı Sebili karşılıyor beni. Osmanlı tarzındaki, kubbeli ve bir bölümü ahşap olan tarihi şadırvan, Başçarşı’nın göz bebeği ve ilgi odağıydı. Sebilin mermer basamaklarında oturup sohbet edenler, meydana taşmış kafelerde mola verenler, meydanı çevreleyen tek katlı kırmızı kiremitli dükkânlarda alış veriş yapanlar, güvercinleri besleyen çocuklar, Başçarşıyı dolaşanlar… Benim gözlemlediğim, bütün bu alandaki insanların ortak noktası, neşeli, mutlu, canlı ve enerji dolu olmalarıydı. Anlaşılan, Başçarşı ve Sebil’e gelenler, farkında olmadan, onun yaydığı pozitif enerjiyi de alıyorlardı.
başçarşı meydanı-saraybosna
Başçarşı Meydanı'ndan


başçarşı meydanı-saraybosna
Başçarşı Meydanı'ndan
Saraybosna’nın en ünlü buluşma noktalarından birisi olan Sebil, 1753 yılında Vezir Mehmet Kukoviç Paşa tarafından yaptırılmış. Saraybosna Şehri’nin bir hediyesi olarak, Sebil’in birebir örnekleri( replika ), Belgrad( Sırbistan ), St. Louis, Missouri( A.B.D. ), Novi Pazar( Sırbistan ) şehirlerinde de bulunuyor.
Başçarşı( Başçarşija )
curciluk veliki caddesi-saraybosna
Curciluk Veliki Caddesi
Başçarşı, Saraybosna’nın tarihi merkezini oluşturan “Stari Grad” yani Eski Şehir’de bulunuyor. Şehrin en eski çarşısı, tarihi ve kültürel merkezi. Çarşı’nın kuruluşu, 1464 yılında Bosna sancak Beyi olan İshakoğlu İsa Bey’e dayanıyor. İsa Bey, çarşının bugün bulunduğu yere birçok dükkân ve kervansaray inşa ettirerek bugünkü Başçarşı’yı kurmuş.
gazi hüsrev caddesi-saraybosna
Gazi Hüsrev Caddesi
1541 yılındaki vefatına kadar 17 yıl Bosna Sancak Beyliği yapmış olan Gazi Hüsrev Bey, Başçarşı’ya birçok eser kazandırarak, Başçarşı’nın bir çekim merkezi olmasını sağlamış. Bu eserler arasında, iki bedesten, cami, kütüphane, han, kervansaray ve medrese de vardır. Bölgesinde önemli fetihlerde de bulunmuş olan Gazi Hüsrev Bey’in babası Boşnak, annesi ise Sultan II. Bayezid’in kızı Selçuk Hatun’dur.
Ünlü seyyah Evliya Çelebi, 1659 yılında Saraybosna’ya yaptığı ziyarette,  Çarşı’nın çok iyi bir plana göre inşa edildiğini, her şeyin bulunabileceği 1080 dükkân olduğunu, yazmış Seyahatnamesinde.  
Bugün, yüzyıllardan sonra, yangınlarla küçülmüş olmasına rağmen, mevcut sokakları, dükkânları, bedestenleri, camileri, hanları ile Başçarşı,  hâlâ Osmanlı – Türk çarşısı olma özelliğini devam ettiriyor. Bu yönüyle turistlerin ilgi odağı oluyor.
Gazi Hüsrev Bey Camii
ferhadiya caddesi-saraybosna
Ferhadiye Caddesi-Saat Kulesi ve arka planda Gazi Hüsrev Bey Camii
Sebil’den sonra, Başçarşı’ya, Saraci Caddesi’nden giriyorum. Biraz yürüyünce solda, Saraybosna’nın en büyük ve en güzel camilerinden birisi olan Gazi Hüsrev Bey Camii’ne geliyorum. Mimarı, Acem Esir Ali olan Cami, 1531 yılında Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından inşa ettirilmiş. Cami’nin avlusuna girişte, sağ tarafta danışma Bürosu’nu görünce, kendime yeni bir harita aldım. Bundan sonrası için bana çok faydalı oldu. Saraybosna’nın bu en büyük ve en güzel Camisi’nin sol tarafında Gazi Hüsrev Bey’in, onun yanında da, Kethüdalığını yapmış olan Murat Bey’in türbesi var. Murat Bey ve neslinden gelenler, Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nın yürütülmesi ve yaşatılması ile görevlendirilmişler. Avlunun ortasında, ince sütunlar üzerinde oturtulmuş kubbesiyle, zarif bir şadırvan bulunuyor. 
Cami’nin avlusundayken kulağıma Türkçe konuşmalar çalınıyor. Kendimi, bir an Ülkemdeymiş gibi hissediyorum. Turla geldiklerini zannettiğim, 3-4 kişilik bir grup, hangi vakit namazını, hangi camide kılacaklarının değerlendirmesini yapıyorlardı. Kulak misafiri olduğum konuşmalardan şunu fark ediyorum. Bosna, dine dayalı rotalar tespit edip, gezilerini buna göre düzenleyen dini turların da, bir merkezi haline gelmiş. Mütedeyyin vatandaşlarımız için de bir çekim merkezi olan Saraybosna, boşuna “Avrupa’nın Kudüs’ü” diye isim yapmamış.
Yeni aldığım harita, eskisine göre daha detaylı. Cami’den ayrılmadan önce kısa bir plân yapıp, gezime devam ediyorum.
Morica Han
morica han-saraybosna
Morica Han
Gazi Hüsrev Bey Camii’nin karşısında Morica Han var. Kapısından içeri girip bir göz atıyorum. Kare şeklinde inşa edilmiş olan hanın giriş katındaki odaları, hediyelik eşya dükkânları olarak kullanılıyor. Ortasında büyükçe bir ağacın olduğu geniş avlusu, kafe haline getirilmiş. Başçarşı’da tarihi yaşarken yorulanlar açısından, bu tarihi atmosferde mola vermek, güzel bir fırsat.
Morica Han, 1551 yılında inşa edilmiş. 1697 yılında çıkan yangından sonra yenilenip, bugünkü halini almış. 300 yolcu ve 70 ata ev sahipliği yapabilmesiyle bir kervansaray olarak da değerlendirilen Han, halen Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nın yönetiminde bulunuyor.
Gazi Hüsrev Bey Medresesi( Kurşunlu Medresesi ) ve Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi
Gazi Hüsrev Bey Camii’nin karşısında, solda Gazi Hüsrev Bey Medresesi bulunuyor. 1537 yılında külliye ve medrese olarak inşa edilmiş. Açık avlulu medreselerin önemli örneklerinden birisi sayılır. Kubbe örtüsünün kurşunla kaplanmış olmasından dolayı halk arasında Kurşunlu Medrese olarak da biliniyor. 1910 yılında esaslı bir onarım görmüş. Külliye kapsamında, Medrese’nin yanında 50.000 ciltlik büyük bir kütüphane yapılmış. Ancak bu külliyeden, zamanımıza kadar sadece Medrese sağlam kalabilmiş. Kütüphane ise yangında yok olduğu için yerine bugünkü modern kütüphane yapılmış.
Saat Kulesi
saat kulesi-saraybosna
Saat Kulesi
Saat Kulesi, 17. yüzyılda Gazi Hüsrev Bey Vakfı geliriyle inşa edilmiş. Yüksekliği 30 metre. 1697 ve 1831 yıllarında büyük hasar gördükten sonra, 1834 yılında onarımdan geçirilmiş.  Gazi Hüsrev Bey Camii’nin hemen yanında bulunuyor. Saat Kulesi’nin en önemli özelliği, saatin ay takvimine göre çalışması. Saat, namaz vakitlerini gösteriyor. Kuledeki saat 12’yi gösterdiğinde, akşam namazı vaktinin gelmiş olduğu anlaşılıyor. Yani saat, günbatımı 12 olacak şekilde ayarlanıyor.
Gazi Hüsrev Bey Bedesteni
gazi hüsrev bey bedesteni-saraybosna
Gazi Hüsrev Bey Bedesteni
Gazi Hüsrev Bey tarafından 1540 yılında yaptırılmış. Dört farklı girişi bulunan Bedesten’de 70 kadar dükkân bulunuyor. Gazi Hüsrev Begova Caddesi üzerinde de bir girişi var.
Saraybosna Katedrali( Kutsal Kalp Katolik Katedrali )
saraybosna katedrali
Kutsal Kalp Katolik Katedrali( Saraybosna Katedrali ) 
Saraci Caddesi’nden yürümeye devam ediyorum. Başçarşı’da görülebilecek hemen hemen her yeri görmüştüm. Yavaş yavaş da, Başçarşı’dan uzaklaşıyorum. Cadde devam ediyor, ama ismi şimdi Ferhadiya oluyor. Başçarşı’nın Osmanlı - Türk mimarisi ve yapılaşması, yerini Avusturya – Macaristan ve devamı olan bir tarza bırakıyor. Böylece, Saraybosnalı Katolikler için önemli bir sembol olan Saraybosna Katedrali( Kutsal Kalp Katedrali )’ne geliyorum.
İki kuleli olan Katedral, 1884 – 1887 yılları arasında inşa edilmiş. Kulelerin yüksekliği 43,2 metre. Bosna – Hersek’teki en büyük katedral. Neo Gotik tarzda ve Paris’teki Notre Dame Katedrali’nden esinlenilerek yapılmış. Mimarı Josip Vancas, 1859 -  Sopron( Macaristan ) doğumlu bir Hırvat. Saraybosna kuşatması sırasında hasar gören bina, daha sonra tekrar yenilenmiş.  Katedral, aynı bölgede bulunan diğer dini mabetlerle birlikte, farklı inançların bir arada barış içinde yaşamalarını simgelemesi açısından önemli.
Sırp Ortodoks Katedrali( Theotokos Doğuş Katedrali )
saraybosna theotokos doğuş katedrali
Sırp Ortodoks Katedrali( Theotokos Doğuş Katedrali )
Bu defa, Saraybosna Katedrali’ne 200 metre mesafede bulunan Sırp Ortodoks Katedrali’ne geliyorum. Katedralin inşaatı, toplanan bağışlarla 1863 yılında başlamış. Padişah Abdülaziz ve Sırbistan Prensi Mihailo Obrenovic, sembolik olarak her biri 500 altın bağışlamış. Katedral 1872 yılında tamamlanmış. Günümüzde Katedralin bir kısmı İktisat Fakültesi olarak kullanılıyor. Barok tarzında yapılmış.
Avusturya Veliahdına Suikast ve Latin Köprüsü
latin köprüsü-saraybosna
Latin Köprüsü
Artık rotamı Miljacka Nehri’ne doğru çeviriyorum. İlk durağım Latin Köprüsü. Köprü 1541 yılında Sirmerd oğlu Hüseyin tarafından yapılmış. Ahşaptan yapılan bu ilk köprünün yerine Ali Ayni Bey tarafından 1565 yılında taş bir köprü inşa edilmiş. 1791 yılında selde zarar gören bu köprü, Saraybosna Tüccarı Abdullah Aga Briga’nin parasal desteği ile 1798’de yenilenmiş ve zamanımıza kadar gelmiş.

Köprünün ismi nereden geliyor? Miljacka Nehri'nin sağ kıyısını, diğer yakada, Hristiyanların( Katolikler ) yaşadığı mahalleye bağladığı için zamanla ismi Latin Köprüsü olmuş. 
latin köprüsü-saraybosna
Latin Köprüsü'nden
Latin Köprüsü’nün asıl önemi; 28 Haziran 1914 tarihinde, Avusturya Veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın, köprünün kuzey ucunda, Sırp öğrenci Gavrilo Princip tarafından suikasta uğrayıp öldürülmesi ve bu olayın I. Dünya Savaşı’nı tetiklemesiydi. Suikastın işlendiği noktada kurulan Saraybosna 1878 – 1918 Müzesi’nde Avusturya – Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand ve eşi Sophie’nin kullandığı eşyalar ve fotoğrafları sergileniyor.
Hünkâr Camii
hünkar camii-saraybosna
Hünkâr Camii
Miljacka Nehri boyunca yürüyorum. Karşı tarafta Hünkâr Camii var. Osmanlı’nın fethinden sonra inşa edilen ilk cami olma özelliğini taşıyor. Cami’nin kısaca tarihçesi şöyle: 1463 yılında Osmanlıların bölgeyi fethetmesinden sonra İshakoğlu İsa Bey, 1464 yılında Bosna Sancak Beyi olur ve Miljacka Nehri’nin kenarında bir cami( Hünkâr Camii), bir hamam, kapalı bir Pazar ve birkaç ev olmak üzere bir dizi yapı inşa ettirir. Böylece gelecekteki büyük Saraybosna şehrinin temelleri atılmış olur. Cami’ye Fatih Sultan Mehmet’in onuruna “Hünkâr Camii” ismini verir. Aynı tarihlerde nehrin karşı yakasında kurulan Başçarşı’ya geçmek için bir de köprü yaptırır. 
seher çehajina köprüsü-saraybosna
Seher Çehajina Köprüsü
Ahşaptan yapılan ilk caminin tahrip olması üzerine 1565 yılında cami, yeniden ve daha büyük olarak inşa edilmiş. Caminin haziresinde, Saraybosna’da yaşayan tanınmış isimlerin yanında, vezirler, mollalar, müftüler ve şeyhlerin mezarları bulunuyor.

Milli Kütüphane( Saraybosna Belediye Binası/Sarayı – Vijecnica )
vijecnica-saraybosna
Milli Kütüphane( Saraybosna Belediye Binası/Vijecnica )

Bina, 1891 yılında Çek Mimar Karel Parik tarafından tasarlanmış. Mimar Parik’in projeden ayrılması üzerine, aynı proje, Mimar Parik’in tasarımına sadık kalınarak Mimar Alexander Wittek( 1892 – 1893 ) ve Mimar Ciril İvekovic tarafından 1896 yılında tamamlanmış. Bina, “Magrip Revival” tarzında tasarlanmış ve inşa edilmiş. 1896 -1949 yılları arasında Saraybosna Belediye Binası/Sarayı olarak kullanılan bina, halen Milli Kütüphane olarak hizmet veriyor.
Bina, Saraybosna Belediye Sarayı olarak kullanıldığı dönemde, Avusturya Veliahdı Franz Ferdinand’ın suikasttan kısa bir süre önce burada bir kokteyle katılmış olmasıyla da bilinir( 28 Haziran 1914 ). Ferdinand, geçit törenine buradan başlamış.
İnat Evi( İnat Kuca ) ve Hikayesi
inat kuca-saraybosna
İnat Evi( İnat Kuca )
Milli Kütüphane’nin karşısında, nehrin diğer yakasında, iki katlı Osmanlı tarzında yapılmış bir ev olan İnat Kuca’yı görüyor ve oraya doğru gidiyorum. Sonradan, İnat Kuca( İnat Evi )’nın, Milli Kütüphane binası ile bağlantılı ilginç bir hikâyesi olduğunu öğreniyorum. Avusturya – Macaristan İmparatorluğu, Saraybosna’yı Osmanlılardan aldıktan sonra, şehre, bir saray( Saraybosna Belediye Sarayı ) yaptırmak ister. En uygun alan da, şimdiki Milli Kütüphane’nin bulunduğu yerdir. Ama burada iki katlı, Osmanlı tarzında yapılmış bir konak vardır. Çok büyük paralar teklif edilmesine rağmen, konak sahibi “Nuh der, peygamber demez”, evini ve arazisini satmaya bir türlü razı olmaz. Sonunda, nehrin karşı kıyısında kendisine bir arsa verilmesi ve bu arsaya şimdiki evinin, aynı malzemeleriyle, birebir taşınması şartıyla, burayı boşaltmaya razı olur. İmparatorluğun mimarları devreye girer ve evi birebir şimdiki bulunduğu yere taşırlar. İnat Evi halen restoran olarak kullanılıyor ve şimdi Milli Kütüphane olarak kullanılan, yerine yapılmış o eski Saraybosna Belediye Sarayı ile karşı karşıyalar.
VİŞEGRAD
vişegrad
Vişegrad
Vişegrad, Saraybosna’nın 112 km doğusunda, 10.668 nüfuslu bir kasaba. Bosna Hersek’e bağlı Sırp Cumhuriyeti topraklarında bulunuyor. Drina ve Rzav nehirlerinin kesiştiği bir coğrafyada konumlanmış. 1454 yılında Osman Paşa tarafından fethedilişinden 1878 Berlin Kongresi’ne kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış.
vişegrad
Vişegrad
Vişegrad, aynı zamanda Nobel ödüllü yazar İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” romanına konu olan Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü’nün bulunduğu şehir. Romanını okuduğum için Balkan gezime özellikle dâhil ettiğim Vişegrad’ı ve Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü’nü görmek üzere Saraybosna’dan yola çıkıyorum. Günübirlik gidecek ve Saraybosna’ya döneceğim.
vişegrad
Vişegrad
Sabah 8.30’da Otel’den ayrılıyorum. Saraybosna’nın’nın yolları dar, inişli, çıkışlı… Bir yabancı için araba sürmek böyle ortamlarda ürkütücüydü. Yol bulucum( navigasyon ) da, nedense beni Saraybosna’nın tepelerine, zirvelerine atıyordu. Yolun yanlış olduğunu biliyordum, ama bu vesileyle de yeni yerler keşfediyordum. Yolun inişinde, sabah güneşinin en iyi olduğu bir zamanda çok güzel bir panoramik manzarayı yakalayınca, çektiğim zahmetin karşılığını görmüş oldum. Aracımı uygun bir yere çekip bu fırsatı kaçırmıyor, iki farklı yerde kuşbakışı Saraybosna fotoğrafları çekiyorum. Ardından Vişegrad'a devam.
Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü( Drina Köprüsü )
vişegrad drina köprüsü
Vişegrad-Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü( Drina Köprüsü )
Sonunda Vişegrad ve Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü uzaktan görünüyor. Şehir, köprünün diğer tarafında bulunuyor. Ben her ihtimale karşı bulunduğum noktadan köprüyü çekiyorum. Biraz bekleyip, yoldan geçen birisine, köprü arka planıyla kendi fotoğrafımı çektirdim. Adam orta yaşlı bir köylüydü. Fotoğraf çektirme bahanesiyle Miki ile çat pat da olsa biraz sohbet ettik. Sonra arabamla bir sonraki köprüden, aynı zamanda şehrin merkezi olan, Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü’nün karşı yakasına geçiyorum.
drina köprüsü-vişegrad
Vişegrad-Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü
Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa adına, Mimar Sinan tarafından 1571 -1577 yılları arasında yapılmış. 1664, 1875, 1911, 1939, 1940 yıllarında onarım görmüş. Eni yedi, boyu ise yüz seksen metre. 2007 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınan köprünün 11 gözü var. Mehmet Paşa Sokoloviç adıyla da anılyor
drina köprüsü-vişegrad
Vişegrad-Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü( Drina Köprüsü )
Köprüye bakarken ve köprü üzerinde yürürken, İvo Andriç’in romanını ve Köprü’deki hayatı tasvir edişini hatırlıyorum. İvo Andriç, Köprü’deki Kapiya’yı şu satırlarla anlatıyordu: ”Köprünün aşağı yukarı uzunluğu iki yüz elli, genişliği de on adımdır, tam orta yerinde birbirine eşit iki teras biçiminde genişler. Bu teraslar ortadan geçen araba yolunun iki katı genişliğindedir. İşte köprünün bu bölümüne “Kapiya” derler……Uzunlukları ve genişlikleri beş adım kadar olan bu terasların etrafı köprününkü gibi taş parmaklıklarla çevrilmiştir. Kasabadan gelişte sağdaki terasa Sofa derler. İki basamakla çıkılır. Etrafı taş sıralarla çevrilmiştir. Parmaklıklar bu sıralara arkalık ödevini görür. Basamaklar, sıralar, parmaklıklar hep aynı beyaz taştan yapılmıştır. Sofa’nın karşısındaki sol teras da aynıdır, yalnız boştur. Sırası falan yoktur. Parmaklıkların orta yerinde insan boyunda bir duvar vardır. Onun tepesine mermer bir kitabe konmuştur. Kitabenin üzerine, Türkçe, güzel bir yazı ile manzum olarak köprüyü yaptıranın adı ve yapılış tarihi kazılmıştır. Duvarın dibinde bir çeşme vardır. Suyu taş bir ejderhanın ağzından akar. Bu terasa, cezveleri, fincanları ve her zaman yanan mangalıyla bir kahveci yerleşmiştir. Sofada oturanlara karşıdan karşıya kahve taşır. İşte Kapiya burasıdır…..”
sokullu mehmet paşa köprüsü
Vişegrad - Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü( Drina Köprüsü ) - Sofa
Bir süre Köprü’deki Sofa’ya oturuyor, bir zamanlar insanların kahve içip sohbet ettiği o günleri hayal edip, yaşadıktan sonra buradan ayrılıyorum.
Andricgrad
andricgrad-vişegrad
Vişegrad - Andricgrad

andricgrad-vişegrad
Vişegrad - Andricgrad
Sırplar, “Drina Köprüsü” romanı üzerinden, turizm ve tanıtma adına ellerinden geleni yapıyorlar. Bosnalı Sırp film yapımcısı ve yönetmeni Emir Kusturica tarafından yaptırılan ve 28 Haziran 2014’de hizmete giren Andricgrad da böyle bir proje. Şehrin merkezindeki ve iki nehrin birleşirken oluşturduğu yarımadadaki tesisler bütünü, İvo Andriç üzerine ve ona adanmış. 2005 yılında Ortodoks olan ve Ortodoksluk âlemi tarafından paylaşılamayan(!) Emir Kusturica’nın yeni film projesi, “Drina Köprüsü”ymüş… Emir Kusturica, Vişegrad’a 27 km mesafede olan ve Sırbistan topraklarında bulunan Drvengrad’da, daha önce film çekimi için inşa ettirdiği bir köyde yaşıyor.

andricgrad-vişegrad
Andricgrad'da İvo Andric Heykeli

petar ıı. petrovic njegos heykeli-vişegrad
Andricgrad - Sırp Şairi ve Flizofu Petar II. Petrovic Njegos'un Heykeli

andricgrad-vişegrad
Andricgrad - Ortodoks Kilisesi
Andricgrad, anıt bina ve heykellerin de olduğu, Sırp kimliğini vurgulayan, geniş bir alana yayılmış bir tesisler bütünü. Tesislerin en sonunda, yarımadanın ucunda, çok iyi konumlandırılmış bir Ortodoks kilisesi, kilise ile hem fizik hem de anlam bakımından uyumlu bir heykel, dikkat çekiciydi. Dizlerinin üzerinde tuttuğu bir kitapla oturan figür; 1813 – 1851 yılları arasında yaşamış Karadağ’ın ruhani lideri, Sırp şair ve filozofu Petar II Petrovic Njegos’u canlandırıyor. İvo Andric’in de, iki ayrı yerde heykeli bulunuyordu.  
Vişegrad’ın Hünkâr Camii


hünkar camii-vişgrad
Vişegrad - Hünkâr Camii


vişegrad
Vişegrad
Andricgrad’dan sonra, Vişegrad’ı dolaşmaya devam ediyorum. Şehrin ortasından geçen Rzav Nehri üzerindeki köprüden kasabanın diğer tarafına geçtim. Ahşap minareli bir cami vardı, ama ismini bulamadım. Bulunduğum yerden, beyaz badanası, kırmızı kiremitleri ve zarif minaresiyle başka bir cami gördüm. Caminin adı, Hünkâr Camii( Careva Dzamija ). Bosna Savaşı sırasında 7 Haziran 1992’de, Bosnalı Sırp askerler tarafından yakılmış. Bu konu ile ilgili fotoğraflı bir haber, 8 Haziran 1992’de Şikago Sun Times’da yayınlanmış.  Toplanan bağışlarla, Cami, 2005 yılında yenilenmiş.   

Ölüm İlanı Panosu

vişegrad ölüm ilan panosu
Vişegrad - Ölüm İlan Panosu
Daha önce birkaç yerde gördüğümü hatırladığım, cadde üzerlerindeki ölüm ilanı panosunu bu defa Vişegrad’da fotoğraflama fırsatını buldum. Bu ilanlar tek tek de olabiliyormuş. Ölenin yakınlarının haberdar olmasını sağlayan bu ilanlar, Müslümanlar için cami girişlerindeki panolara asılıyormuş. İlanlar, Müslümanlar için yeşil çerçeveli ve hilalli, Hristiyan ve Museviler için siyah çerçeveli ve haç/Davut yıldızı simgeli oluyormuş. 
Bir Trafik Cezası Muamması/Bilmecesi
Dönüşte, Sarayevo’ya 55 km. kala bir kasabada( Zannedersem Rogatica ) polis çevirdi. Arabayı otoparka çektim. Polis 45-50 yaşlarındaydı. Tek kelime İngilizce bilmiyordu. Anlatmak istediğini anladım. Farları yakmadığım için 50 Bosna Markını postaneye yatırmam gerekiyormuş. Pasaportu, ehliyeti ve ruhsatı aldı. Elindeki kargacık burgacık yazıların( Kiril harfleriydi herhalde ) olduğu bir deftere buradaki bazı bilgileri yazdı. Adam, postaneye 50 Bosna Dinarı yatır diyor, ama bir ceza kâğıdı vermiyor. Bir yazılı belge verse, postaneye gidip bu cezayı yatıracaktım. Polisle bir türlü anlamıyoruz. 2-3 metre yakınımızdaki bir başka kadınla sohbet eden 40’lı yaşlarda bir kadına İngilizce bilip bilmediğini sordum. Bilmiyormuş. Polise; postaneye beraber gidelim diye işaretle anlatmaya çalıştım. Adam sonra, beceriksizce hareketlerle belgelerimi iade edip, gitmemi işaret etti. Bu olan bitenden bir şey anlamamıştım, ama bu sıkıcı durumdan kurtulduğum için rahatlamıştım. Bu olay nedeniyle, trafik cezası kesilmemesi için, gezimin bundan sonrasında farlarımı gündüz de olsa sürekli açık tutmaya başladım.
Vişegrad Katliamı
Çok etnikli, çok dinli yapı, Balkan ülkelerinin ortak bir özelliğidir. Bu nedenle, bununla ilgili bilgi kaynaklarında,  hemen hemen tüm Balkan ülkeleri veya şehirleri, etnik ve dini yapıları itibariyle, yıllara göre karşılaştırmalı olarak verilir. Vişegrad’ın etnik yapısını gösteren 1991 ve 2013 yılı nüfus sayımlarındaki değişimleri görünce gözlerime inanamadım, hayret ettim! Çok uzun yıllar istikrarlı giden nüfus yapısı, birden alt üst olmuştu. Ortaya çıkan rakamlardan, Sırpların, Boşnaklara karşı müthiş bir etnik temizlik uygulamış oldukları anlaşılıyordu.
Boşnak Nüfusu: 1991 yılında Boşnaklar; 13.471 kişiyle, 21.199 nüfuslu Vişegrad’ın % 63,54’nü oluşturuyorlarmış. 2013’de sayıları 12.328 kişi azalarak 1.043 kişiye düşmüş. Bu sayı, 10.668 nüfuslu Vişegrad’ın %  9,77’sine karşılık geliyor. 12.328 kişi azalan Boşnakların, toplam şehir nüfusu içindeki payı, % 63,54’den % 9,77’ye düşmüştü. Oransal azalış % 53,77 ‘ydi.
Sırp Nüfusu: Sırplar açısından, bu nüfus hareketi Boşnakların tam tersine, büyük bir artış göstermişti: 1991 yılında, 21.199 kişilik şehir nüfusunun, 6.743 kişisi, yani  % 31, 80’i Sırp’mış. Bu sayı 2013’de 2.595 kişi artarak, 9.338 kişi olmuş.  10.668 nüfuslu Vişegrad’daki Sırpların oranı % 87,53’ü bulmuş. 2.595 kişi artan Sırpların, toplam şehir nüfusu içindeki payı % 31,80’den % 87,53’e yükselmişti. Oransal artış  % 55, 73 olmuştu. 
Etnik temizlik ve katliam, aşama aşama şöyle gelişmişti: 13 Nisan 1992’de Vişegrad’ı ele geçiren Yugoslav Halk Ordusu’nun 19 Mayıs 1992’de şehirden çekilmesiyle, yerel Sırp liderler Vişegrad ve çevre belediyelerde kontrolü ele alırlar. Kısa bir süre sonra yerel Sırplar, polis ve paramiliterlikler, çatışmanın en kötü şöhretli etnik temizlik kampanyalarından birisine başlarlar. Boşnaklar öldürülür, cesetleri Drina Nehrine atılır, evleri yakılır ve yağma edilir, Kasabanın camileri yakılır, Vilina Vlas Otel’de Boşnak kadın ve kızlara tecavüz edilir…
Bütün bu etnik temizlik ve katliam sonucunda en az 1661 Boşnak ölmüştü. ICTY( Birleşmiş Milletler Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi )’de “İnsanlığa karşı zulüm; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar dâhil olmak üzere önemli sayıda sivilin yok edilmesi” suçları ile yargılanan dokuz sanık, müebbet ile on iki yıl hapis cezalarına çarptırıldılar.
MOSTAR( VE MOSTAR KÖPRÜSÜ )
Mostar’a gitmek üzere sabah 08.30’da Saraybosna’dan yola çıkıyorum. Mostar’a eski yoldan gidiyorum, ama yol bulucum, otoyol tarifini veriyordu. Ben eski yolda ısrar edince, o da eskiye döndü. Yol üzerinde güzel bir göl ve sulak alan(  Jablanica Gölü ) gördüm. Göl kenarında, güzel bir kafeye geldim. Kafe’nin önünde iki tur otobüsü, içeride ve bahçesinde de yolcular vardı. Göl kenarındaki kuşları görünce, ornito fotoğrafçılığım depreşti ve makinamla, kıyıya doğru yürüdüm. Birkaç manzara fotoğrafı ve bir Kaşıkçı Kuşu çektikten sonra Mostar’a devam ettim.


jablanica gölü-mostar
Mostar yolu üzerindeki Jablanica Gölü'nden


jablanica gölü-mostar
Jablanica Gölü'nden - Kaşıkçı Kuşu
Hum tepesi ile Velez Dağı arasında, Naretva Nehri üzerinde bulunan Mostar, Fatih Sultan Mehmet zamanında,  1468 yılında Osmanlı yönetimine girmiş. Önceleri Köprühisar adı verilen şehir, el sanatları ve ticaret merkezi olan "çarşiya" ve yerleşim merkezi olan "mahala"( mahalle ) olmak üzere iki bölgeye ayrılmış.


mostar
Mostar
Mostar, Bosna Savaşı ile zor günler geçirmiş. Mostar’ı ele geçirmek isteyen Sırpların oluşturduğu Yugoslav Halk Ordusu’na karşı, Hırvatlar ve Boşnaklar birlik olmuşlar. Nisan 1992 – Haziran 1992 tarihleri arasındaki savaşta, Sırp güçleri yenilmiş. Ancak Haziran 1993’de Hırvatlar ve Boşnaklar arasındaki ittifak bozulmuş ve Hırvatlar, Doğu Mostar’ı kuşatarak Boşnaklara saldırmışlar. Hırvatların saldırısı sonucunda birçok sivil ölmüş,  Mostar daha fazla harabeye dönmüş. 9 Kasım 1993’de en olmadık şey olmuş, Hırvat tank ateşiyle Mostar Köprüsü havaya uçurulmuş. Sonunda taraflar arasında Mart 1994’de imzalanan Washington anlaşmasıyla savaş bitmiş ve Hırvat-Boşnak federasyonu kurulmuş.


mostar
1992-1994 arasındaki savaşta hasar gören bir ev
Mostar’ın 2013 sayımına göre nüfusu 105.797. Nüfusun etnik dağılımı şöyle: Hırvat 51.216( 48,4 ), Boşnak 46.752( % 44,1 ), Sırp 4.426( % 4,1 ). Bundan önce yapılan 1991 sayımında ise, şehrin nüfusu 126.628. Etnik gruplara göre dağılımı:  Hırvat 43.037, Boşnak 43.856, Sırp 23.846. Şehrin nüfusu, 2013 yılında 21 bin civarında azalmış. Buradaki azalmayla, Sırp nüfus sayısındaki azalma aşağı yukarı aynı. Savaşı kaybeden Sırplar şehri tek edip, kendi bölgelerine gitmişler. Boşnakların nüfusu 3 bin, Hırvatların ise 8 bin artmış.

Mostar Köprüsü

mostar
Mostar Köprüsü
Mostar Köprüsü( Stari Most ), Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1566 yılında yaptırılmış. Mimar Sinan’ın çırağı ve öğrencisi olan Mimar Hayreddin tarafından tasarlanan köprü, 28 metre uzunluğunda ve 20 metre yüksekliğinde. Çevresinde hayranlık uyandıran ve şehrin sembolü haline gelen Mostar Köprüsü, zamanla Osmanlı döneminin en tanınmış mimari yapısı olarak tanınmış ve şehre ismini vermiş. Evliya Çelebi 17. Yüzyılda yazdığı Seyahatnamesinde Mostar’ı şöyle anlatmış: “Köprü, bir uçurumdan diğerine uzanan, gökyüzüne kadar yükselen bir gökkuşağı kemeri gibidir. …Ben, Allah’ın fakir ve sefil kölesi, 16 ülkeden geçtim, ama bu kadar yüksek bir köprü görmedim. Kayadan fırlayıp gökyüzüne kadar yükselir.”
mostar
Mostar Köprüsü

Mostar Köprüsü’nün her iki ucunda bulunan kulelerden sağ taraftakinin adı Tara, sol taraftakinin ise Halebiye. Kuleler, gözetleme ve köprüyü koruma amaçlı yapılmış; mühimmat deposu olarak kullanılmış.
Mostar Köprüsü’nün Yeniden Yapımı
mostar
Mostar Köprüsü - Yeniden yapımda bağışta bulunan devletler/kuruluşlar
9 Kasım 1993 tarihinde Hırvat ordusu tarafından havaya uçurulan Köprü’nün yeniden yapım çalışmalarına; 1997 yılında TİKA, UNESCO, IRCICA ve Dünya bankası işbirliğinde başlanmış. İnşaatı, bir Türk firması olan Er-Bu inşaat üstlenmiş. Köprü’nün orijinal taşları, Macar Ordusu dalgıçları tarafından nehir yatağından bulunup, vinçlerle çıkartılmış. Çıkartılan orijinal taşlar, inşaatı üstlenen firmanın Türkiye’den götürdüğü 65 Türk taş ustası tarafından işlenmiş ve köprü böylece tamamlanmış. Yeniden açılışı 23 Temmuz 2004 tarihinde Prens Charles tarafından yapılan Mostar Köprüsü, 2005 yılında Unesco Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.
                                                                  ***  
Mostar’a girdiğim yerde, yol çalışmaları nedeniyle her taraf kazılmıştı. Benden önce birçok kişinin arabalarını, trafiğe kapalı olan bu yerlere park ettiklerini görünce, ben de arabamı buraya park ettim. Sonra köprüye doğru nehir boyunca yürümeye başladım.


mostar
Lucki Most( Şans Köprüsü ) üzerinden Mostar Köprüsü
Önüme bir köprü geliyor. Bundan sonraki, Mostar Köprüsü. Geldiğim köprünün ismi Lucki Most( Şans Köprüsü ). Şans Köprüsü’nden, Mostar Köprüsü’ne bakıyorum. Manzara şahane, ışık da çok güzel. Şans Köprüsü’nde şansım yaver gitmişti. Birkaç poz Mostar Köprüsü’nü çektikten sonra, kendi fotoğrafımı da birisini bulup çektiriyorum. İyi bir kare Mostar Köprüsü, bütün bir Mostar yolculuğuna değerdi... 

                                                                    ***
mostar
Mostar Köprüsü 


mostar
Mostar Köprüsü - Belli bir ücret karşılığında gösteri atlayışı yapılıyor

Sonunda Mostar köprüsüne geliyorum. Mostar Köprüsü’nün giriş yolu hediyelik eşya satan dükkânlarla doluydu. Ayrıca nehir manzaralı yeşil ağaçlarla bezenmiş lokantalar da, müşteri çekmek için manken gibi güzel kızların elinden broşür dağıtıyorlardı. Köprünün üzeri kalabalıktı. Mayosuyla, köprünün beton korkulukları üzerinde, atlamaya hazır, ayakta bekleyen otuzlu yaşlarında bir adam vardı. Ben de, diğer kalabalık gibi bu atlayışı kaçırmamak için yaklaşıyorum. Kalabalıktan kulağıma yüksek tonda Türkçe sesler geliyor. Nehirden gösteri atlayışını, 25 Euro karşılında yaptıklarını konuşuyorlardı. Bunu duyan biraz uzaktaki abla, bulunduğu yerden bağırıyor: “Bu parayı bana verin, ben atlayayım” diyor. Bizim turculardan bir sonuç çıkmayınca beklemekten vaz geçip, Kujundziluk ve Mala Tepa yönünde yürümeye devam ediyorum.
Kujundziluk Caddesi


kujundziluk caddesi-mostar
Mostar - Kujundziluk Caddesi

mela tepa-mostar
Mostar - Mala Tepa, Kujundziluk Caddesi'nin devamında bulunuyor
Kuyumcu ve Hediyelik eşya satan dükkânların bulunduğu bir cadde. Mostar’ın en kalabalık caddelerinden.

Koski Mehmet Paşa Camii


koski mehmet paşa camii-mostar
Mostar - Koski Mehmet Paşa Camii'nin girişi

koski mehmet paşa camii-mostar
Mostar - Koski Mehmet Paşa Camii
Koski Mehmet Paşa Camii, Kujundziluk Caddesi’nin devamı olan Mala Tepa( anlamı zannedersem “Küçük Tepe )’da bulunuyor. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın ruznamecisi ve tımar defterdarlarından Koski Mehmet Paşa tarafından 1618 yılında taptırılmış. Neretva Nehri kenarında, Mostar Köprüsünü çok iyi gören bir noktada bulunuyor. Ücret karşılığında minareye çıkılıp, panoramik köprü fotoğrafı çekmek mümkün.

Mahmut Baba Türbesi 


mahmut baba türbesi-mostar
Mostar - Mahmut Baba Türbesi
Koski Mehmet Paşa Camii’nin karşısında bulunan Halveti Hanikahının ilk şeyhi Mahmut Baba’nın türbesidir. Ayrıca, Koski Mehmet Paşa Camii’nin inşaatını tamamlamış ve Camiin imamlığını yapmış. 

Tepa Pazarı 

Cami’nin hemen köşesinde bulunuyor. Osmanlı döneminden beri, yoğun bir pazar yeri olarak önemini koruyor. Mevsimimde incir ve narları ile meşhur.

                                                                  ***
Eğri Köprü( Kriva Cuprija )


eğri köprü-mostar
Mostar - Eğri Köprü

eğri köprü-mostar
Mostar - Eğri Köprü
Dönüşte, Köprü’nün solunda, lokantaların bulunduğu yerden, merdivenlerle nehrin kıyısına iniyorum. Köprü manzaraları çekerken, umutla, köprüden atlayış yapacak birisi olur diye bir süre bekliyorum. Olmayınca, gezime devam edip Eğri Köprü( Kriva Cuprija )’ye geliyorum. Bu köprü, Mostar’ın en eski, tek kemer köprüsü özelliğini taşıyor. 1558 yılında Osmanlı Mimarı Cejvan Kethuda tarafından yapılmış. Mostar Köprüsü’nün inşasının başlamasından önce, bu köprünün küçük ölçekte bir test olduğu söyleniyor.  

Keyvan Bey Hamamı


keyvan bey hamamı-mostar
Keyvan Bey Hamamı, halen müze olarak kullanılıyor

Eğri Köprü’ye 100 metre mesafede bulunan Hamam, halen müze olarak kullanılıyor.


POÇİTEL

poçitel
Poçitel, Mostar'ın 30 km güneyinde bulunuyor
Poçitel, Mostar’ın 30 km güneyinde, Lapljina Belediyesi’ne bağlı bir köy. Neretva Nehri’nin sol kıyısında yer alıyor ve Bosna – Hersek Federasyonu topraklarında bulunuyor. Ülkemizde, “Bosna Hersek’teki Osmanlı Köyü” diye de bilinir. 2013 sayımına göre, Köyde 869 kişi yaşıyor.
poçitel
Poçitel
1383 yılında Bosna Kralı 1. Stjepan Tvrtko tarafından yapılan Poçitel Kalesi, daha sonra, Osmanlı tehlikesine karşı, Macar Kralı Korvin tarafından genişletilerek güçlendirilmiş. 1471 yılında kaleyi ele geçiren Osmanlılar, kaleyi büyütmüş ve kalenin altında, bir köy inşa etmişler. Nehir kıyısından başlayan ve dik bir yamaçta yükselen köy, en tepede bulunan Kalesiyle bir bütünlük oluşturmuş, sağlam ve ele geçirilmesi zor bir görünüm kazanmış. Bölgede bulunan sert dayanıklı taşlarla inşa edilen medrese, hamam, kervansaray, çarşı, saat kulesi ve evleri ile bir Osmanlı-Türk kimliği kazanmış.
poçitel
Poçitel
Venediklilerin, 1698 yılında, 15 km mesafedeki Gabela’yı almalarından sonra, Poçitel, Venediklilerle sınır komşusu olmuş ve askeri/stratejik önemi artmış. 1878 yılında Avusturya –Macaristan yönetimine geçen Köy, artık stratejik önemini kaybetmiş ve mevcut yapısını/tarihi dokusunu koruyarak zamanımıza kadar gelmiş. Mevcut Osmanlı kimliğini bu yüzden korumuş olmasına bakarak, bir bakıma stratejik öneminin kaybolması iyi de olmuştur, denilebilir. Poçitel, Unesco Dünya Mirası Geçici Listesi’nde bulunuyor.

                                                                ***
Avusturyalı Türk Gençlerin Vatan Hasreti

Poçitel, Osmanlı köyüne ulaştım. Köy meydanındaki park yerine doğru arabamla ilerliyorum. Köye girerken, 14-18 yaş grubundan, kim olduklarını bilmediğim gençler benim arabayı görünce, arabanın karşısına geçip, sevinç gösterileri yapmaya başladılar. Şaşkınlıkla kendilerine baktığımı gören bu gruptan bir genç delikanlı, arabaya gelerek durumu izah etti: Avusturya’dan geliyorlarmış. 34 plakalı bir Türk aracını Bosna Hersek’te, Osmanlı köyünde görünce çok sevinmişler. Yanında bulunan 15-16 yaşlarındaki kızlar da, sevinç içerisinde benle konuşmaya çalışıyorlardı. Gençlerdeki bu coşku ve heyecan bana da yansımıştı. Onların ilgisine aynı ilgi, canlılık ve güler yüzle karşılık vermeye çalışıyordum. Mostar’a gidiyorlarmış. İstanbullu olduğumu ve tüm Balkanları gezdiğimi söyledim. Zor oldu, ama ayrıldık. Aslında yol tıkanacakmış falan dinlemeden, arabadan inip, arabanın önüne hep beraber, iki tarafıma gençleri alıp, coşku dolu harika bir anı fotoğrafı çok iyi olurdu…
Poçitel Kalesi’nden Poçitel ve Naretva Nehri                                                                                
poçitel
Poçitel - Kaleye giden yol
Poçitel gezimin böyle güzel bir rastlantıyla başlaması, beni zindeleştirdi. Arabamı bıraktığım yerin biraz ilerisindeki tezgâhtan, kâğıt külahların içinde dağ incirlerinden alıp, kaleye doğru yürüdüm. Alçak taş merdivenli sokak, kaleye kadar gidiyordu. Kimi yerde hediyelik eşya satanları, sağ tarafta Şişman İbrahim Paşa Camii’ne gelenlerin yoğunluğunu, yol boyunca Osmanlı yapılarını geçiyor;  ara ara mola verip, hem dinleniyor, hem de fotoğraf çekiyordum. 
poçitel
Kalenin kulesinden Poçitel Köyü ve Naretva Nehri
Kaleye çıktığımda, nefes kesici manzara, bütün yorgunluğumu almıştı. Naretva Nehri tüm maviliği ile yemyeşil ovada sakin sakin akıyordu. Poçitel’in yeşillikler içindeki karşı yamaçlarında, kayrak taşının kendine has rengiyle Osmanlı yapıları, Şişman İbrahim Paşa Camii ve Saat Kulesi; mavi mavi akan Naretva Nehri ile ahenkli bir bütün oluşturuyordu.  


poçitel
Kaleden kuşbakışı Poçitel ve Naretva Nehri
Kaledeyken, bir vesileyle, genç bir kadın, Türkçe seslenerek benden yardım istedi. Türkçe seslendiğine göre, herhalde beni, aynı tura katılanlardan biri sanmıştı. Böylece tanışmış olmuştuk. Sonrasında, burada bulunduğum 20-25 dakika içerisinde, aynı tura katılanlardan birçok kişiyle tanışıp sohbet etme fırsatım oldu.


poçitel
Kalenin kulesinden
Kalenin zirvesinde bir de kule vardı. Ardından buraya çıktım. Dar ve yüksek merdivenleriyle kolay olmasa bile, Poçitel’i ve ovayı panoramik olarak görmek heyecan vericiydi.

Allaha Yakarış

poçitel
Poçitel
Kale’den ayrılıp, alçak, belli belirsiz merdivenli dar sokaktan yokuş aşağı iniyorum. Karşımda, Poçitel ve Naretva Nehri’nin birbiriyle uyumlu nefis manzarası uzanıyordu... Manzaraya dalmışken, kulağıma uzaklardan, hayal meyal, ezgili bir sesin geldiğini fark ettim. Biraz dikkat kesilince bunun bir ilahi olduğunu anladım. Bir kadın, tüm hüznü ile ilahi okuyordu. Yolun aşağısında, Şişman İbrahim Paşa Camii’nde bir mevlit töreni vardı herhalde.
poçitel
Kuleden Şişman İbrahim Paşa Camii
  
Duyduğum ses ve ilahi öylesine dokunaklı ve hüzünlüydü ki, bu duygu dolu unutulmaz anları, elimde olmadan/gayri ihtiyari, kayda almaya başladım. Bu hüzünlü sesin etkisiyle, Boşnakların 1992 - 1995 Bosna Savaşı'nda yaşadıkları zulümler, bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. 

Kayıt yaparken gözlerim doldu. Bu, herhangi bir ilahi değil, diye düşündüm. 

20. Yüzyılın sonunda, tüm dünyanın seyirci kaldığı, Srebrenica, Vişegrad, Saraybosna’daki katliamlara uğrayanların, Allah’tan başka sığınacak kimsesi olmayanların, Boşnakların bir yakarışıydı bu ilahi  aynı zamanda…  

Şişman İbrahim Paşa Camii( Hacı Aliya Camii )


şişman ibrahim paşa camii-poçitel
Poçitel Köyü - Şişman İbrahim Paşa Camii
İlahiyi kayda alırken, ilahinin söylendiği Şişman İbrahim Paşa Camii’ne geliyorum. Cami, 1563 yılında Musa oğlu Hacı Aliya tarafından yaptırılmış. Şişman İbrahim Paşa tarafından 17. Yüzyılda onarılmış. Cami’ye daha sonra Şişman İbrahim Paşa’nın ismi verilmiş. 1993 yılında Bosna savaşı sırasında, Hırvatların saldırısı sonucu ağır hasar gören Cami, 2002 yılında yenilenmiş.

Saat Kulesi


saat kulesi-poçitel
Poçitel Köyü - Saat Kulesi
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bahsedilmediği için, 1664’den daha geç bir tarihte inşa edildiği sanılıyor. Tepesi taş bir piramitle son buluyor. Bu piramidin hemen altında dört sivri kemer bulunuyor.

NEUM

neum
Neum, Bosna - Hersek'in denize kıyısı olan tek şehri
Neum, 21 kilometrelik kıyı şeridi ile Bosna – Hersek’in denize kıyısı olan tek şehri. Bosna – Hersek Federasyonu’na bağlı bulunuyor. 2013 sayımına göre nüfusu 4.653. Bu nüfusun 4.543’ü Hırvat olup, toplam nüfusun % 97,64’ünü oluşturuyor. Hırvatlar, 1991 yılı sayımında 3.792 kişilik nüfusu ile toplam nüfusun % 87,67’sini meydana getiriyordu. Dayton Barış Antlaşması sırasında, Alija İzzetbegoviç’in yoğun ısrarı ve direnmesi sonucu, Neum, Bosna – Hersek sınırlarında kalmış.
Neum, kıyı turizmi açısından önemli bir yerde bulunuyor. Fiyatların, Hırvatistan’a oranla düşük olması da, bölgedeki turizm merkezlerine gelen turistlerin ilgisini arttırıyor.

Neum, denize kıyısı olan, güzel ve temiz şehir. Neum’u tercih etmemin sebebi ise, Poçitel ile bir sonraki hedefim olan Dubrovnik arasında mola verilebilecek, geceleme yapılabilecek uygun yerlerden birisi olmasıydı. Bir gün öncesinden yer ayırttığım otele gittim. Küçük bir yer olduğu için araba kullanmama gerek olmadan çevreyi dolaştım. Sessiz, sakin ve huzurlu bir havası vardı. Yarınki Dubrovnik gezimden önce, dinlenmek üzere otelime döndüm. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder