12. yüzyılda
ortaya çıkan Bosna Krallığı, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmet’in fethi ile
Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine girdi ve Rumeli Eyaletine bağlı bir sancak beyliği haline geldi. Osmanlı Devleti’nin bölgeye hâkim olmasıyla, İslamiyet halk
arasında hızla yayıldı Bölgenin kültürel ve sosyal görünümü de buna paralel olarak değişti.
Osmanlı döneminde, pek çok Boşnak, devletin önemli kademelerinde görev aldı.
1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’yla Avusturya – Macaristan
topraklarına katılan Bosna,I. Dünya
Savaşı’nın ardından Yugoslavya Devleti içinde yer aldı. 1 Mart 1992 tarihinde
bağımsızlığını kazandı. 1992 -1995 yılları arasındaki Boşnak – Sırp – Hırvat
Savaşı, Dayton Antlaşması ile sona erdi ve bugünkü idari yapı kuruldu. Ülke,
Anayasasında belirtildiği gibi, üç etnik gruba, yani kurucu halklara ev
sahipliği yapıyor. Boşnaklar, en büyük grubu oluşturuyor. Boşnakları, sırasıyla
Sırplar ve Hırvatlar takip ediyor. Bosna – Hersek’te iki ana meclis ve her
büyük etnik grubun bir üyesinden oluşan üç üyeli bir başkanlık sistemi var. Üç
üyeli başkanlık, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından atanan ve
geniş yetkilere sahip olan Bosna – Hersek Yüksek Temsilciliği’ne bağlı. Merkezi
yönetimin gücü sınırlı. Çünkü Ülke, merkezi bir yapıda değil. Bosna – Hersek,
iki devlet( Bosna Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti ) ve bir bölgeden(
Brcko Bölgesi ) oluşuyor. Bosna Hersek Federasyonu, on kantondan meydana
geliyor. Yüzölçümü:
51.197 km2, Nüfusu: 3.531.159( 2013 ), Başkenti: Saraybosna, Resmi Dili:
Boşnakça, Sırpça, Hırvatça, Para Birimi: Kovertibıl/Dönüştürülebilir Mark( BAM
), Önemli Şehirleri: Saraybosna, Zenica, Banja Luka, Tuzla, Mostar, Gorazde,
Prijedor, Bihac, Etnik Yapı: Boşnak % 50,11, Sırp % 30,78, Hırvat % 15,43,
Diğer % 3,68
SIRP CUMHURİYETİ( BOSNA – HERSEK )
Sırp Cumhuriyeti, Bosna -
Hersek’i oluşturan iki cumhuriyetten birisidir. Resmi başkenti Saraybosna,
fiili başkenti ise Banja Luka’dır. Bosna – Hersek Anayasasına göre; kendi
cumhurbaşkanı, 83 üyeli halk meclisi, hükümeti, mahkemeleri, postası, bayrağı
ve marşı vardır. Önemli kentleri: Bijeljina, Prijedor, Zvornik, Teslic,
Prnjavor ve Trebinje. Yüzölçümü: 24.857 km2, Nüfusu: 1.326.991( 2013 sayımı ),
Resmi Dili: Sırpça, Boşnakça, Hırvatça, Para Birimi. Değiştirilebilir Mark( BAM
), Etnik Yapı: Sırp % 81,51, Boşnak %13,99, Hırvat % 2,41, Diğer % 2,09
BOSNA –
HERSEK FEDERASYONU
Bosna - Hersek Federasyonu, Bosna –
Hersek Devleti’nin iki cumhuriyetinden birisidir. Yüzölçümü: 26.110 km2,
Nüfusu: 2.371.603( 2013 ), Başkenti: Saraybosna, Resmi Dili: Boşnakça,
Hırvatça, Sırpça, Para Birimi: Bosna – Hersek Değiştirilebilir/Konvertibıl
Markı( Bam ), Önemli Şehirleri: Saraybosna, Tuzla, Zenica, Mostar, Bihaç,
Travnik, Ilidza, Sanski Most, Lukovac, Srebrenik, Gradacac, Etnik Yapı: Boşnak
% 70,40, Hırvat % 22,44, Sırp % 2,55, Diğer % 3,6 BİHAÇ Plitvice Gölleri’nden
6 km sonra Hırvatistan’dan çıkarak, Bosna – Hersek topraklarına giriyor ve Bihaç'a doğru yol alıyorum. Bihaç, Bosna – Hersek’e bağlı olan “Bosna Hersek
Federasyonu” topraklarında bulunuyor. Nüfusunun % 88’ini Boşnaklar
oluşturuyor. 1592 yılında, Hırvat asıllı bir Bosnalı olan Gazi Hasan Paşa
tarafından, Osmanlı topraklarına katılmış ve sancak haline getirilmiş. Osmanlı
Devleti’nin en batıdaki bu toprağı, 1878 yılında Avusturya – Macaristan
İmparatorluğu topraklarına katılmış. Vukuatım 1
Bosna Hersek topraklarına girdikten 15 km sonra
Bihaç’ta oldum. Ortasından zümrüt gibi Una Nehri’nin aktığı bu şehri çok beğendim
ve en azından yarım saat veya bir saat boyunca dolaşmaya niyetlendim. Park yeri
bulabilmek amacıyla arabayla dolaşmaya başladım. Bu vesileyle, şehir turu da
yapmış oluyordum. Fakat bu keyifli yolculuğum birden kâbusa döndü. Kulağı sağır
edermiş gibi çalınan klaksonlardan anlamıştım ki, ters yola girmişim. Her şey,
saniyeler içinde oluyor, klakson seslerine ilaveten, bu seslerden etkilenen
kalabalığın meraklı bakışları da havadaki gerginliği arttırıyordu. Yine
saniyeler içinde, telaş etmeden, ama hızlı bir refleksle manevra yaparak
dönüyor ve doğru yola girip, uzaklaşıyorum.
Balkan
Gezi’mde, arabayla ilgili yaşamış olduğum ilk olaydı bu. Ters yola,
Google-Haritalar-Yol Bulucu( Navigasyon )’nun yönlendirmesiyle girmiştim.
Bununla beraber, yolun durumuna bakmış, girdiğim şeridin boş olması nedeniyle,
ters yola girdiğimi fark edememiştim. Sorunu kazasız belâsız atlatmakla
birlikte hâlâ olayın etkisini üzerimden atamamıştım. Bu nedenle, şehri gezme
heyecanım kaybolmuş, yerini bir an önce buradan uzaklaşma duygusuna bırakmıştı.
Biraz da park yeri bulmanın zorluğunu kendime bahane ederek, Bihaç’ı gezemeden,
buradan ayrılıyorum. PLJEVA
Tesadüf sonucu geldiğim Pljeva, doğası ile benim için güzel bir şans oldu
Bihaç’tan
sonra, direksiyonu bu defa Pljeva( Sipovo )’ya kırdım. Pljeva, Bosna – Hersek
Devletine bağlı Sırp Cumhuriyeti’nde bulunan bir köydü. Jajce'de uygun yer bulamayınca burada kalmaya karar vermiş, bir gün önce Booking.com’dan,“Guest House Sobic” adlı pansiyonda, tek kişilik bir yer ayırtmıştım.
Pljeva'ya yaklaşırken, berrak suları ile Pliva Nehri eşlik ediyor
Pljeva’ya yaklaşıyorum.
Köye kilometreler kala, tertemiz, berrak sularıyla akan Pliva nehri bana eşlik
etmeye başladı. Sadece bu gördüklerim bile, burada doğa ile baş başa geçecek
güzel günlerin habercisiydi sanki.
Pljeva yolu üzerinde rastladığım yol boyu sunakı
Pliva Nehri'nin zümrüt sularını seyrederek yol almak ayrı bir zevkti
Akşam 18.30
civarında, navigasyon’un( Yol Bulucu ) “geldiniz” dediği yerde iniyorum. Sol
tarafımda Pliva Nehri, sağımda ise 5-10 basamaklı merdivenlerle çıkılan,
manzaraya hâkim, iki katlı, bahçeli ve çardaklı bir dizi ev var. 50 metre
ileride 40’lı yaşlarında bir kadın, bana doğru bakıyordu. Ona doğru ilerliyorum
ve böylece ev sahibem ile tanışmış oluyorum.
İki gece kaldığım Pljeva'da, doğa ve nehir manzaralı çardak
Ev sahiplerimin misafirperverliği takdir değerdi
Ev sahibem
beni, evin önündeki çardağa davet etti. Yola bakan, nehir ve doğa manzaralı
çardağa oturmadan önce, eşyalarımı odama yerleştirip fotoğraf makinemle
dönüyorum. Bu arada ev sahibem de elinde bir votka şişesi ve iki küçük bardakla
geliyor. Hoş geldiniz içkisiymiş. Gösterilen bu misafirperverlikten çok memnun
oluyor, teşekkür ediyorum.
Pliva Nehri ve Pliva Turistik Tesisleri
Pliva Nehri
Ev sahibemin
İngilizcesi çok az. Buna rağmen, zor da olsa anlaşabiliyoruz. Biraz sonra eşi
geliyor. Tanışıyoruz. Eşinin İngilizcesi daha iyi. Bir süre sohbet ettikten
sonra, eşi, kendi işleri için ayrılınca, ev sahibem beni “Pliva Turistik
Tesislerine” götürüyor. Ev sahibem, çok girgin birisiydi. Yöredeki herkesi
tanıyor, hemen her gördüğü ile sohbet ediyordu. Kimi zaman kullandığı,içinde “İstanbul” geçen cümlelerle,
zannedersem benden bahsediyordu.Hava
kararmak üzereydi ve bulutluydu. Yağmur sonrası, nehrin üzerinde bir sis tabakası
oluşmuştu. Ama havanın bu durumu, manzarayı daha da ilginç hale getiriyor,
hayalle gerçek arası başka bir boyut katıyordu. Tesislerin kıyısından nehir
manzaraları çekip, tesisleri geziyoruz. Tesisteki kafe sahibiyle sohbet
ederken, mevzu Pliva Nehri’nin kaynağına geliyor. Yarın ev sahibemle, Pliva
nehrinin kaynağına gitmeyi kararlaştırıyor ve pansiyona dönüyoruz.
Yağmur sonrası oluşan sis ve Pliva Nehri
Pliva Turistik Tesisleri
***
PLJEVA - EV
SAHİBEM VE İSTANBUL
Balkanlar’da, arabamla yaptığım yirmi günlük
gezim sırasında, İstanbul ilgisi ve sevgisine tanık olmak, göğüs kabartıcıydı. Yollarda
İstanbul plakasını görüp selam verenler…
Yunanistan,
Sırbistan ve Arnavutluk’ta olduğu gibi arabasını park edip, yardıma ihtiyacım
olup olmadığını sormak için yanıma gelenler…
Balkanlar’daki
İstanbul ilgi ve sevgisinin işaretleriydi.
Pliva
nehrinin kenarındaki turistik tesisi gezdiren ev sahibemin, çevresine beni
tanıştırırken sık sık İstanbul’a vurgu yapması da, bu ilginin bir başka
örneğiydi…
*** Pljeva'da Sabah Yürüyüşü
Pljeva'da sabah yürüyüşünden
Ertesi sabah
8’de evden çıkıp, elimde fotoğraf makinesi ile köyü dolaşmaya başladım. Bir gün
önceki bulutlu ve yağmurlu hava yerini, sakin ve sisli bir havaya bırakmıştı.
İnce sis tabakasının arasından güneş, arada bir yüzünü gösterir gibi oluyordu.
Sol tarafımda tertemiz Pliva nehri sakin sakin akarken, köprüye doğru yürüdüm.
Nehrin her iki yakasında, bahar yeşili yamaçlar, bu yamaçlara serpiştirilmiş
ağaçlar ve beyaz badanalı evler vardı. Bu müthiş doğa ve manzara ile insan
adeta enerji doluyor, yaşama sevinci artıyordu. Biraz bunun, biraz da turist
olarak bilinmenin avantajını kullanarak, yolda bana bakan birisini gördüğümde
ya selam veriyor, ya da uzaktan el sallıyordum.
Brdani Cami
Aziz Petka Sırp Ortodoks Kilisesi
Köprünün
diğer tarafındaki yolu takip etmeye başladım. Bahçeli birkaç evi geçtikten
sonra sol tarafta, kırmızı kiremit çatılı bir camiyi görünce, 1992-1995 Bosna
Savaşı’nı hatırladım. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar arasındaki bu etnik savaş
sırasında 110 bin insan ölmüş, iki milyon insan yerlerinden yurtlarından
olmuştu. Burası Bosna – Hersek’in Sırp Bölgesindeydi, ama işte bu köyde bir
cami( Brdani Camii ) vardı. Ne kadar ayrılmaya çalışılırsa çalışılsın,
Balkanlarda etnik olarak bir iç içe geçmişlik vardı. Nitekim biraz daha ileride
bu defa Aziz Petka Sırp Ortodoks Kilisesi’yle karşılaşmış, bir kez daha bunu görmüştüm. Pljeva’da
Sinekle Olta Balıkçılığı( Flyfishing ) Döndüğümde
saat 9 olmuştu. Estonyalı gençlerden birisi kapı önüne çıkınca, biraz onunla
sohbet ediyoruz, sonra diğer gençle. Birkaç gün önce balık tutmaya gelmişler,
bugün ayrılacaklarmış. Pljeva Köyü, ve Pliva Nehri; flyfishing( sinekle olta
balıkçılığı ) balıkçılığı açısından, Avrupa’nın önde gelen yerlerinden birisi.
Flyfishing balıkçılığı, alabalık, levrek, turna gibi balıkların, su yüzeyinde
taklit sinek, böcek gibi yemlerle avlanması esasına dayanan zor bir disiplin.
Çardakta oturup, nehri ve karşımda uzanıp giden manzarayı seyrederken, ev
sahibem elinde bir tepsiyle geliyor ve kahve ikram ediyor. Bir süre sohbet
edip, akşam 5’de Pliva Nehri’nin kaynağına gitmeyi kararlaştırıyoruz.Daha sonra, ben 6-7 km uzaklıktaki Sipovo’ya
gidiyorum. SİPOVO
Sipovo
Sipovo, Bosna
- Hersek’e bağlı Sırp Cumhuriyeti’nde bulunan 4.052 nüfuslu bir kasaba. Pliva
ve Janj Nehirleri ve bu nehirleri besleyen dereler, Sipovo bölgesine doğal
zenginlikler katmış, turizmi geliştirmiş. Kasabada, nüfusun büyük çoğunluğu
Sırp olmakla beraber, Boşnaklar da belli bir yer tutuyor. Boşnakların oranı,
1991 yılında % 25 civarındaymış.
Sipovo’da
önce postaneyi buldum. İki gün önce Belgrad’dan ayrılırken cebimde unuttuğum
otel anahtarlarını göndermem gerekiyordu. Postane memuruyla bir şekilde anlaşmaya
çalışıyoruz. Ama yine de kolaylık olsun diye, İngilizce bilen bir personel bize
yardımcı oluyor. Memur, anahtarları hava kabarcıklı zarfa koyup adresi
yazdıktan sonra, alındı makbuzunu veriyor. Postanede; ilgili, saygılı ve güler
yüzlü karşılanmıştım. Memnun ayrıldım.
Sipovo ve Pliva Nehri
Sonra etrafı
dolaşıyorum. Arabaya, yolda yerim diye biraz poğaça türü bir şeyler almayı
düşünüyordum. Bir börekçi dükkânına girdim. Börek= 2 ( Bosna Markı ), Yine
börek benzeri = 1,5 ( peynirli gibi duruyordu ). Ben ismi bizim diye, peynirli
olduğunu düşündüğüm, börek söyledim. Aslında ikisi de kol böreği
görünümündeydi. Börek önüme gelince kıymalı olduğunu fark ettim. Müslüman
olduğumu söyleyip, kıymaları işaret edince hemen anladılar ve “OK, no problem”
deyip, domuz eti olmadığını teyit ettiler. Ülkemde yediklerimin yerini tutmasa
bile, bir börek sever olarak, kısmen de olsa özlemimi gidermiş oldum.
Simo Solaja
Anıtı
Simo Solaja Anıtı
Pliva nehri
kıyısında yürürken bir parka geldim. Mayıs ayının ısıtan güneşinde, çocuklarını
gezdiren anneler, banklarda güneşlenenler, yürüyüş yapanlar vardı. Parkın
ortasında, iki-üç metre yüksekliğindeki beyaz mermer kaide üzerinde, bir şey fırlatıyormuş gibi
canlandırılan bir heykel dikkatimi çekti. Heykel, 1905 -1942 yılları arasında
yaşamış Yugoslavya’nın ulusal kahramanı Simo Solaja( Sime Solaje )’ya aitmiş.
Pljeva( Sipovo ) doğumlu olan Simo Solaja; II. Dünya Savaşı’nda İtalyanlar ve
Almanlara karşı mücadele etmiş. 14 Ağustos 1942 tarihinde de bir çarpışma
sırasında öldürülmüş. Simo Solaja’nın hayatı ve mücadeleleri; Yönetmen Vojislav
Nanovic tarafından 1955 yılında çekilen “Solaja” filminde, ayrıntılarıyla
anlatılmış. JAJCE
Jajce, Bosna Hersek Federasyonu'na bağlı bir şehir
Sipovo’dan,
22 km mesafede bulunan Jajce’ye gidiyorum. Jajce( Türkçe okunuşu Yaytse ),
Pliva ve Vrbas nehirlerinin kesiştiği bir konumda bulunuyor. Bosna – Hersek
Devleti’nin, Bosna Hersek Federasyonu’na bağlı bir şehir. Adını, etrafında
bulunan ve yumurtaya( Boşnakça: Jaja ) benzeyen tepelerden almış. 1463 yılında
Osmanlı Devleti tarafından fethedilmiş, ama aynı yıl el değiştirmiş. 1528’de
tekrar Osmanlı topraklarına katılmış. Jajce Şehri’nin 2013 sayımına göre nüfusu
27.258( Boşnak % 48,67; Hırvat % 46,05; Sırp % 1,83; Diğer % 3,42 )
Pliva Gölleri
Pliva Gölleri'nden
Jajce’ye
yaklaşırken, yolun sağ tarafında harika bir manzara gördüm. Allah’tan yol yoğun
değildi. Önce yavaşladım ve sonra şans eseri, fazla uzaklaşmadan bulabildiğim,
uygun bir yere park ettim. İyi bir kadraj/çerçeve için biraz yürümem
gerekti.İşte artık manzarayı seyredip,
birkaç kare çekebileceğim iyi bir noktaya gelmiştim. Mavi, yeşil ve kırmızının,
hayranlık uyandıran bir uyumuydu gördüğüm manzara. Yeşilliklerle kaplı alçak ve
hafif eğimli, oval tepeler/dağlar… Yeşil tepelerin çevrelediği vadideki masmavi
bir göl… Ve yeşil tepelerin yamaçlarından göle doğru, dalga dalga inen kırmızı
kiremitli, beyaz badanalı evler…
Pliva Gölleri'nden
Arabayla tek
başına gezince ve duraklar da fazla olunca, her nokta için önceden ayrıntılı
hazırlık yapmaya zamanım olmuyordu. Onun için, beklenmedik bir anda karşıma
çıkan bu güzel rastlantı, beni bir defa daha sevindirdi. Pliva Gölleri( Plivsko
Jezera ), birbirine bağlı göllerden oluşuyor. Bunlardan büyük gölün, denizden
yüksekliği 424 metre, uzunluğu 3,3 km, genişliği ise ortalama 400 metre. Pliva
gölleri, kürek sporu için çok uygun. Büyük gölde, tüm yıl boyunca kürek ve kano
sporu yapılabiliyor. Bu gölde, Temmuz ve Ağustos aylarında, Ulusal ve
Uluslararası yarışmalar düzenleniyor.
Daha Jajce’ye
varmadan Pliva Göllerini görmüştüm. Bu, bana yeter de artardı bile… Jajce’ye
geldim ve bu düşünceyle keyfe keder, rastgele, şehri dolaşmaya başladım.
Uzaktan Jajce Kalesini gördüm. Eh, Kale yakınlarında bir yerde park edip,
dolaşmaya başlayabilirdim, artık. Köprüyü geçip, Gradski Park civarında bir
yere park ettim.
Jajce Kalesi
Jajce Kalesi
Jajce Kalesi - Banja Lucka Kapısı
14. Yüzyılda,
Jajce’nin kurucusu Bosna Kralı Vukcic tarafından inşa ettirilmiş. Pek çok defa
onarılmış ve büyütülmüş. Kale, yumurta şeklindeki, şehre hâkim bir tepenin
üzerine kurulmuş. Surları hayli yüksek. Kaleye, Travnik ve Banja Lucka
kapılarından giriliyor. Ben, Kale’nin uzaktan bir pozunu alıp,Banja Lucka kapısına kadar yürüdüm. Kale
surlarının ve kapısının gerçekten azametli bir görünüşü vardı.
Ramadan Begova Camii
Ramadan Begova Camii
Kale dönüşü,
tekrar köprüye doğru yürüyüp, köprünün karşısındaki Ramadan Begova Camiine
geldim. Cami, 17. Yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş. Bu cami, Bosna tarzında
ve ahşaptan yapılmış.
Jajce( Pliva
) Şelalesi
Gradski Park'ta bir şelale. Asıl büyük şelale daha aşağıdaymış.
Gradski
Park’a girip, Pliva Nehri boyunca yürümeye devam ettim. Kimi yerlerde, küçük
şelaleler görüp fotoğraflarını çektikten sonra arabama döndüm. Ancak, sonradan
öğrendim ve gördüm ki, esas şelale daha aşağılarda, Pliva’nın, Vrbas Nehri’ne
döküldüğü yerdeymiş. 22 metre yükseklikten düşen bu şelale, gerçekten görülmeye
değer.
*** Ortodoks Manastırı Kalıntısı ve Bosna Savaşı'ndan Bir Ev
Ortodoks Manastırı kalıntısı kule
1992 -1995 Bosna Savaşı'nda kurşunlarla delik deşik olmuş bir evin enkazı
Arabamı, park
ettiğim yerden alıp, biraz daha dolaşmak istedim. Niyetim, arabamla şehri
turlarken, kayda değer bir şeyler görüp, çekebilmekti. Önce, Ortodoks Manastırı
kalıntılarına ve ayakta kalabilmiş kulesine rastladım. Sonra da 1992-1995 Bosna
Savaşı’nda kısmen yanmış ve kurşunlarla delik deşik olmuş bir evin enkazına.
Şüphesiz, Savaştaki yıkımın ve yaşanan acıların unutulmaması, yaşananlardan
ders alınması için böyle bırakılmıştı. Vukuatım 2:
Şehir turum
devam ederken, gittikçe trafiğin yoğun olduğu yerlere doğru yaklaşıyordum.
Trafiğin, o ölçüde de kargaşanın arttığı bu yerlerde, çok dikkatli olmam
lâzımdı. Şehir merkezindeki bu düzensiz ve karmaşık trafikte hata yapmak
istemiyordum. Ama buna rağmen, bir ara yaya bölgesine girer gibi oldum. Bir iki
metre girdikten sonra şans eseri bir kız uyardı ve böylece sorun büyümeden geri
döndüm.
*** Zamanım
olmadığı için, hepsi de Jajce şehir merkezinde, kale civarında ve yürüyüş
mesafesinde olan şu yerlere gidemedim:Esma Sultan Camii, Aziz Luka Çan Kulesi, Ayı Kulesi, Etnoğrafya Müzesi,
Meryem Ana Kilisesi, Yeraltı mezarları, Dizdar Camii, Saat Kulesi.
***
Jajce'den Pljeva'ya Dönüş
Bahçedeki çardaktan doğa manzarası
Jajce’den,
Pljeva’ya döndüm. Bugün, Pljeva’da son günümdü. Yarın ayrılacaktım. Onun için,
her geçen anı değerlendirmem gerekiyordu. Fotoğraf makinamı alıp,
evin/pansiyonun bahçesindeki çardağa oturdum. Evin önünden köyün yolu geçiyor.
Yolun öbür tarafında, yemyeşil uzanıp giden, ortasından Pliva Nehri’nin akıp
gittiği, uzak yamacında tek tük evlerin ve bir kilisenin olduğu çayırları
seyrediyorum. Sessiz ve sakin ortam, harika manzaranın etkisini daha da
arttırıyor. Köpek Yavrularından İnsanlık Dersi
Manzarayı seyrederken, birden sevimli köpek yavrularının dünyasına girdim
Bu sessizlik
ve sakinlik, yolun sol tarafından koşan iki köpek yavrusu ile birden değişiyor.
Birisi siyah-beyaz alacalı, diğeri bej-beyaz alacalı iki köpek yavrusu,
bakışları ileride bir noktaya kilitlenmiş, heyecanla ve var güçleriyle hoplaya
zıplaya koşuyorlardı. Hemen makineme davrandım ve bu sevimli varlıkları çekmeye
başladım. İki poz çektikten sonra üçüncü pozda, kareye, bej-beyaz alacalı başka
bir köpek yavrusu girdi. Üçüncü yavru köpeğin kareye girmesiyle, bu üç küçük
köpek yavrusunun biz insanlar gibi hasretle kucaklaşmaları, sarılmaları bir
oldu. Başlangıçta gördüğüm o koşunun sıradan bir koşu değil de, bir hasret ve kavuşma koşusu olduğunu anlayınca duygulanmış ve köpek yavrularının dünyasında bulmuştum kendimi. Sevgi, hasret ve kavuşma gibi duyguların, sadece insanlara özgü olmadığını, bu köpek yavrularının davranışıyla bir defa daha öğrenmiştim.
Köpek yavrularının hasretle kucaklaşmaları
Pljeva’daki
son günümü böyle geçirdikten sonra, ertesi sabah eşyalarımı alıp arabama
yerleştirdim. Bu arada ev sahibem ve eşi beni uğurlamak için çardakta
bekliyorlardı. Birlikte kahvelerimizi içip, birkaç anı fotoğrafı çektikten
sonra vedalaşıyoruz.
TRAVNİK
Travnik - Bosanska Caddesi
Türkçe anlamı
çayır veya otluk olan Travnik, Saraybosna’nın 90 km batısında yer alıyor. Bosna
– Hersek Devletinin, Bosna Hersek Federasyonu’na bağlı Bosna Kantonu’nun
başkenti. Şehir, Vlanitsa ve Vlasic dağları arasındaki vadide kurulmuş. Şehrin
ortasından geçen Lasva nehri, Travnik’i geçtikten sonra Bosna nehri ile
birleşiyor. Tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomisi var.
Travnik’in,
2013 sayımına göre etnik yapısı şöyle: Boşnak 35.648( % 66,65 ), Hırvat 15.102(
% 28,24 ), Sırp 640( % 1,19 ), Diğer 2.092( % 3,92 ). 1991 yılında ise sayılar
şöyle: Boşnak 31.813( % 44,97 ), Hırvat 26.118( %36, 92 ), Sırp 7.777( % 10,99
), Diğer 5.039( % 7 ) Travnik –
Zamanda Yolculuk
Travnik'te memleket ve tarih kokan havayı, T.C. Ziraat Bankası tamamlıyor
Travnik’e
girip,nehrin iki yakasındaki Bosanska,
Skolska, Vezirska ve Donja Carsija gibi caddelerini dolaştığımda ilk aklıma
gelen, burada zamanın donmuş olduğuydu. Zamanda yolculuk yapıyormuş gibi hissettim
kendimi. Şehrin ana merkezini oluşturan bu birkaç caddede, Osmanlı – Türk döneminden
kalan o kadar çok tarihi eser vardı ki, bu yoğunluk, Ülkemizin tamamına
yakınını gezmiş birisi olarak söyleyebilirim,Türkiye’de bile fazla yoktu. Cami, Medrese, Türbe, Çeşme, Saat Kulesi ve
Evlerden oluşan bu mimari yapıları; Bosanska Caddesinde bulunan milli bankamız
T.C. Ziraat Bankası, aynı caddede bir duvar üzerinde tanıdık bildik
motifleriyle halı ve kilimlerini sergileyip satan bir kadın, yoldan geçen
birkaç başörtülü kadın, tamamlıyordu. Böylece buram buram tarih kokan, memleket
kokan bir havayı teneffüs ediyordum.
Tanıdık bildik motifleriyle halı ve kilimler
Balkanlar’daki
her büyük yerleşim biriminin, tarihimizde mutlaka bir yeri vardır. Balkan
Gezisi programını yaparken, Travnik’i de böyle değerlendirmiş, ama en çok da İvo
Andriç’in doğum yeri olduğu için, gezi listeme almıştım.Osmanlı-Türk dönemini ve mirasını, bu zenginlikte zamanımıza kadar taşıyan bir Travnik göreceğimi doğrusu hiç beklemiyordum. Bu bakımdan, Travnik’i gördükten
sonra, öyle veya böyle iyi ki listeme dâhil etmişim, dedim.
Travnik ve
İvo Andriç
İvo Andric'in, Aziz İvana Katolik Kilisesi bahçesinde bulunan büstü
Balkan
gezisini plânlarken, Bosna – Hersek’teki ana yerlerim,Saraybosna ve Mostar’dı. Bunların yanına
nereleri ilave edebilirim diye düşündüğümde, ilk aklıma gelen yerler Travnik ve
Vişegrad olmuştu. Travnik, Drina Köprüsü yazarı Nobel ödüllü yazar İvo
Andriç’in doğduğu, Vişegrad ise çocukluğunun geçtiği yerlerdi. Drina Köprüsü
romanı, 1570 yılında Vişegrad’da Drina nehri üzerine Sadrazam Sokollu Mehmet
Paşa’nın bir köprü inşa ettirmesiyle başlıyor ve köprü ekseninde, bölgede
yaşayan farkı kimlik ve dinlerdeki insanların, üç yüz elli yıllık tarihi
anlatılıyordu. Birkaç sene önce okumuştum bu kitabı. Kitaba başlarken, bir Sırp
olan yazarın tarafgirliğine hazırlıklıydım. Ama kitabı bitirdiğimde, İvo Andric'in; olayların
anlatımında ırk ve din ayrımına girmediğini, eşit ve ölçülü olduğunu, yani beni
mahcup ettiğini memnuniyetle, öğrenmiştim.
İvo Andriç,
diğer bir önemli eseri olan “Travnik Günlüğü”nde; Napolyon tarafından,
Osmanlı’nın Bosna eyaletinin başkenti Travnik’e gönderilen Fransız Konsolos
etrafında gelişen olayları anlatır. Fransız Konsolosun; kasabada karşılaştığı
zorlukları ve tehlikeleri, Avusturya Konsolosuyla rekabetini, siyaset ve
ticaret alanındaki çalışmalarını, Türk idaresine karşı çevirdiği dalavereleri
anlatırken, bir anlamda Osmanlı İdaresi altındaki bölgenin panoramasını da
çizmektedir.
İvo Andriç’in
9 Ekim 1892’de doğduğu ev, 1974 yılından beri müze olarak kullanılıyor. Konunun
ilginç yanı, İvo Andriç’in bu evde sadece bir rastlantı sonucu doğması.
İvo Andriç’in ailesi Saraybosna’da oturuyorlarmış. Annesi, Travnik’e
akrabalarını ziyarete geldiğinde, şans eseri doğum burada gerçekleşmiş.Müze’de ünlü yazarın, eserleri, çalışmaları,
hayatından kesitleri gösteren fotoğrafları ve günlük hayattaki eşyaları
sergileniyor.
Travnik:
Rumeli’deki Osmanlı şehri
Bosna, 1463 yılında Osmanlı
Devleti tarafından fethedilerek, Sancak Beyliği haline
getirildi. Osmanlı hâkimiyetiyle başlayan yeni dönemde, daha önce
Hristiyanlığın çok farklı bir şekli olan Bogomilcilik’e inanan ve bu yüzden Hristiyanlar
tarafından dışlanan bölge halkı hızla, kitleler halinde Müslüman oldular. Bu
hızlı geçişte; Bogomilcilik’e göre, teslise inanmamalarının, İsa’nın Tanrı’nın
oğlu olmayıp peygamber olduğunu düşünmelerinin, Papalık otoritesini tanımamalarının,
haç gibi dini sembolleri kabul etmemelerinin önemli bir etkisi vardı. Bir yandan Hristiyanlar tarafından dışlanmaları, diğer yandan İslamiyeti kendilerine daha yakın bulmaları, Bosna halkını İslamiyetle buluşturmuştu. Bosna’nın
İslamlaşması heyecanı ile yapılaşması da aynı paralelde yürüdü. Köprüler,
camiler, hanlar, hamamlar, medreseler, kaleler, çeşmeler inşa edildi. Bosna
artık, kültürüyle, mimarisiyle, dokusuyla bir Osmanlı-Türk ruhu taşıyordu. Travnik
de, zamana ve tarihe yenilmemiş, şehre girdiğimde beni aynı ruhla karşılamıştı. Neden
Vezirler Şehri?
Yılların
ardından Bosna Sancağı büyümüş, 1580 yılına gelindiğinde, en son sınırlarına
dayanmıştı. Bunu dikkate alan Osmanlı Devleti, askeri ve stratejik öneminden
dolayı, Bosna’yı,Beylerbeyliği/Eyalet
yaptı. 1580 yılında Eyalet olan Bosna’ya, bu tarihte sekiz sancak bağlandı.
Sancak sayısı, daha sonra duruma göre artacak veya azalacaktı. Bosna,
Eyalet/Beylerbeyliği olduktan sonra, Osmanlı Devleti yönetim sisteminin gereği
olarak Vezirler tarafından yönetilmeye başlandı. Ki, zaman zaman Paşa diye de
anılırlardı.
1686 yılında
Bosna Eyaleti’nin merkezi, Saraybosna’dan, Travnik’e taşındı. Travnik’in Eyalet
merkezi olmasından sonra, Eyalet Yöneticisi olan Vezirler, burada oturdular. Bu
tarihten sonra, Travnik’in önemi arttı, şehir her alanda gelişti. Fransa ve
Avusturya’nın konsolosluk açmasıyla siyasi açıdan da dikkat çekici bir merkez
oldu. Travnik’te görev yapan Vezirler, devlet adamlığı tecrübeleriyle, hem
Bölgeye hem de Osmanlı Devletine değerli katkılarda bulundular. 1851 yılına
kadar yetmiş yedi Vezirin görev yaptığı Travnik, bu nedenle “Vezirler Şehri”
diye de anılır.
Travnik
Lisesi ve Yugoslavya
Solda bej renkli( Boşnak ) Travnik Lisesi, sağda mavi renkli Katolik Lisesi
Elbette
Travnik’te bir Osmanlı – Türk ruhu vardı. Belki de, mevcut olan tarihi
varlıklarını, büyük bir umursamazlıkla kaybetmiş birçok şehrimizden, daha fazlası
bile vardı. Ama bununla beraber, Osmanlı ruhu kadar baskın/etkili olmasa da,
farklı bir mimari de göze çarpıyordu. Örneğin, tarihi merkezdeki kimi evler ve
binalar, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun izlerini taşıyordu( Bosna,
1878 Berlin Antlaşmasıyla, Avusturya – Macaristan yönetimine verilmişti ).
Bu
binalardan, Skolska Caddesi üzerinde bulunan, Avusturya-Macaristan döneminin
mimari tarzında inşa edilmiş, büyük ve abidevi bir bina dikkatimi çekti. Bina
üç katlı, kendisi mavi,kapı ve pencere
pervazları ise beyaz boyalıydı. Bu binanın hemen yanında, binanın devamı gibi
duran, bej renkli, boyaları dökülmüş, bu haliyle mavi renkli binanın gösterişli
duruşuyla tezat oluşturan,aynı tarzda,
başka bir bina daha vardı.
Boşnak ve Hırvat öğrenciler, tel örgüyle ayrılmış ayrı kapılardan giriyorlar
Merak edip,
araştırıyorum. Sonunda, Bosna Savaşı gerçeği, bir tokat gibi yüzüme çarpıyor:
İki ayrı binaymış gibi görünen yapı aslında tek binaymış ve 1992-1995 Bosna
Savaşı öncesinde “Travnik Lisesi” olarak kullanılıyormuş. Savaş ve savaşın yol
açtığı acılar, travmalar, kapanmayan yaralar, bütün bunlara rağmen birlikte
yaşama zorunluluğu… Bütün bunların sonucunda, üretilebilen çözüm de, ancak bu kadar
olabilmiş: Okul, ikiye bölünmüş. İki kapının ortasından bir tel çit/tel örgü çekilmiş.
Ve artık, sağdaki kapıdan, Hırvat öğrenciler, mavi boyalı Katolik Lisesine(
Katolicki Skolski Centar ); soldaki kapıdan da, Boşnak öğrenciler, boyası
dökülmüş Travnik Lisesine( Mjesovita Srednja Skola Travnik ) gitmeye başlamışlar.
Doğrusu, bu
duruma üzülmemek elde değildi. Nereden nereye… Ortak payda olarak, kala
kala,ikiye bölünmüş bir okulun
çatısında buluşabilen Boşnaklar ve Hırvatların, geçmişte çok daha büyük ve
anlamlı ortak paydaları vardı. Yugoslavya dediğimiz bu çatı altında, altı
cumhuriyet ve iki özerk bölge; din ve milliyetlere saygı çerçevesinde, dünyaya
örnek ve model oluşturmuşlardı. Ama bir gün Slobodan Milosevic, Radovan
Karadzic ve Ratko Miladic gibi birileri çıkarak, kafalarındaki “Büyük
Sırbistan” hayali uğruna, bombanın fitilini ateşlediler. Din ve milliyetler
arasındaki o hassas, ama hayati dengeleri bozarak, savaşı başlattılar,
Yugoslavya’nın birlikte ve barış içinde yaşama ideallerini yok ettiler. Savaş
sonunda üçü de, “Lahey Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi”nde,
“Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suç”tan yargılandılar. Milosevic, dava devam ederken
2006 yılında hücresinde ölü bulundu. Karadzic( Bosna Kasabı ), 2008’de
yakalandı ve 2016 yılında Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suç’tan 40 yıl hapse mahkûm
oldu. Ratko Miladic, 2011 yılında yakalandı, 2017 yılında Soykırım ve İnsanlığa
Karşı Suç’tan müebbet hapse mahkûm edildi.
Travnik
Lisesi’nde sembolleşen bu insanlık dramı, Srdjan Sarenac( Srdana Sarenca )
isimli bir Bosnalı sinemacı tarafından “İki Okuldan” adıyla 47 dakikalık bir
belgesel film haline getirilmiş. Filmde, aynı binayı paylaşan, ama birbirleriyle
hiçbir ilişkisi olmayan Boşnak ve Hırvat öğrencilerin, yılda bir defa futbol
turnuvası nedeniyle sosyal iletişimde bulunmaları, konu ediliyor. Film, 25
Şubat 2017 – 5 Mart 2017 tarihleri arasında, ZAGREBBOX Zagreb Uluslararası
Belgesel Film Festivali’nde gösterilmiş.
Unutmadan…
Travnik Lise binasının yapımı, 1882 – 1888 yılları arasında ve üç aşamada
gerçekleştirilmiş. Binanın mimarı ise İvan Holz.
***
Süleymaniye
Camii( Alaca Camii )
Süleymaniye Camii, Alaca Cami diye de biliniyor
Travnik’in en
beğendiğim camilerinden birisi de Süleymaniye Camii oldu. Cami, Travnik’in en canlı
ve kalabalık yerlerinden Donja Carsija( Aşağı Çarşı ) Caddesinde bulunuyor. Dış
cephesindeki süslemelerden dolayı halk arasında “Alaca Cami” diye de anılıyor.
Bu camiyi görünce, Kalkandelen( Makedonya )’deki Alaca Camii’ni hatırladım.
Kalkandelen’deki Cami’nin süslemeleri daha yoğun ve renkleri daha canlı
gibiydi. Balkanlarda bu tarzda süslemeli başka camiler de var. Bunlara halk
arasında “Alaca Cami” deniyor.
Süleymaniye Camii'nin pirinç levhası maalesef leke ve pas içindeydi
Cami’nin
etrafını dolaşırken, Cami’nin tarihçesinden bahseden pirinç bir levha görünce,
sevindim. Zira birçok tarihi eserin üzerinde, açıklayıcı levha konmamıştı. Bunu
yapmak çok kolay olduğu halde, ihmal ediliyordu. Bu Camide açıklayıcı levha
vardı, ama bu defa da leke ve pas içinde olduğu için güçlükle okunabiliyordu.
Cami’nin bulunduğu bu yerde daha önce, 16. Yüzyılda inşa edilmiş olan Gazi Aga
Camii varmış. Bosnalı Vezir Sopa Salan Kamil Ahmet Paşa, 1757 yılında burada
yeni bir cami inşa ettirmiş. Cami taş sütunlarla desteklenmiş ve zeminde bir
çarşı( bezistan/bedesten )yapılmış.
1815’deki yangından sonra Bosnalı Vezir Süleyman Paşa Skolpjak( Uskolpje/Gornji
Vakuf’den Süleyman Paşa )tarafından yenilenmiş. Bu yenileme sırasında, caminin
içinde ve dışında süslemeler yapıldığı için, Alaca Camii ismini almış.
Süleymaniye Camii
Caminin
altındaki çarşıyı geziyorum. Vakfa ait dükkânlardan, sağ köşede bulunan bir
hediyelik eşya dükkânına girdim. Dükkân sahibi, sattığı hediyelik eşyaların
bazılarını kendisi yapıyormuş. Ahşap plakaların her birine Travnikle ilgili
resimlerin yapıştırıldığı ve masada durması için kenarına küçük bir odun
parçasıyla ayak yapıldığı bu masaüstü hediyeliklerden birkaç tane aldım. Sahibi
ile biraz ahbaplık ettim. Adı, Nermin’miş. Bizde kadın ismi olan Nermin,
Bosna’da erkek ismi de olabiliyormuş, demek ki. Lukacka Camii
Lukacka Camii'nin son cemaat yeri ve kapısı dikkat çekiciydi
Lukacka Camii
Bosanska
Caddesi üzerinde yürürken Lukacka Camii’ni gördüm. Dört basamakla çıkılan, ince
zarif sütunların çevrelediği son cemaat yeri ve renkli, desenli kapısıyla
dikkati çekiyor. 18. Yüzyılın sonunda inşa edilmiş. 1903’deki büyük Travnik
yangınında hasar görmüş. Sonradan aslına uygun alarak yenilenmiş.
Hacı
Alibegova Camii
Hacı Alibegova Camii Bosanska Caddesi üzerinde bulunuyor
Hacı Alibegova Camii
Bosanska
Caddesi üzerinde bulunuyor. Cami girişindeki Boşnakça ve İngilizce yazılı
levhalardan, Bosna Veziri Mehmet Kukoviç Paşa tarafından 1757-1759 yılları
arasında inşa ettirildiği anlaşılıyor. 1815 yılındaki yangından sonra, 1872
yılında, Hacı Alibey Hasanpaşa tarafından yenilenmiş. Caminin yanında, 18.
Yüzyılda inşa edilmiş olan bir saat kulesi var.
Türbe
Bosanska Caddesi üzerinde on metre arayla iki ayrı türbe
Bosanska
Caddesi üzerinde bulunan, on metre arayla, farklı mimarideki iki ayrı türbe ve
bu türbeler arasındaki çeşme; tarihi açıdan çevreye eşsiz bir zenginlik
katmış.
Perişan Mustafa Paşa Türbesi
Perişan
Mustafa Paşa Türbesi: 1796 – 1798 yılları arasında Bosna Vezirliği yapmış. 1800
yılında inşa edilen Türbe, köşeli baklavalarla süslü başlıkları olan altı sütun
üstüne kurulmuş. Altı köşe planlı, kubbeli ve açık tarzda bir türbe.
Muhsinzade
Abdullah Paşa ve Hafız Celaleddin Paşa Türbesi: Baklava başlıklı, sekiz mermer
sütun üzerine inşa edilmiş. Kubbeli ve açık tarzdaki türbenin üzerinde, diğer
türbede olduğu gibi, tel kafes bir kubbe bulunuyor. Sağdaki kabir Celaleddin
Paşa’ya, soldaki ise Abdullah Paşa’ya ait. Abdullah Paşa’ya ait olanın kitabesi
1738, Celaleddin Paşa’ya ait olanın ise 1813 tarihli.
Travnikli
Vezir Mustafa Paşa( Jeni – Seherlije ) Mezarı
Mehmet Paşa Medresesinden zamanımıza kapısı gelebilmiş
Travnikli Vezir Mustafa Paşa'nın mezarı
Bosanska
Caddesi’nin Gimnazijska Caddesiyle kesiştiği yerin yakınında, türbe ve çeşmenin
karşısında,kemerli, tarihi bir kapıdan
girilen bir geçit var. Bu geçidin sağ tarafındaki küçük bir mezarlıkta, dört
kabir bulunuyor. Bu kabirlerden birisi Travnikli Vezir Mustafa Paşa’ya ait.
Burası aslında, Bosnalı Vezir Mehmet Kukoviç Paşa tarafından 1760 yılında
yaptırılan Mehmet Paşa Medresesi’ymiş. Ancak zamanımıza kadar sadece bu kapı ve
birkaç mezar gelebilmiş.
Aziz İvana
Katolik Kilisesi
Aziz İvana Katolik Kilisesi
Bosanska Caddesi
üzerindeki dikkati çeken yapılardan birisi de bu kiliseydi. Bahçesinde İvo
Andriç’in bir büstü bulunuyordu.
*** Travnik'teki Diğer Gezilecek Yerler
14. yüzyılın
sonlarında Bosna Kralı II. Tvrtko tarafından yaptırılan, Fatih Sultan Mehmet’in
fethinden sonra içinde bir cami inşa ettirilen Travnik Kalesi; 1706 yılında,
İbrahim Paşa tarafından inşa ettirilen Elçi İbrahim Paşa Medresesi, benim
gezmeye fırsatımın olmadığı, Travnik’te gezilecek, görülecek yerler arasında
bulunuyor. SARAYBOSNA
Saraybosna
Saraybosna,
Bosna – Hersek’in başkenti ve en büyük şehri. Ayrıca, Bosna Hersek
Federasyonu’nun fiili başkenti. Nüfusu, 2013 sayımına göre, 275.524. Etnik
dağılım şöyle: Boşnak 222.457 ( % 80,74 ), Sırp 10.422( % 3,78 ), Hırvat
13.604( % 4,94 ), Diğer 29.041( % 10,54 ). Bugünkü
Saraybosna’nın ortaya çıkması, 1463 yılında Osmanlıların bölgeyi fethiyle
başlamış. Daha önce Üsküp Sancak Beyliği de yapmış olan İshakoğlu İsa Bey, 1464
yılında Bosna Sancak Beyi olunca, Miljacka Nehri’nin kenarında bir cami( Hünkâr
Camii), bir hamam, kapalı bir pazar yeri ve birkaç ev olmak üzere bir dizi yapı inşa
ettirir. Böylece gelecekteki büyük şehrin temelleri atılmış olur. Cami’ye Fatih
Sultan Mehmet’in onuruna “Hünkâr Camii” ismi verilir.
Saraybosna - Mareşal Tito Caddesi
İshakoğlu İsa
Bey, bu defa Miljacka Nehri’nin karşı yakasında birçok dükkân ve kervansaray
inşa ettirerek bugünkü Başçarşı’yı kurar. Hünkâr Camii etrafında yaşayan
Saraybosna halkının, şehrin bu yeni ekonomik merkezine ulaşmaları için nehrin
üzerine bir köprü yaptırır. Şehir, Saraybosna( Bosna’nın sarayı ), yerel dilde
de Sarayevo( Saray Ovası ) adını alır. Bosna’daki
halkın, yerleşik Hristiyan inancından çok farklı bir Hristiyanlık inanışında
olmaları ve kilise tarafından baskı görmeleri, hızla İslamiyet’i kabul
etmelerine sebep olmuştu. Bosna’nın heyecanla İslamlaşmasını, Bosna beylerinin
önderliği ile şehrin yapılaşması takip etti. Camiler, medreseler, tekkeler,
hanlar, hamamlar, sebiller, köprüler, bedestenler inşa edildi.Bunun sonucunda da, mimarisiyle, kültürüyle,
yaşam tarzıyla, Avrupa’da, bir Osmanlı-Türk ruhu taşıyan bugünkü Saraybosna
şehri ortaya çıktı. Saraybosna; 1463 – 1552 yılları arasında Bosna Sancak
merkezi, 1639 – 1686 yılları arasında ise Bosna Eyalet merkezi oldu.
Saraybosna
Mevcut Müslüman, Katolik ve Ortodoks nüfusa ilaveten, 15. yüzyıl sonlarında
İspanya’dan sınır dışı edilen Yahudilerin yerleşmesiyle; şehir için artık, yeni
bir dönem başlıyordu. Şehir yüzyıllar sonra, farklı inançtaki insanların bir
arada yaşadığı örnek şehir olarak gösterilecek, Avrupa’nın Kudüs’ü olarak anılacaktı.
1909 yılında yapılan bir sayımda, Müslümanlar %50, Katolikler % 25, Ortodokslar
% 15, Museviler % 10 oranındaydı. Günümüzde, aynı mahallede, Cami, Katolik
Kilisesi, Ortodoks kilisesi ve Sinagogu olan tek Avrupa şehri, Saraybosna’dır.
Saraybosna - Parkta satranç
I.Dünya
Savaşı’nı tetikleyen, Avusturya Veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın bir Sırp
öğrenci olan Gavrilo Princip tarafından 28 Haziran 1914’de öldürülmesi olayı,
Saraybosna’da, meydana geldi. 1984 Kış
olimpiyatları bu şehirde yapıldı. Saraybosna
şehri, Bosna savaşı sırasında, 5 Nisan 1992’den, 29 Şubat 1996’ya kadar süren
bir kuşatma yaşadı. Bu, modern savaş tarihinin en uzun kuşatmasıydı.
Saraybosna’yı çevreleyen tepelerde yerleşik 18.000 kişilik Sırp Ordusu, kuşatma
süresince, toplar, tanklar, diğer ağır silahlar ve keskin nişancılarla şehri
ateş altında tuttu. 1.500’den fazlası çocuk olmak üzere 11.541 kişi hayatını
kaybetti, 56.000 kişi yaralandı. Bosna Savaşı sırasında, % 66’sı Boşnak, % 25’i
Sırp, % 8’i Hırvat olmak üzere toplam 110 bin kişi ölmüştü.
Saraybosna Gezisi Başlıyor
Travnik’ten,
Saraybosna’ya geliyorum. Bir gün önce, Booking.com’dan, bir apart otelde yer
ayırtmıştım. Adrese geldiğimde, kimseyi bulamadım. Perdeler kapalı ve içeriden
ses yoktu. Telefon da cevap vermiyordu. Tesisin faaliyette olduğuna dair hiçbir
belirti bulunmuyordu. Herhalde faaliyetine son verdiği halde, bu bilgiyi
güncellemeyen bir tesise denk gelmiştim. Kendime bundan bir ders çıkartıyor ve
Booking.com’dan teyit aldıktan sonra, rezervasyon yaptığım yeri aramam
gerektiğini de öğrenmiş oluyordum.
Saat 16.00
olmuştu ve ben şimdi bu aksilik nedeniyle, yeniden otel aramak zorunda
kalmıştım. Hızlı hareket etmem gerekiyordu. Tesadüfen, arabayı park ettiğim
sokakta bir otel gördüm. Resepsiyondaki Boşnak genç, yardımcı olmaya çalıştı.
Fiyatı 40 Euro’dan 20 Euro’ya kadar düşürdü. İçinde bulduğum duruma göre fiyat
uygundu. Başçarşı’ya 300-400 metre mesafedeydi. İki gecelik ücret olan 40
Euro’yu hemen ödeyip, eşyaları odama çıkarttım.
İslami
Bilimler Fakültesi( Fakultet İslamiskih Nauka u Sarajevu )
İslami Bilimler Fakültesi
Odamda biraz
dinlendikten sonra keşif heyecanıyla kendimi dışarı atıyorum. Gündüz gözüyle
dolaşabilmek için yaklaşık üç saatim vardı. 5 dakikalık bir yürüyüşten sonra
Başçarşı Meydanı ve Sebil’de olacaktım. Ancak yolun yarısına gelmiştim ki, sağ
tarafımda çok farklı bir mimaride inşa edilmiş, anıt bir yapıya rastladım.
Endülüs mimarisine de benzeyen bu yapıyı merak edip, öğrendim.
Bina,
Avusturya – Macaristan vatandaşı, Çek asıllı mimar Karel Parik tarafından 1887
yılında yapılmış. Benim merak ettiğim ve “Endülüs Mimarisine” benzettiğim tarz
ise; “Mağrip tarzını yeniden canlandırma” diye tercüme edebileceğimiz, “Magrip
Revival”mış. Mağrip, Endülüs’le beraber, Tunus, Fas, Cezayir gibi ülkeleri
kapsayan genel bir kavram.
Bina, bir
süre Şeriat Okulu olarak kullanılmış. Saraybosna Şehir Müzesi, 1949 yılında bu
binada açılmış ve çeşitli koleksiyonlar sergilenmiş. Günümüzde ise, İslami
Bilimler Fakültesi olarak kullanılıyor.
Binanın
mimarı Karel Parik’ten biraz bahsetmek istiyorum. Hikâyesi ilginç geldi bana.
Çek asıllı mimar, bugün Çek topraklarında kalan Velis u Jicina’da doğmuş. 1883
yılında, 26 yaşındayken Saraybosna’ya gelmiş. Bosna’da, 70’i Saraybosna’da
olmak üzere 150 bina tasarlamış. Saraybosna’da bulunan; Bosna Hersek Ulusal
Müzesi, Ulusal Kütüphane, Saraybosna Ulusal Tiyatrosu, Saraybosna Hukuk
Fakültesi, Aşkenazi Sinagogu gibi binaların tasarımı Karel Parik’e ait. Ulusal
Kütüphane( Vijecnica ), Hukuk Fakültesi ve Aşkenazi Sinagogu binaları “Magrip
Revival” tarzında yapılmış. 1942 yılında Saraybosna’da 84 yaşında ölen Mimar’ın
mezarı, Saraybosna’da bulunuyor.
Başçarşı
meydanı ve Başçarşı Sebili
Başçarşı Meydanı ve Başçarşı Sebili
Başçarşı Meydanı ve Başçarşı Sebili
Biraz
yürüdükten sonra, Saraybosna’nın simgesi olan Başçarçı’ya geliyorum. Başçarşı
Meydanı ve Başçarşı Sebili karşılıyor beni. Osmanlı tarzındaki, kubbeli ve bir
bölümü ahşap olan tarihi şadırvan, Başçarşı’nın göz bebeği ve ilgi odağıydı.
Sebilin mermer basamaklarında oturup sohbet edenler, meydana taşmış kafelerde
mola verenler, meydanı çevreleyen tek katlı kırmızı kiremitli dükkânlarda alış
veriş yapanlar, güvercinleri besleyen çocuklar, Başçarşıyı dolaşanlar… Benim
gözlemlediğim, bütün bu alandaki insanların ortak noktası, neşeli, mutlu, canlı
ve enerji dolu olmalarıydı. Anlaşılan, Başçarşı ve Sebil’e gelenler, farkında
olmadan, onun yaydığı pozitif enerjiyi de alıyorlardı.
Başçarşı Meydanı'ndan
Başçarşı Meydanı'ndan
Saraybosna’nın
en ünlü buluşma noktalarından birisi olan Sebil, 1753 yılında Vezir Mehmet
Kukoviç Paşa tarafından yaptırılmış. Saraybosna Şehri’nin bir hediyesi olarak,
Sebil’in birebir örnekleri( replika ), Belgrad( Sırbistan ), St. Louis,
Missouri( A.B.D. ), Novi Pazar( Sırbistan ) şehirlerinde de bulunuyor.
Başçarşı(
Başçarşija )
Curciluk Veliki Caddesi
Başçarşı,
Saraybosna’nın tarihi merkezini oluşturan “Stari Grad” yani Eski Şehir’de
bulunuyor. Şehrin en eski çarşısı, tarihi ve kültürel merkezi. Çarşı’nın
kuruluşu, 1464 yılında Bosna sancak Beyi olan İshakoğlu İsa Bey’e dayanıyor.
İsa Bey, çarşının bugün bulunduğu yere birçok dükkân ve kervansaray inşa
ettirerek bugünkü Başçarşı’yı kurmuş.
Gazi Hüsrev Caddesi
1541
yılındaki vefatına kadar 17 yıl Bosna Sancak Beyliği yapmış olan Gazi Hüsrev
Bey, Başçarşı’ya birçok eser kazandırarak, Başçarşı’nın bir çekim merkezi
olmasını sağlamış. Bu eserler arasında, iki bedesten, cami, kütüphane, han,
kervansaray ve medrese de vardır. Bölgesinde önemli fetihlerde de bulunmuş olan
Gazi Hüsrev Bey’in babası Boşnak, annesi ise Sultan II. Bayezid’in kızı Selçuk
Hatun’dur.
Ünlü seyyah
Evliya Çelebi, 1659 yılında Saraybosna’ya yaptığı ziyarette,Çarşı’nın çok iyi bir plana göre inşa
edildiğini, her şeyin bulunabileceği 1080 dükkân olduğunu, yazmış
Seyahatnamesinde.
Bugün,
yüzyıllardan sonra, yangınlarla küçülmüş olmasına rağmen, mevcut sokakları,
dükkânları, bedestenleri, camileri, hanları ile Başçarşı,hâlâ Osmanlı – Türk çarşısı olma özelliğini
devam ettiriyor. Bu yönüyle turistlerin ilgi odağı oluyor.
Gazi Hüsrev
Bey Camii
Ferhadiye Caddesi-Saat Kulesi ve arka planda Gazi Hüsrev Bey Camii
Sebil’den
sonra, Başçarşı’ya, Saraci Caddesi’nden giriyorum. Biraz yürüyünce solda,
Saraybosna’nın en büyük ve en güzel camilerinden birisi olan Gazi Hüsrev Bey
Camii’ne geliyorum. Mimarı, Acem Esir Ali olan Cami, 1531 yılında Bosna Sancak
Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından inşa ettirilmiş. Cami’nin avlusuna girişte, sağ
tarafta danışma Bürosu’nu görünce, kendime yeni bir harita aldım. Bundan
sonrası için bana çok faydalı oldu. Saraybosna’nın bu en büyük ve en güzel
Camisi’nin sol tarafında Gazi Hüsrev Bey’in, onun yanında da, Kethüdalığını
yapmış olan Murat Bey’in türbesi var. Murat Bey ve neslinden gelenler, Gazi
Hüsrev Bey Vakfı’nın yürütülmesi ve yaşatılması ile görevlendirilmişler.
Avlunun ortasında, ince sütunlar üzerinde oturtulmuş kubbesiyle, zarif bir
şadırvan bulunuyor.
Cami’nin
avlusundayken kulağıma Türkçe konuşmalar çalınıyor. Kendimi, bir an Ülkemdeymiş
gibi hissediyorum. Turla geldiklerini zannettiğim, 3-4 kişilik bir grup, hangi
vakit namazını, hangi camide kılacaklarının değerlendirmesini yapıyorlardı.
Kulak misafiri olduğum konuşmalardan şunu fark ediyorum. Bosna, dine dayalı
rotalar tespit edip, gezilerini buna göre düzenleyen dini turların da, bir
merkezi haline gelmiş. Mütedeyyin vatandaşlarımız için de bir çekim merkezi
olan Saraybosna, boşuna “Avrupa’nın Kudüs’ü” diye isim yapmamış.
Yeni aldığım
harita, eskisine göre daha detaylı. Cami’den ayrılmadan önce kısa bir plân
yapıp, gezime devam ediyorum.
Morica Han
Morica Han
Gazi Hüsrev
Bey Camii’nin karşısında Morica Han var. Kapısından içeri girip bir göz
atıyorum. Kare şeklinde inşa edilmiş olan hanın giriş katındaki odaları,
hediyelik eşya dükkânları olarak kullanılıyor. Ortasında büyükçe bir ağacın
olduğu geniş avlusu, kafe haline getirilmiş. Başçarşı’da tarihi yaşarken
yorulanlar açısından, bu tarihi atmosferde mola vermek, güzel bir fırsat.
Morica Han,
1551 yılında inşa edilmiş. 1697 yılında çıkan yangından sonra yenilenip,
bugünkü halini almış. 300 yolcu ve 70 ata ev sahipliği yapabilmesiyle bir
kervansaray olarak da değerlendirilen Han, halen Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nın
yönetiminde bulunuyor.
Gazi Hüsrev
Bey Medresesi( Kurşunlu Medresesi ) ve Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi
Gazi Hüsrev
Bey Camii’nin karşısında, solda Gazi Hüsrev Bey Medresesi bulunuyor. 1537
yılında külliye ve medrese olarak inşa edilmiş. Açık avlulu medreselerin önemli
örneklerinden birisi sayılır. Kubbe örtüsünün kurşunla kaplanmış olmasından
dolayı halk arasında Kurşunlu Medrese olarak da biliniyor. 1910 yılında esaslı
bir onarım görmüş. Külliye kapsamında, Medrese’nin yanında 50.000 ciltlik büyük
bir kütüphane yapılmış. Ancak bu külliyeden, zamanımıza kadar sadece Medrese
sağlam kalabilmiş. Kütüphane ise yangında yok olduğu için yerine bugünkü modern
kütüphane yapılmış.
Saat Kulesi
Saat Kulesi
Saat Kulesi, 17. yüzyılda
Gazi Hüsrev Bey Vakfı geliriyle inşa edilmiş. Yüksekliği 30 metre. 1697 ve 1831
yıllarında büyük hasar gördükten sonra, 1834 yılında onarımdan geçirilmiş.Gazi Hüsrev Bey Camii’nin hemen yanında
bulunuyor. Saat Kulesi’nin en önemli özelliği, saatin ay takvimine göre
çalışması. Saat, namaz vakitlerini gösteriyor. Kuledeki saat 12’yi
gösterdiğinde, akşam namazı vaktinin gelmiş olduğu anlaşılıyor. Yani saat,
günbatımı 12 olacak şekilde ayarlanıyor.
Gazi Hüsrev
Bey Bedesteni
Gazi Hüsrev Bey Bedesteni
Gazi Hüsrev
Bey tarafından 1540 yılında yaptırılmış. Dört farklı girişi bulunan Bedesten’de
70 kadar dükkân bulunuyor. Gazi Hüsrev Begova Caddesi üzerinde de bir girişi
var.
Saraybosna
Katedrali( Kutsal Kalp Katolik Katedrali )
Kutsal Kalp Katolik Katedrali( Saraybosna Katedrali )
Saraci
Caddesi’nden yürümeye devam ediyorum. Başçarşı’da görülebilecek hemen hemen her
yeri görmüştüm. Yavaş yavaş da, Başçarşı’dan uzaklaşıyorum. Cadde devam ediyor,
ama ismi şimdi Ferhadiya oluyor. Başçarşı’nın Osmanlı - Türk mimarisi ve
yapılaşması, yerini Avusturya – Macaristan ve devamı olan bir tarza bırakıyor.
Böylece, Saraybosnalı Katolikler için önemli bir sembol olan Saraybosna
Katedrali( Kutsal Kalp Katedrali )’ne geliyorum.
İki kuleli
olan Katedral, 1884 – 1887 yılları arasında inşa edilmiş. Kulelerin yüksekliği
43,2 metre. Bosna – Hersek’teki en büyük katedral. Neo Gotik tarzda ve
Paris’teki Notre Dame Katedrali’nden esinlenilerek yapılmış. Mimarı Josip
Vancas, 1859 -Sopron( Macaristan )
doğumlu bir Hırvat. Saraybosna kuşatması sırasında hasar gören bina, daha sonra
tekrar yenilenmiş.Katedral, aynı
bölgede bulunan diğer dini mabetlerle birlikte, farklı inançların bir arada
barış içinde yaşamalarını simgelemesi açısından önemli.
Sırp Ortodoks
Katedrali( Theotokos Doğuş Katedrali )
Sırp Ortodoks Katedrali( Theotokos Doğuş Katedrali )
Bu defa,
Saraybosna Katedrali’ne 200 metre mesafede bulunan Sırp Ortodoks Katedrali’ne
geliyorum. Katedralin inşaatı, toplanan bağışlarla 1863 yılında başlamış.
Padişah Abdülaziz ve Sırbistan Prensi Mihailo Obrenovic, sembolik olarak her
biri 500 altın bağışlamış. Katedral 1872 yılında tamamlanmış. Günümüzde
Katedralin bir kısmı İktisat Fakültesi olarak kullanılıyor. Barok tarzında
yapılmış.
Avusturya
Veliahdına Suikast ve Latin Köprüsü
Latin Köprüsü
Artık rotamı
Miljacka Nehri’ne doğru çeviriyorum. İlk durağım Latin Köprüsü. Köprü 1541 yılında
Sirmerd oğlu Hüseyin tarafından yapılmış. Ahşaptan yapılan bu ilk köprünün
yerine Ali Ayni Bey tarafından 1565 yılında taş bir köprü inşa edilmiş. 1791
yılında selde zarar gören bu köprü, Saraybosna Tüccarı Abdullah Aga Briga’nin
parasal desteği ile 1798’de yenilenmiş ve zamanımıza kadar gelmiş. Köprünün ismi nereden geliyor? Miljacka Nehri'nin sağ kıyısını, diğer yakada, Hristiyanların( Katolikler ) yaşadığı mahalleye bağladığı için zamanla ismi Latin Köprüsü olmuş.
Latin Köprüsü'nden
Latin
Köprüsü’nün asıl önemi; 28 Haziran 1914 tarihinde, Avusturya Veliahdı Arşidük
Franz Ferdinand’ın, köprünün kuzey ucunda, Sırp öğrenci Gavrilo Princip
tarafından suikasta uğrayıp öldürülmesi ve bu olayın I. Dünya Savaşı’nı
tetiklemesiydi. Suikastın işlendiği noktada kurulan Saraybosna 1878 – 1918
Müzesi’nde Avusturya – Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand ve eşi Sophie’nin
kullandığı eşyalar ve fotoğrafları sergileniyor.
Hünkâr Camii
Hünkâr Camii
Miljacka
Nehri boyunca yürüyorum. Karşı tarafta Hünkâr Camii var. Osmanlı’nın fethinden
sonra inşa edilen ilk cami olma özelliğini taşıyor. Cami’nin kısaca tarihçesi
şöyle: 1463 yılında Osmanlıların bölgeyi fethetmesinden sonra İshakoğlu İsa
Bey, 1464 yılında Bosna Sancak Beyi olur ve Miljacka Nehri’nin kenarında bir
cami( Hünkâr Camii), bir hamam, kapalı bir Pazar ve birkaç ev olmak üzere bir
dizi yapı inşa ettirir. Böylece gelecekteki büyük Saraybosna şehrinin temelleri
atılmış olur. Cami’ye Fatih Sultan Mehmet’in onuruna “Hünkâr Camii” ismini
verir. Aynı tarihlerde nehrin karşı yakasında kurulan Başçarşı’ya geçmek için
bir de köprü yaptırır.
Seher Çehajina Köprüsü
Ahşaptan
yapılan ilk caminin tahrip olması üzerine 1565 yılında cami, yeniden ve daha
büyük olarak inşa edilmiş. Caminin haziresinde, Saraybosna’da yaşayan tanınmış
isimlerin yanında, vezirler, mollalar, müftüler ve şeyhlerin mezarları
bulunuyor.
Milli
Kütüphane( Saraybosna Belediye Binası/Sarayı – Vijecnica )
Milli Kütüphane( Saraybosna Belediye Binası/Vijecnica )
Bina, 1891
yılında Çek Mimar Karel Parik tarafından tasarlanmış. Mimar Parik’in projeden
ayrılması üzerine, aynı proje, Mimar Parik’in tasarımına sadık kalınarak Mimar
Alexander Wittek( 1892 – 1893 ) ve Mimar Ciril İvekovic tarafından 1896 yılında
tamamlanmış. Bina, “Magrip Revival” tarzında tasarlanmış ve inşa edilmiş. 1896
-1949 yılları arasında Saraybosna Belediye Binası/Sarayı olarak kullanılan
bina, halen Milli Kütüphane olarak hizmet veriyor.
Bina,
Saraybosna Belediye Sarayı olarak kullanıldığı dönemde, Avusturya Veliahdı
Franz Ferdinand’ın suikasttan kısa bir süre önce burada bir kokteyle katılmış
olmasıyla da bilinir( 28 Haziran 1914 ). Ferdinand, geçit törenine buradan
başlamış.
İnat Evi(
İnat Kuca ) ve Hikayesi
İnat Evi( İnat Kuca )
Milli
Kütüphane’nin karşısında, nehrin diğer yakasında, iki katlı Osmanlı tarzında
yapılmış bir ev olan İnat Kuca’yı görüyor ve oraya doğru gidiyorum. Sonradan,
İnat Kuca( İnat Evi )’nın, Milli Kütüphane binası ile bağlantılı ilginç bir
hikâyesi olduğunu öğreniyorum. Avusturya – Macaristan İmparatorluğu,
Saraybosna’yı Osmanlılardan aldıktan sonra, şehre, bir saray( Saraybosna
Belediye Sarayı ) yaptırmak ister. En uygun alan da, şimdiki Milli
Kütüphane’nin bulunduğu yerdir. Ama burada iki katlı, Osmanlı tarzında yapılmış
bir konak vardır. Çok büyük paralar teklif edilmesine rağmen, konak sahibi “Nuh
der, peygamber demez”, evini ve arazisini satmaya bir türlü razı olmaz.
Sonunda, nehrin karşı kıyısında kendisine bir arsa verilmesi ve bu arsaya
şimdiki evinin, aynı malzemeleriyle, birebir taşınması şartıyla, burayı
boşaltmaya razı olur. İmparatorluğun mimarları devreye girer ve evi birebir
şimdiki bulunduğu yere taşırlar. İnat Evi halen restoran olarak kullanılıyor ve
şimdi Milli Kütüphane olarak kullanılan, yerine yapılmış o eski Saraybosna Belediye Sarayı ile
karşı karşıyalar.
VİŞEGRAD
Vişegrad
Vişegrad,
Saraybosna’nın 112 km doğusunda, 10.668 nüfuslu bir kasaba. Bosna Hersek’e
bağlı Sırp Cumhuriyeti topraklarında bulunuyor. Drina ve Rzav nehirlerinin
kesiştiği bir coğrafyada konumlanmış. 1454 yılında Osman Paşa tarafından
fethedilişinden 1878 Berlin Kongresi’ne kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış.
Vişegrad
Vişegrad,
aynı zamanda Nobel ödüllü yazar İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” romanına konu
olan Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü’nün bulunduğu şehir. Romanını okuduğum için
Balkan gezime özellikle dâhil ettiğim Vişegrad’ı ve Sokollu Mehmet Paşa
Köprüsü’nü görmek üzere Saraybosna’dan yola çıkıyorum. Günübirlik gidecek ve
Saraybosna’ya döneceğim.
Vişegrad
Sabah 8.30’da
Otel’den ayrılıyorum. Saraybosna’nın’nın yolları dar, inişli, çıkışlı… Bir
yabancı için araba sürmek böyle ortamlarda ürkütücüydü. Yol bulucum( navigasyon
) da, nedense beni Saraybosna’nın tepelerine, zirvelerine atıyordu. Yolun
yanlış olduğunu biliyordum, ama bu vesileyle de yeni yerler keşfediyordum.
Yolun inişinde, sabah güneşinin en iyi olduğu bir zamanda çok güzel bir
panoramik manzarayı yakalayınca, çektiğim zahmetin karşılığını görmüş oldum.
Aracımı uygun bir yere çekip bu fırsatı kaçırmıyor, iki farklı yerde kuşbakışı
Saraybosna fotoğrafları çekiyorum. Ardından Vişegrad'a devam.
Sokullu
Mehmet Paşa Köprüsü( Drina Köprüsü )
Vişegrad-Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü( Drina Köprüsü )
Sonunda
Vişegrad ve Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü uzaktan görünüyor. Şehir, köprünün
diğer tarafında bulunuyor. Ben her ihtimale karşı bulunduğum noktadan köprüyü
çekiyorum. Biraz bekleyip, yoldan geçen birisine, köprü arka planıyla kendi
fotoğrafımı çektirdim. Adam orta yaşlı bir köylüydü. Fotoğraf çektirme
bahanesiyle Miki ile çat pat da olsa biraz sohbet ettik. Sonra arabamla bir
sonraki köprüden, aynı zamanda şehrin merkezi olan, Sokullu Mehmet Paşa
Köprüsü’nün karşı yakasına geçiyorum.
Vişegrad-Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü
Sokullu
Mehmet Paşa Köprüsü, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa adına, Mimar Sinan tarafından
1571 -1577 yılları arasında yapılmış. 1664, 1875, 1911, 1939, 1940 yıllarında
onarım görmüş. Eni yedi, boyu ise yüz seksen metre. 2007 yılında Unesco Dünya
Mirası listesine alınan köprünün 11 gözü var. Mehmet Paşa Sokoloviç adıyla da
anılyor
Vişegrad-Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü( Drina Köprüsü )
Köprüye
bakarken ve köprü üzerinde yürürken, İvo Andriç’in romanını ve Köprü’deki
hayatı tasvir edişini hatırlıyorum. İvo Andriç, Köprü’deki Kapiya’yı şu satırlarla anlatıyordu:
”Köprünün aşağı yukarı uzunluğu iki yüz elli, genişliği de on adımdır, tam orta
yerinde birbirine eşit iki teras biçiminde genişler. Bu teraslar ortadan geçen
araba yolunun iki katı genişliğindedir. İşte köprünün bu bölümüne “Kapiya”
derler……Uzunlukları ve genişlikleri beş adım kadar olan bu terasların etrafı
köprününkü gibi taş parmaklıklarla çevrilmiştir. Kasabadan gelişte sağdaki
terasa Sofa derler. İki basamakla çıkılır. Etrafı taş sıralarla çevrilmiştir.
Parmaklıklar bu sıralara arkalık ödevini görür. Basamaklar, sıralar,
parmaklıklar hep aynı beyaz taştan yapılmıştır. Sofa’nın karşısındaki sol teras
da aynıdır, yalnız boştur. Sırası falan yoktur. Parmaklıkların orta yerinde
insan boyunda bir duvar vardır. Onun tepesine mermer bir kitabe konmuştur.
Kitabenin üzerine, Türkçe, güzel bir yazı ile manzum olarak köprüyü yaptıranın
adı ve yapılış tarihi kazılmıştır. Duvarın dibinde bir çeşme vardır. Suyu taş
bir ejderhanın ağzından akar. Bu terasa, cezveleri, fincanları ve her zaman
yanan mangalıyla bir kahveci yerleşmiştir. Sofada oturanlara karşıdan karşıya
kahve taşır. İşte Kapiya burasıdır…..”
Vişegrad - Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü( Drina Köprüsü ) - Sofa
Bir süre
Köprü’deki Sofa’ya oturuyor, bir zamanlar insanların kahve içip sohbet ettiği o
günleri hayal edip, yaşadıktan sonra buradan ayrılıyorum.
Andricgrad
Vişegrad - Andricgrad
Vişegrad - Andricgrad
Sırplar,
“Drina Köprüsü” romanı üzerinden, turizm ve tanıtma adına ellerinden geleni
yapıyorlar. Bosnalı Sırp film yapımcısı ve yönetmeni Emir Kusturica tarafından
yaptırılan ve 28 Haziran 2014’de hizmete giren Andricgrad da böyle bir proje.
Şehrin merkezindeki ve iki nehrin birleşirken oluşturduğu yarımadadaki tesisler
bütünü, İvo Andriç üzerine ve ona adanmış. 2005 yılında Ortodoks olan ve
Ortodoksluk âlemi tarafından paylaşılamayan(!) Emir Kusturica’nın yeni film projesi,
“Drina Köprüsü”ymüş… Emir Kusturica, Vişegrad’a 27 km mesafede olan ve Sırbistan
topraklarında bulunan Drvengrad’da, daha önce film çekimi için inşa ettirdiği
bir köyde yaşıyor.
Andricgrad'da İvo Andric Heykeli
Andricgrad - Sırp Şairi ve Flizofu Petar II. Petrovic Njegos'un Heykeli
Andricgrad - Ortodoks Kilisesi
Andricgrad,
anıt bina ve heykellerin de olduğu, Sırp kimliğini vurgulayan, geniş bir alana
yayılmış bir tesisler bütünü. Tesislerin en sonunda, yarımadanın ucunda, çok
iyi konumlandırılmış bir Ortodoks kilisesi, kilise ile hem fizik hem de anlam
bakımından uyumlu bir heykel, dikkat çekiciydi. Dizlerinin üzerinde tuttuğu bir
kitapla oturan figür; 1813 – 1851 yılları arasında yaşamış Karadağ’ın ruhani lideri,
Sırp şair ve filozofu Petar II Petrovic Njegos’u canlandırıyor. İvo Andric’in
de, iki ayrı yerde heykeli bulunuyordu.
Vişegrad’ın
Hünkâr Camii
Vişegrad - Hünkâr Camii
Vişegrad
Andricgrad’dan
sonra, Vişegrad’ı dolaşmaya devam ediyorum. Şehrin ortasından geçen Rzav Nehri
üzerindeki köprüden kasabanın diğer tarafına geçtim. Ahşap minareli bir cami
vardı, ama ismini bulamadım. Bulunduğum yerden, beyaz badanası, kırmızı
kiremitleri ve zarif minaresiyle başka bir cami gördüm. Caminin adı, Hünkâr
Camii( Careva Dzamija ). Bosna Savaşı sırasında 7 Haziran 1992’de, Bosnalı Sırp
askerler tarafından yakılmış. Bu konu ile ilgili fotoğraflı bir haber, 8
Haziran 1992’de Şikago Sun Times’da yayınlanmış.Toplanan bağışlarla, Cami, 2005 yılında
yenilenmiş. Ölüm İlanı
Panosu
Vişegrad - Ölüm İlan Panosu
Daha önce
birkaç yerde gördüğümü hatırladığım, cadde üzerlerindeki ölüm ilanı panosunu bu
defa Vişegrad’da fotoğraflama fırsatını buldum. Bu ilanlar tek tek de
olabiliyormuş. Ölenin yakınlarının haberdar olmasını sağlayan bu ilanlar,
Müslümanlar için cami girişlerindeki panolara asılıyormuş. İlanlar, Müslümanlar
için yeşil çerçeveli ve hilalli, Hristiyan ve Museviler için siyah çerçeveli ve
haç/Davut yıldızı simgeli oluyormuş.
Bir Trafik
Cezası Muamması/Bilmecesi
Dönüşte,
Sarayevo’ya 55 km. kala bir kasabada( Zannedersem Rogatica ) polis çevirdi.
Arabayı otoparka çektim. Polis 45-50 yaşlarındaydı. Tek kelime İngilizce
bilmiyordu. Anlatmak istediğini anladım. Farları yakmadığım için 50 Bosna
Markını postaneye yatırmam gerekiyormuş. Pasaportu, ehliyeti ve ruhsatı aldı.
Elindeki kargacık burgacık yazıların( Kiril harfleriydi herhalde ) olduğu bir
deftere buradaki bazı bilgileri yazdı. Adam, postaneye 50 Bosna Dinarı yatır
diyor, ama bir ceza kâğıdı vermiyor. Bir yazılı belge verse, postaneye gidip bu
cezayı yatıracaktım. Polisle bir türlü anlamıyoruz. 2-3 metre yakınımızdaki bir
başka kadınla sohbet eden 40’lı yaşlarda bir kadına İngilizce bilip bilmediğini
sordum. Bilmiyormuş. Polise; postaneye beraber gidelim diye işaretle anlatmaya
çalıştım. Adam sonra, beceriksizce hareketlerle belgelerimi iade edip, gitmemi
işaret etti. Bu olan bitenden bir şey anlamamıştım, ama bu sıkıcı durumdan
kurtulduğum için rahatlamıştım. Bu olay nedeniyle, trafik cezası kesilmemesi
için, gezimin bundan sonrasında farlarımı gündüz de olsa sürekli açık tutmaya
başladım.
Vişegrad
Katliamı
Çok etnikli,
çok dinli yapı, Balkan ülkelerinin ortak bir özelliğidir. Bu nedenle, bununla
ilgili bilgi kaynaklarında,hemen hemen
tüm Balkan ülkeleri veya şehirleri, etnik ve dini yapıları itibariyle, yıllara
göre karşılaştırmalı olarak verilir. Vişegrad’ın etnik yapısını gösteren 1991
ve 2013 yılı nüfus sayımlarındaki değişimleri görünce gözlerime inanamadım,
hayret ettim! Çok uzun yıllar istikrarlı giden nüfus yapısı, birden alt üst
olmuştu. Ortaya çıkan rakamlardan, Sırpların, Boşnaklara karşı müthiş bir etnik
temizlik uygulamış oldukları anlaşılıyordu.
Boşnak
Nüfusu: 1991 yılında Boşnaklar; 13.471 kişiyle, 21.199 nüfuslu Vişegrad’ın %
63,54’nü oluşturuyorlarmış. 2013’de sayıları 12.328 kişi azalarak 1.043 kişiye
düşmüş. Bu sayı, 10.668 nüfuslu Vişegrad’ın %9,77’sine karşılık geliyor. 12.328 kişi azalan Boşnakların, toplam şehir
nüfusu içindeki payı, % 63,54’den % 9,77’ye düşmüştü. Oransal azalış % 53,77
‘ydi.
Sırp Nüfusu:
Sırplar açısından, bu nüfus hareketi Boşnakların tam tersine, büyük bir artış
göstermişti: 1991 yılında, 21.199 kişilik şehir nüfusunun, 6.743 kişisi,
yani% 31, 80’i Sırp’mış. Bu sayı
2013’de 2.595 kişi artarak, 9.338 kişi olmuş.10.668 nüfuslu Vişegrad’daki Sırpların oranı % 87,53’ü bulmuş. 2.595
kişi artan Sırpların, toplam şehir nüfusu içindeki payı % 31,80’den % 87,53’e
yükselmişti. Oransal artış% 55, 73
olmuştu.
Etnik
temizlik ve katliam, aşama aşama şöyle gelişmişti: 13 Nisan 1992’de Vişegrad’ı ele
geçiren Yugoslav Halk Ordusu’nun 19 Mayıs 1992’de şehirden çekilmesiyle, yerel
Sırp liderler Vişegrad ve çevre belediyelerde kontrolü ele alırlar. Kısa bir
süre sonra yerel Sırplar, polis ve paramiliterlikler, çatışmanın en kötü
şöhretli etnik temizlik kampanyalarından birisine başlarlar. Boşnaklar
öldürülür, cesetleri Drina Nehrine atılır, evleri yakılır ve yağma edilir,
Kasabanın camileri yakılır, Vilina Vlas Otel’de Boşnak kadın ve kızlara tecavüz
edilir…
Bütün bu
etnik temizlik ve katliam sonucunda en az 1661 Boşnak ölmüştü. ICTY( Birleşmiş
Milletler Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi )’de “İnsanlığa karşı
zulüm; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar dâhil olmak üzere önemli sayıda sivilin
yok edilmesi” suçları ile yargılanan dokuz sanık, müebbet ile on iki yıl hapis
cezalarına çarptırıldılar.
MOSTAR( VE
MOSTAR KÖPRÜSÜ )
Mostar’a
gitmek üzere sabah 08.30’da Saraybosna’dan yola çıkıyorum. Mostar’a eski yoldan
gidiyorum, ama yol bulucum, otoyol tarifini veriyordu. Ben eski yolda ısrar
edince, o da eskiye döndü. Yol üzerinde güzel bir göl ve sulak alan(Jablanica Gölü ) gördüm. Göl kenarında, güzel
bir kafeye geldim. Kafe’nin önünde iki tur otobüsü, içeride ve bahçesinde de
yolcular vardı. Göl kenarındaki kuşları görünce, ornito fotoğrafçılığım
depreşti ve makinamla, kıyıya doğru yürüdüm. Birkaç manzara fotoğrafı ve bir
Kaşıkçı Kuşu çektikten sonra Mostar’a devam ettim.
Mostar yolu üzerindeki Jablanica Gölü'nden
Jablanica Gölü'nden - Kaşıkçı Kuşu
Hum tepesi
ile Velez Dağı arasında, Naretva Nehri üzerinde bulunan Mostar, Fatih Sultan
Mehmet zamanında,1468 yılında Osmanlı
yönetimine girmiş. Önceleri Köprühisar adı verilen şehir, el sanatları ve
ticaret merkezi olan "çarşiya" ve yerleşim merkezi olan "mahala"( mahalle ) olmak
üzere iki bölgeye ayrılmış.
Mostar
Mostar, Bosna
Savaşı ile zor günler geçirmiş. Mostar’ı ele geçirmek isteyen Sırpların
oluşturduğu Yugoslav Halk Ordusu’na karşı, Hırvatlar ve Boşnaklar birlik
olmuşlar. Nisan 1992 – Haziran 1992 tarihleri arasındaki savaşta, Sırp güçleri
yenilmiş. Ancak Haziran 1993’de Hırvatlar ve Boşnaklar arasındaki ittifak
bozulmuş ve Hırvatlar, Doğu Mostar’ı kuşatarak Boşnaklara saldırmışlar.
Hırvatların saldırısı sonucunda birçok sivil ölmüş,Mostar daha fazla harabeye dönmüş. 9 Kasım
1993’de en olmadık şey olmuş, Hırvat tank ateşiyle Mostar Köprüsü havaya
uçurulmuş. Sonunda taraflar arasında Mart 1994’de imzalanan Washington
anlaşmasıyla savaş bitmiş ve Hırvat-Boşnak federasyonu kurulmuş.
1992-1994 arasındaki savaşta hasar gören bir ev
Mostar’ın
2013 sayımına göre nüfusu 105.797. Nüfusun etnik dağılımı şöyle: Hırvat 51.216(
48,4 ), Boşnak 46.752( % 44,1 ), Sırp 4.426( % 4,1 ). Bundan önce yapılan 1991
sayımında ise, şehrin nüfusu 126.628. Etnik gruplara göre dağılımı:Hırvat 43.037, Boşnak 43.856, Sırp 23.846.
Şehrin nüfusu, 2013 yılında 21 bin civarında azalmış. Buradaki azalmayla, Sırp
nüfus sayısındaki azalma aşağı yukarı aynı. Savaşı kaybeden Sırplar şehri tek
edip, kendi bölgelerine gitmişler. Boşnakların nüfusu 3 bin, Hırvatların ise 8
bin artmış. Mostar
Köprüsü
Mostar Köprüsü
Mostar
Köprüsü( Stari Most ), Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1566 yılında
yaptırılmış. Mimar Sinan’ın çırağı ve öğrencisi olan Mimar Hayreddin tarafından
tasarlanan köprü, 28 metre uzunluğunda ve 20 metre yüksekliğinde. Çevresinde
hayranlık uyandıran ve şehrin sembolü haline gelen Mostar Köprüsü, zamanla
Osmanlı döneminin en tanınmış mimari yapısı olarak tanınmış ve şehre ismini
vermiş. Evliya Çelebi 17. Yüzyılda yazdığı Seyahatnamesinde Mostar’ı şöyle
anlatmış: “Köprü, bir uçurumdan diğerine uzanan, gökyüzüne kadar yükselen bir
gökkuşağı kemeri gibidir. …Ben, Allah’ın fakir ve sefil kölesi, 16 ülkeden
geçtim, ama bu kadar yüksek bir köprü görmedim. Kayadan fırlayıp gökyüzüne
kadar yükselir.”
Mostar Köprüsü
Mostar
Köprüsü’nün her iki ucunda bulunan kulelerden sağ taraftakinin adı Tara, sol
taraftakinin ise Halebiye. Kuleler, gözetleme ve köprüyü koruma amaçlı
yapılmış; mühimmat deposu olarak kullanılmış.
Mostar
Köprüsü’nün Yeniden Yapımı
Mostar Köprüsü - Yeniden yapımda bağışta bulunan devletler/kuruluşlar
9 Kasım 1993
tarihinde Hırvat ordusu tarafından havaya uçurulan Köprü’nün yeniden yapım
çalışmalarına; 1997 yılında TİKA, UNESCO, IRCICA ve Dünya bankası işbirliğinde
başlanmış. İnşaatı, bir Türk firması olan Er-Bu inşaat üstlenmiş. Köprü’nün
orijinal taşları, Macar Ordusu dalgıçları tarafından nehir yatağından bulunup,
vinçlerle çıkartılmış. Çıkartılan orijinal taşlar, inşaatı üstlenen firmanın
Türkiye’den götürdüğü 65 Türk taş ustası tarafından işlenmiş ve köprü böylece
tamamlanmış. Yeniden açılışı 23 Temmuz 2004 tarihinde Prens Charles tarafından
yapılan Mostar Köprüsü, 2005 yılında Unesco Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.
***
Mostar’a
girdiğim yerde, yol çalışmaları nedeniyle her taraf kazılmıştı. Benden önce
birçok kişinin arabalarını, trafiğe kapalı olan bu yerlere park ettiklerini
görünce, ben de arabamı buraya park ettim. Sonra köprüye doğru nehir boyunca
yürümeye başladım.
Lucki Most( Şans Köprüsü ) üzerinden Mostar Köprüsü
Önüme bir
köprü geliyor. Bundan sonraki, Mostar Köprüsü. Geldiğim köprünün ismi Lucki
Most( Şans Köprüsü ). Şans Köprüsü’nden, Mostar Köprüsü’ne bakıyorum. Manzara
şahane, ışık da çok güzel. Şans Köprüsü’nde şansım yaver gitmişti. Birkaç poz
Mostar Köprüsü’nü çektikten sonra, kendi fotoğrafımı da birisini bulup
çektiriyorum. İyi bir kare Mostar Köprüsü, bütün bir Mostar yolculuğuna
değerdi...
***
Mostar Köprüsü
Mostar Köprüsü - Belli bir ücret karşılığında gösteri atlayışı yapılıyor
Sonunda
Mostar köprüsüne geliyorum. Mostar Köprüsü’nün giriş yolu hediyelik eşya satan
dükkânlarla doluydu. Ayrıca nehir manzaralı yeşil ağaçlarla bezenmiş lokantalar
da, müşteri çekmek için manken gibi güzel kızların elinden broşür
dağıtıyorlardı. Köprünün üzeri kalabalıktı. Mayosuyla, köprünün beton
korkulukları üzerinde, atlamaya hazır, ayakta bekleyen otuzlu yaşlarında bir
adam vardı. Ben de, diğer kalabalık gibi bu atlayışı kaçırmamak için
yaklaşıyorum. Kalabalıktan kulağıma yüksek tonda Türkçe sesler geliyor.
Nehirden gösteri atlayışını, 25 Euro karşılında yaptıklarını konuşuyorlardı.
Bunu duyan biraz uzaktaki abla, bulunduğu yerden bağırıyor: “Bu parayı bana
verin, ben atlayayım” diyor. Bizim turculardan bir sonuç çıkmayınca beklemekten
vaz geçip, Kujundziluk ve Mala Tepa yönünde yürümeye devam ediyorum.
Kujundziluk
Caddesi
Mostar - Kujundziluk Caddesi
Mostar - Mala Tepa, Kujundziluk Caddesi'nin devamında bulunuyor
Kuyumcu ve Hediyelik eşya satan dükkânların bulunduğu bir cadde.
Mostar’ın en kalabalık caddelerinden. Koski Mehmet
Paşa Camii
Mostar - Koski Mehmet Paşa Camii'nin girişi
Mostar - Koski Mehmet Paşa Camii
Koski Mehmet Paşa Camii, Kujundziluk Caddesi’nin devamı olan Mala Tepa( anlamı zannedersem
“Küçük Tepe )’da bulunuyor. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın ruznamecisi ve
tımar defterdarlarından Koski Mehmet Paşa tarafından 1618 yılında taptırılmış.
Neretva Nehri kenarında, Mostar Köprüsünü çok iyi gören bir noktada bulunuyor.
Ücret karşılığında minareye çıkılıp, panoramik köprü fotoğrafı çekmek mümkün. Mahmut Baba
Türbesi
Mostar - Mahmut Baba Türbesi
Koski Mehmet Paşa Camii’nin karşısında bulunan Halveti Hanikahının ilk
şeyhi Mahmut Baba’nın türbesidir. Ayrıca, Koski Mehmet Paşa Camii’nin inşaatını
tamamlamış ve Camiin imamlığını yapmış. Tepa Pazarı Cami’nin hemen köşesinde bulunuyor. Osmanlı döneminden beri, yoğun bir pazar
yeri olarak önemini koruyor. Mevsimimde incir ve narları ile meşhur.
***
Eğri Köprü(
Kriva Cuprija )
Mostar - Eğri Köprü
Mostar - Eğri Köprü
Dönüşte, Köprü’nün solunda, lokantaların bulunduğu yerden,
merdivenlerle nehrin kıyısına iniyorum. Köprü manzaraları çekerken, umutla,
köprüden atlayış yapacak birisi olur diye bir süre bekliyorum. Olmayınca,
gezime devam edip Eğri Köprü( Kriva Cuprija )’ye geliyorum. Bu köprü, Mostar’ın
en eski, tek kemer köprüsü özelliğini taşıyor. 1558 yılında Osmanlı Mimarı
Cejvan Kethuda tarafından yapılmış. Mostar Köprüsü’nün inşasının başlamasından
önce, bu köprünün küçük ölçekte bir test olduğu söyleniyor. Keyvan Bey
Hamamı
Keyvan Bey Hamamı, halen müze olarak kullanılıyor
Eğri Köprü’ye 100 metre mesafede bulunan Hamam, halen müze olarak
kullanılıyor.
POÇİTEL
Poçitel, Mostar'ın 30 km güneyinde bulunuyor
Poçitel,
Mostar’ın 30 km güneyinde, Lapljina Belediyesi’ne bağlı bir köy. Neretva
Nehri’nin sol kıyısında yer alıyor ve Bosna – Hersek Federasyonu topraklarında
bulunuyor. Ülkemizde, “Bosna Hersek’teki Osmanlı Köyü” diye de bilinir. 2013
sayımına göre, Köyde 869 kişi yaşıyor.
Poçitel
1383 yılında
Bosna Kralı 1. Stjepan Tvrtko tarafından yapılan Poçitel Kalesi, daha sonra,
Osmanlı tehlikesine karşı, Macar Kralı Korvin tarafından genişletilerek
güçlendirilmiş. 1471 yılında kaleyi ele geçiren Osmanlılar, kaleyi büyütmüş ve
kalenin altında, bir köy inşa etmişler. Nehir kıyısından başlayan ve dik bir
yamaçta yükselen köy, en tepede bulunan Kalesiyle bir bütünlük oluşturmuş,
sağlam ve ele geçirilmesi zor bir görünüm kazanmış. Bölgede bulunan sert
dayanıklı taşlarla inşa edilen medrese, hamam, kervansaray, çarşı, saat kulesi
ve evleri ile bir Osmanlı-Türk kimliği kazanmış.
Poçitel
Venediklilerin,
1698 yılında, 15 km mesafedeki Gabela’yı almalarından sonra, Poçitel,
Venediklilerle sınır komşusu olmuş ve askeri/stratejik önemi artmış. 1878
yılında Avusturya –Macaristan yönetimine geçen Köy, artık stratejik önemini
kaybetmiş ve mevcut yapısını/tarihi dokusunu koruyarak zamanımıza kadar gelmiş.
Mevcut Osmanlı kimliğini bu yüzden korumuş olmasına bakarak, bir bakıma
stratejik öneminin kaybolması iyi de olmuştur, denilebilir. Poçitel, Unesco
Dünya Mirası Geçici Listesi’nde bulunuyor.
***
Avusturyalı
Türk Gençlerin Vatan Hasreti
Poçitel,
Osmanlı köyüne ulaştım. Köy meydanındaki park yerine doğru arabamla ilerliyorum. Köye
girerken, 14-18 yaş grubundan, kim olduklarını bilmediğim gençler benim arabayı
görünce, arabanın karşısına geçip, sevinç gösterileri yapmaya başladılar. Şaşkınlıkla kendilerine baktığımı gören bu
gruptan bir genç delikanlı, arabaya gelerek durumu izah etti: Avusturya’dan
geliyorlarmış. 34 plakalı bir Türk aracını Bosna Hersek’te, Osmanlı köyünde
görünce çok sevinmişler. Yanında bulunan 15-16 yaşlarındaki kızlar da, sevinç
içerisinde benle konuşmaya çalışıyorlardı. Gençlerdeki bu coşku ve heyecan bana
da yansımıştı. Onların ilgisine aynı ilgi, canlılık ve güler yüzle karşılık
vermeye çalışıyordum. Mostar’a gidiyorlarmış. İstanbullu olduğumu ve tüm
Balkanları gezdiğimi söyledim. Zor oldu, ama ayrıldık. Aslında yol tıkanacakmış
falan dinlemeden, arabadan inip, arabanın önüne hep beraber, iki tarafıma
gençleri alıp, coşku dolu harika bir anı fotoğrafı çok iyi olurdu…
Poçitel Kalesi’nden Poçitel ve Naretva Nehri
Poçitel - Kaleye giden yol
Poçitel
gezimin böyle güzel bir rastlantıyla başlaması, beni zindeleştirdi. Arabamı
bıraktığım yerin biraz ilerisindeki tezgâhtan, kâğıt külahların içinde dağ
incirlerinden alıp, kaleye doğru yürüdüm. Alçak taş merdivenli sokak, kaleye
kadar gidiyordu. Kimi yerde hediyelik eşya satanları, sağ tarafta Şişman
İbrahim Paşa Camii’ne gelenlerin yoğunluğunu, yol boyunca Osmanlı yapılarını
geçiyor;ara ara mola verip, hem
dinleniyor, hem de fotoğraf çekiyordum.
Kalenin kulesinden Poçitel Köyü ve Naretva Nehri
Kaleye
çıktığımda, nefes kesici manzara, bütün yorgunluğumu almıştı. Naretva Nehri tüm
maviliği ile yemyeşil ovada sakin sakin akıyordu. Poçitel’in yeşillikler
içindeki karşı yamaçlarında, kayrak taşının kendine has rengiyle Osmanlı
yapıları, Şişman İbrahim Paşa Camii ve Saat Kulesi; mavi mavi akan Naretva
Nehri ile ahenkli bir bütün oluşturuyordu.
Kaleden kuşbakışı Poçitel ve Naretva Nehri
Kaledeyken,
bir vesileyle, genç bir kadın, Türkçe seslenerek benden yardım istedi. Türkçe
seslendiğine göre, herhalde beni, aynı tura katılanlardan biri sanmıştı.
Böylece tanışmış olmuştuk. Sonrasında, burada bulunduğum 20-25 dakika
içerisinde, aynı tura katılanlardan birçok kişiyle tanışıp sohbet etme fırsatım
oldu.
Kalenin kulesinden
Kalenin
zirvesinde bir de kule vardı. Ardından buraya çıktım. Dar ve yüksek
merdivenleriyle kolay olmasa bile, Poçitel’i ve ovayı panoramik olarak görmek
heyecan vericiydi. Allaha
Yakarış
Poçitel
Kale’den
ayrılıp, alçak, belli belirsiz merdivenli dar sokaktan yokuş aşağı iniyorum.
Karşımda, Poçitel ve Naretva Nehri’nin birbiriyle uyumlu nefis manzarası uzanıyordu... Manzaraya dalmışken, kulağıma uzaklardan, hayal meyal, ezgili bir sesin geldiğini
fark ettim. Biraz dikkat kesilince bunun bir ilahi olduğunu anladım. Bir kadın,
tüm hüznü ile ilahi okuyordu. Yolun aşağısında, Şişman İbrahim Paşa Camii’nde
bir mevlit töreni vardı herhalde.
Kuleden Şişman İbrahim Paşa Camii
Duyduğum ses
ve ilahi öylesine dokunaklı ve hüzünlüydü ki, bu duygu dolu unutulmaz anları, elimde
olmadan/gayri ihtiyari, kayda almaya başladım. Bu hüzünlü sesin etkisiyle,
Boşnakların 1992 - 1995 Bosna Savaşı'nda yaşadıkları zulümler, bir film şeridi gibi gözümün önünden
geçiyordu. Kayıt yaparken gözlerim doldu. Bu, herhangi bir ilahi değil, diye düşündüm. 20. Yüzyılın sonunda,
tüm dünyanın seyirci kaldığı, Srebrenica, Vişegrad, Saraybosna’daki katliamlara
uğrayanların, Allah’tan başka sığınacak kimsesi olmayanların, Boşnakların bir
yakarışıydı bu ilahi aynı zamanda… Şişman
İbrahim Paşa Camii( Hacı Aliya Camii )
Poçitel Köyü - Şişman İbrahim Paşa Camii
İlahiyi kayda
alırken, ilahinin söylendiği Şişman İbrahim Paşa Camii’ne geliyorum. Cami, 1563
yılında Musa oğlu Hacı Aliya tarafından yaptırılmış. Şişman İbrahim Paşa
tarafından 17. Yüzyılda onarılmış. Cami’ye daha sonra Şişman İbrahim Paşa’nın
ismi verilmiş. 1993 yılında Bosna savaşı sırasında, Hırvatların saldırısı
sonucu ağır hasar gören Cami, 2002 yılında yenilenmiş. Saat Kulesi
Poçitel Köyü - Saat Kulesi
Evliya
Çelebi’nin Seyahatname’sinde bahsedilmediği için, 1664’den daha geç bir tarihte
inşa edildiği sanılıyor. Tepesi taş bir piramitle son buluyor. Bu piramidin
hemen altında dört sivri kemer bulunuyor. NEUM
Neum, Bosna - Hersek'in denize kıyısı olan tek şehri
Neum, 21
kilometrelik kıyı şeridi ile Bosna – Hersek’in denize kıyısı olan tek şehri.
Bosna – Hersek Federasyonu’na bağlı bulunuyor. 2013 sayımına göre nüfusu 4.653.
Bu nüfusun 4.543’ü Hırvat olup, toplam nüfusun % 97,64’ünü oluşturuyor.
Hırvatlar, 1991 yılı sayımında 3.792 kişilik nüfusu ile toplam nüfusun %
87,67’sini meydana getiriyordu. Dayton Barış Antlaşması sırasında, Alija
İzzetbegoviç’in yoğun ısrarı ve direnmesi sonucu, Neum, Bosna – Hersek
sınırlarında kalmış. Neum, kıyı
turizmi açısından önemli bir yerde bulunuyor. Fiyatların, Hırvatistan’a oranla
düşük olması da, bölgedeki turizm merkezlerine gelen turistlerin ilgisini
arttırıyor. Neum, denize
kıyısı olan, güzel ve temiz şehir. Neum’u tercih etmemin sebebi ise, Poçitel
ile bir sonraki hedefim olan Dubrovnik arasında mola verilebilecek, geceleme
yapılabilecek uygun yerlerden birisi olmasıydı. Bir gün öncesinden yer
ayırttığım otele gittim. Küçük bir yer olduğu için araba kullanmama gerek
olmadan çevreyi dolaştım. Sessiz, sakin ve huzurlu bir havası vardı. Yarınki
Dubrovnik gezimden önce, dinlenmek üzere otelime döndüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder