SIRBİSTAN
Sırp toprakları üzerindeki Osmanlı-Türk hâkimiyeti, 1364
yılı Sırp Sındığı Muharebesi ile başlamış. 1389 yılındaki I. Kosova Meydan
Muharebesi’ni takiben, 15. Yüzyılda tüm Sırbistan toprakları Osmanlı Devleti egemenliğine girmiş. 1878 yılında Berlin Antlaşmasıyla bağımsızlığına kavuşan
Sırbistan, 1918 yılında Yugoslavya Devleti içinde yer aldı. 5 Haziran 2006
yılında yeniden bağımsızlığını kazandı.
Yüzölçümü: 88.361 km2( Kosova dâhil ), Nüfusu: 7.243.000( 2013 ), Başkenti: Belgrad, Resmi Dili: Sırpça, Tanınan Diller: Rumence, Rusince, Macarca, Slovakça, Hırvatça, Para Birimi: Sırp Dinarı, Önemli Şehirleri: Belgrad, Novi Sad, Niş, Leskofça, Semendire, Yeni Pazar, Etnik Yapı( Kosova hariç ): Sırp % 82,8, Macar % % 3,9, Boşnak % 1,8, Roman % 1,4, Türk % 0,2
NİŞ
Sırbistan’ın; Belgrad ve Novi Sad’dan sonra, en büyük şehri. 1385’den, 1878 yılına kadar Osmanlı – Türk egemenliğinde kalmış. Nüfusu, 2001 yılı sayımına göre 190.230. Bosna Savaşı sırasında, 7 ve 12 Mayıs 1999’da NATO Kuvvetleri tarafından şehre 36 misket bombası atılmış, bunun sonucunda 134 kişi hayatını kaybetmiş.
Aziz Nicholas Kilisesi
Aziz Nicholas Kilisesi1862'de yapılmış, 2000'de yenilenmiş |
Kilisenin içi resim, portre ve altın varaklarla bezenmiş |
Makedonya’dan ayrıldıktan sonraki ilk durağımız olan, Belgrad yolu üzerindeki Niş’e geliyoruz. Üsküp-Niş arası, 210 km. Arabamızla bir şehir turu attıktan sonra, nispeten sakin bir yere aracımızı park ettik. Hemen yakınımızda, bölgeye has mimari tarzıyla bir kilise( Aziz Nicholas Kilisesi ) görüp, oraya doğru yürüdük. Dışarıdan çok sade görünümlü olan kilisenin içine girince şaşırıyoruz! Kilisenin içi; duvarlarında ve kubbelerinde dini olayların tasvir edildiği resimlerle ve kimileri tahta oymalarla, kimileri de altın varaklarla çerçevelenmiş dini portrelerle bezenmişti. Bu görsel zenginliği hem beğenerek izledik, hem de kayda aldık.
Niş Belediyesi’nin internet sitesinden edindiğim bilgiye
göre; Aziz Nicholas ( Saint Nicholas ) Kilisesi, 1862’de inşa edildikten sonra,
bir süre cami olarak kullanılmış. Sırbistan’ın, 1878 yılında bağımsızlığını
kazanmasını takiben tekrar kiliseye çevrilmiş ve 1926 yılında bir çan kulesi
ilave edilmiş. 1990 ve 2000 yılındaki yenilemelerden sonra bugünkü halini
almış.
Nisava Nehri
Niş - Nisava Nehri, şehre hayat veriyor |
Aziz Nicholas Kilisesi’nden sonra, şehri ortadan ikiye bölen Nisava Nehri istikametine doğru ilerliyoruz. Bir süre sonra nehre ulaşıp, köprüden karşı kıyıya geçiyoruz. Bulunduğumuz yerden, arka plândaki nehir ve şehir manzarasını çekerken, bir sonraki köprüdeki insan kalabalığı dikkatimizi çekiyor. Şehir merkezi olduğu anlaşılan o yer yönünde yürüyoruz. Nehir oldukça büyüktü ve çevre düzenlemesi de iyi yapılmıştı. Kimi insanlar, yürüyüş yolunda geziyor, kimileri de nehir kenarındaki merdivenlerde ya balık tutuyorlar, ya da oturmuş sohbet ediyorlardı.
Niş’deki İstanbul: İstanbul Kapısı( Stambol Kapija )
Niş'deki İstanbul Kapısı'nı görünce, şaşırdık ve sevindik |
Niyetimiz bir sonraki köprüden tekrar karşıya geçip, şehir merkezini görmekti. Ancak köprüye yaklaştıkça, köprünün bu yakasında, kale duvarını andıran tarihi bir yapının olduğunu fark ediyoruz. Merakla oraya doğru ilerlemeye başlıyoruz. Tarihi yapı da yavaş yavaş beliriyor ve bir kale kapısı olduğu ortaya çıkıyordu. Kapının üzerinde, göz hizasında, dikdörtgen bir pirinç levhada bir şeyler yazıyordu. İyice yaklaşıp, okuyoruz: Stambol Gate( İstanbul Kapısı ) – Construction period: 1719 – 1723( Yapım Yılları: 1719 – 1723 ) – Protection status: Cultural Monument of Great Value(Koruma durumu: Büyük Değere sahip Kültürel Anıt)
Niş Kalesi'nin İstanbul kapısı |
Gezi programımda 54’den fazla ziyaret noktası olduğu için, yola çıkmadan önce detaylı bir gezilecek yerler araştırması/programı yapmamıştım. Dolayısıyla, Niş’te, böyle bir kalenin ve İstanbul’un ismini taşıyan kale kapısının olduğunu bilmiyordum. Bu nedenle,sadece Belgrad yolu üzerinde bulunduğu için uğradığımız Niş’te, karşımıza ( ( Niş Kalesi’nin ana kapısı olan ) İstanbul Kapısı’nın, yani Stambol Kapija’nın çıkması, benim için müthiş bir sürpriz ve sevindirici bir hadise olmuştu.
Niş Kalesi
Eski Osmanlı yapısı, sanat galerisi ve müze olarak kullanılıyor |
Niş Kalesi girişinde, solda Osmanlı Hamamı bulunuyor |
Niş Kalesi, 1719 – 1723 tarihleri arasında Osmanlı Devleti tarafından inşa edilmiş. Görkemli İstanbul Kapısı’ndan, Kale’ye girince, sol tarafta bir Osmanlı Hamamı bulunuyor. Yolun sağ tarafında ise sanat galerisi ve müze olarak kullanılan bir Osmanlı yapısı yer alıyor. Yapının girişinde bir Osmanlı kitabesi ve tuğrası var.
Kral Milan Meydan ve Özgürlük Anıtı
Özgürlük Anıtı |
Özgürlük Meydanı ve arka planda İstanbul Kapısı |
Niş Kalesi hayli büyük. Kaleyi gezmek için özel trenler var. Biz Kale’den ayrılıp, köprünün öbür yakasında bulunan Kral Milan Meydanı’na doğru yürüyoruz. Niş’in merkezi konumunda olan Kral Milan Meydanı, adını Kral I. Milan Obrenoviç’ten almış. Meydanın ortasında 1937 yılında yapılan Özgürlük Anıtı bulunuyor.
Obrenoviceva Caddesi
Kral Milan Meydanından biraz devam edince, trafiğe kapalı Obrenoviceva Caddesi’ne geliyoruz. Burası, gösterişli binaları, kafeleri, mağazaları ve alışveriş merkezleri ile şehrin gözde caddesi. Buradaki kafelerden birisine oturup, bir kahve içtik. Bir yandan da sohbet edip, yoldan gelip geçenleri izleyerek, yorgunluğumuzu attık.
POZAREVAC( Pasarofça )
Pasarofça Antlaşması'nın imzalandığı yer: "Pasarofça Barış 1718" parkı |
Balkan gezimin güzel olan taraflarından birisi de; 600 yıl hüküm sürdüğümüz bu topraklarda, yaşadığımız ve tarih dersi kitaplarından okuduğumuz, kimi önemli olayların mekânlarını görme şansını sağlamasıydı. Pasarofça Antlaşması’nın imzalandığı, Niş’ten 194 km mesafede bulunan ve 44 bin nüfuslu bir şehir olan Pozarevac( Pasarofça )’e de, bu heyecanla geliyor ve antlaşmanın imzalandığı yeri aramaya başlıyoruz. Bir iki yere sorduktan ve de yanlış tariflerle epeyi yorulduktan sonra, şehrin kenarında ve üst kısmındaki bu yeri nihayet buluyoruz.
Antlaşmanın yapıldığı çadırı canlandıran yapı 2009'da inşa edilmiş |
Pasarofça Antlaşması, 1715-1718 Osmanlı-Avusturya-Venedik Savaşı’nın sonucunda yapılmış. Antlaşmaya göre; Yukarı Sırbistan, Belgrad ve Banat Avusturya’ya; Dalmaçya, Bosna ve Arnavutluk kıyıları Venedik’e verilmiş, Mora ise Osmanlılarda kalmış.
Antlaşma 21 Temmuz 1718 tarihinde, Pasarofça’nın Sopot
Tepesi’nde bir çadırda imzalanmış. 2009 yılında buraya, Pozarevac Barış Vakfı
tarafından, antlaşmanın imzalandığı çadırı temsil eden bir yapı inşa edilmiş.
“Pasarofça Barış 1718” adıyla oluşturulan bir parkın içindeki bu yapıyı
ziyaretten sonra, alanı dolaşıyoruz. Barış görüşmelerinin yapıldığı o günlerin
tarihini ve olaylarını tekrar yaşıyoruz. Sonra, Pozarevac’dan ayrılıp,
Belgrad’a hareket ediyoruz.
BELGRAD
Belgrad'dan gece manzarası |
Kuruluşu M.Ö. 6. Yüzyıla kadar giden Belgrad, 1521’de Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetine girerek, bir sancak haline getirilmiş. 1918’de Yugoslavya’nın başkenti olan kent, Sırbistan’ın bağımsızlığına kavuştuğu 5 Haziran 2006 tarihinden sonra, bu Ülkenin başkenti olmuş. Tuna ve Sava nehirlerinin kesiştiği bir noktada bulunuyor. Şehrin Sırpça söylenişi “Beograd”, beyaz şehir anlamına geliyor. 2011 sayımına göre nüfusu 1.659.440 olup, % 96’sı Sırplardan; kalanı ise Romanlar, Karadağlılar, Hırvatlar ve Makedonlardan meydana geliyor.
***
Akşam hava karardığında Belgrad’da oluyoruz. Yakınlardaki;
Sırbistan’ın ikinci büyük şehri olan Novi Sad, Karlofça Antlaşması’nın
imzalandığı Sremski Karlovci( Karlofça ), Petrovaradin Meydan Muharebesi’nin
yapıldığı Petrovaradin ziyaretlerini Belgrad’dan günübirlik yapacak, sonra tekrar
Belgrad’a döneceğiz.
***
Kalemegdan( Kalemeydan )
Kalemegdan, Sava ve Tuna Nehri'nin birleştiği yeri görüyor |
Kalemegdan, tahmin edileceği gibi, Sırpça’ya yerleşmiş, Türkçe’den gelen bir kelime. Kale ve Meydan kelimelerinden oluşan, bileşik bir isim. Belgrad Kalesi’nin tarihi, Belgrad kadar eski. M.Ö. 1. Yüzyılda Romalılar tarafından yapılmış, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521’de Belgrad’ı fethinden sonra daha da geliştirilmiş.
Kalemegdan'dan nehrin panoramik manzarası |
Kalemegdan, İçerisindeki Belgrad Kalesi ile beraber; parkların, müzelerin, tarihi yapıların, anıtların bulunduğu çok geniş bir alana yayılmış. Şehir merkezine 5 dakikalık yürüyüş mesafesinde ve giriş ücretsiz. Yüksek bir yerde, hâkim bir noktada bulunuyor. Alanın bir bölümü park olarak tasarlanmış. Yine başka bir bölümünde de, hayvanat bahçesi vardı. Kalemegdan’ın, Sava ve Tuna Nehri’nin birleştiği yeri panoramik olarak gören tarafı, manzarasıyla turistlerin ilgi odağı haline gelmiş.
Kalmegdan, sunduklarıyla, günün tamamını dolduracak zenginlikteydi |
Tarih ve doğa ile kucaklaşmış, 53 hektar büyüklüğündeki bu devasa alanı gezdikçe; gördüklerimiz ve keşfettiklerimiz bizi de şaşırtıyor. Doğal güzelliklerini ve tarihi zenginliklerini; böylesine akıllıca, ustaca ve güzelce, halkına ve Dünya’ya sunanları, imrenerek takdir ediyoruz. Yerel halkın da büyük bir ilgi gösterdiği Kalemegdan, bize sunduklarıyla, günün büyük bir kısmını dolduracak zenginlikteydi.
Pobednik( Zafer Anıtı )
Pobednik Anıtı, Kalemegdan'ın hâkim bir düzlüğünde bulunuyor |
Pobednik( Zafer Anıtı ), Kalemegdan’ın yüksek bir düzlüğünde, Sava ile Tuna Nehri’nin birleştiği yeri gören, Ovaya hâkim bir konumda bulunuyor. Pobednik, Sırpça’da, “zafer kazanan” anlamına geliyor.
Sırbistan’ın, I. Balkan Harbi’nde Osmanlılara karşı; I. Dünya Savaşı’nda ise Avusturya – Macaristan’a karşı kazandığı zaferlerin anısına yapılmış. 1928 yılında dikilen anıtın yüksekliği 14 metre. Hırvat heykeltıraş İvan Mestrovic'in bir eseri. Heykel, başlangıçta Terazije Meydanına konmuş. Ancak, heykelin çıplak olması, halk tarafından şikâyet konusu yapılınca, bu defa Kalemegdan’daki şimdiki yerine dikilmiş.
Anıt, sağ elinde kılıç, sol elinde şahin tutan bir savaşçıyı canlandırıyor |
“Dor” tarzında bir sütunun oluşturduğu kaidede; sol elinde şahin, sağ elinde kılıç tutan, ayakta bir bronz erkek figürü şeklinde canlandırılmış.
Heykelin elindeki şahinle, olabilecek yeni tehditler için ufukların gözlendiği; diğer elinde tuttuğu kılıçla da, bu tehditlere karşı her an savaşa hazır olunduğu, anlatılmak istenmiş.
Avusturya – Macaristan tehdidine karşı uyanık olunduğu ise,
heykelin, Pannon Ovası ve
Avusturya-Macaristan topraklarının olduğu yöne doğru ufuklara bakışı ile
simgelenmiş.
Sahat Kapija( Saat Kapısı )
Saat Kapısı ve sonradan üzerinde yapılan Saat Kulesi |
Kent surlarının güneydoğusunda bulunuyor. 1690 -1717 yılları arasında, surların güçlendirilmesi sırasında Venedikli Mimar Andrea Comaro tarafından inşa edilmiş. Üzerinde saat kulesinin inşa edilmesinden sonra “Saat Kapısı” olarak anılmaya başlanmış.
Sahat Kula( Saat Kulesi )
1739 Belgrad Antlaşmasıyla, Belgrad Kalesi, tekrar Osmanlılara geçtikten sonra, Güneydoğu surları üzerindeki kapı üzerine( Saat Kapısı ), 1740 – 1789 yılları arasında söz konusu kule inşa edilmiş.
Askeri Müze |
Osmanlı Mimarisi tarzında inşa edilmiş olan ve Belgrad’ı yöneten Osmanlı paşalarının kaldığı Paşa Konağı, Stambol Kapija( İstanbul Kapısı ), Askeri Müze, 1716 yılında Petrovaradin Muharebesinde şehit düşen Mora Fatihi Silahtar Damat Ali Paşa Türbesi, Sokollu Mehmet Paşa Çeşmesi, Zindan Kapısı; Kalemegdan’da gördüğümüz diğer yerlerdi.
SREMSKİ KARLOVCİ( Karlofça )
Sremski Karlovci Belediye Binası |
Belgrad’dan, Karlofça Antlaşması’nın imzalandığı Sremski Karlovci’ye gidiyoruz. Sremski Karlovci, 2011 sayımına göre 8.722 nüfuslu, Tuna nehri kıyısında, küçük bir kasaba. Ancak, küçüklüğüne bakıp aldanmamak gerekiyormuş. Burasının alelade bir kasaba olmadığı her halinden belliydi… Geçmişten günümüze kadar koruyarak getirdiği tarihi dokusu, kasabaya umulmadık derecede bir güzellik katmıştı. Kasaba merkezinin hemen hemen tamamı, birbirini tamamlayan, birbiriyle uyumlu, tarihi ve estetik değeri olan yapılardan oluşuyordu.
Sağda Roma Katolik Kilisesi, solda Aziz Nikolas Ortodoks Kilisesi |
Şehir merkezinde, tarihin adeta bir resmigeçit yaptığı bu manzaranın; tabii ki geçmişindeki parlak günlerinin bir yansıması olduğunu, daha sonra öğreniyoruz. 1791’de Lise, 1794’de Ortodoks Teoloji Okulu, 1807’de Eczacılık Okulu, 1809’da Çizim Okulu, 1895’de Matbaa, 1891’de spor salonu ile 18. Ve 19. Yüzyılda inşa edilmiş buna benzer dini yapılar, idari binalar, okullar… Bütün bunlar, bir anlamda bize şehrin genel profilini/görünüşünü veriyordu. Her alanda yaşadığı bu gelişmeler, Şehri, Sırbistan’ın 18. ve 19 yüzyıllardaki kültür, eğitim, ekonomi, politika ve dini merkezlerinden biri haline getirmişti.
Tüm tarihi yapıların Kasaba merkezinde bulunduğuna bakarak, Karlofça Antlaşması’nın imzalandığı yerin, bu binalardan birisi olabileceğini düşünmüştüm. Hediyelik eşya satan bir dükkâna girerek, biraz sohbetten sonra binayı soruyoruz. Sohbet sırasında öğrendiğimize göre, Barış Antlaşmasının yapıldığı tepede, daha sonra Antlaşmayı temsilen bir kilise( şapel ) yapılmış. Bunu öğrenince, Kiliseyi gösteren hologramlı bir magnet ve Kasabayı tanıtan bir kitap alıp, buradan ayrılıyoruz. Artık, elimizde, neyi aradığımızı ifade edebileceğimiz bir resim vardı.
Sremski Karlovci - Kasabadan |
Antlaşmanın yapıldığı yer, bugün “Karlovackog Barış”( Karlofça Barış ) diye adlandırılan, kasabanın yüksekçe bir yerindeydi. Kasabanın merkezine 1 km kadar uzaklıkta olan bu yeri, yürüyerek bulmaya çalışıyoruz. Doğru tarifler alsak sorun olmayacaktı, ama yanlış tariflerle, uzun ve yorucu bir uğraştan sonra Kiliseyi buluyoruz.
Barış Şapeli( Kapela Mira/The Chapel of Peace )
Karlofça Antlaşması anısına, aynı tepeye bu kilise yapılmış |
Karlofça barış görüşmeleri, 16 Kasım 1698 – 26 Ocak 1699
tarihleri arasında yapıldı. Görüşmelere bir yanda Osmanlı Devleti, diğer yanda
Avusturya – Venedik – Lehistan devletleri katıldı. Görüşmeler, bugün “Karlovackog
barış”( Karlofça Barış ) adı verilen bu tepelik yerde yapılmış.
Karlofça Antlaşması'nın ve Kilisenin tarihçesi |
Barış Müzakereleri tarihinde ilk defa olarak, taraflar yuvarlak bir masa etrafında bir araya gelmişler. Protokolde eşitliğin sağlanması için, barış görüşmelerinin yapıldığı çadıra, dört büyük kapıdan ve her ülke kendisine ayrılan kapıdan giriyormuş.
Kilisenin önündeki mezarda, görüşmeler sırasında ölen Venedikli diplomat yatıyor |
Karlofça Antlaşması ile Duraklama Döneminden, Gerileme Dönemine giriliyor; 326 bin km2 toprak kaybediliyordu. Anlaşma sonunda; Macaristan ve Erdel Prensliği Avusturya’ya, Ukrayna ve Podolya Lehistan’a, Mora ve Dalmaçya kıyıları Venediklilere bırakılmıştı.
Barış görüşmelerinin yapıldığı bu alana, daha sonra 1817 yılında küçük bir kilise/şapel( Barış Şapeli ) inşa edilmiş. İnşa edilen kilisenin planı, barış görüşmelerindeki masayı ve çadırı hatırlatması için yuvarlak olarak ve dört ayrı kapılı olarak tasarlanmış
Sremski Karlovci’de bulunan diğer bazı tarihi yapılar
1768’de inşa edilen ve geçmişi 18. Yüzyıla
dayanan orgu ile tanınan Roma Katolik Kilisesi, 1758’de yapılan Aziz Nikolas
Ortodoks Katedrali, 1794’de inşa edilen Sırp Ortodoks İlahiyat Okulu, 1811’de
inşası tamamlanan Sremski Karlovci Belediye Binası, 1791’de inşa edilen
Karlovci Lisesi, dikkati çeken diğer tarihi yapılar arasındaydı.
PETROVARADİN VE PETROVARADİN KALESİ
Petrovaradin; Tuna Nehri kıyısında, Novi Sad şehrinin
karşısında yer alan, 2011 sayımına göre 14.298 nüfuslu bir kasaba. Novi Sad ile
birlikte aynı belediye yapısını oluşturuyor. 1526’da Pargalı İbrahim Paşa
tarafından Osmanlı topraklarına katılmış.1715 – 1718 Osmanlı – Avusturya – Venedik Savaşı’nın en önemli
muharebesi olan Petrovaradin Meydan Muharebesi, 5 Ağustos 1716’da burada yapılmış.
1715 – 1718 yılındaki savaş; Venediklilerin, Osmanlı ticaret
gemilerine saldırması ve Karadağ isyanını desteklemesi; Osmanlıların, 1699 yılında Karlofça
Antlaşmasıyla Venediklilere terk edilen Mora’yı, 1714 – 1715’de geri alması,
gibi nedenlerden çıkmış.
5 Ağustos 1716 tarihindeki Petrovaradin Meydan
Muharebesinde, Mora Fatihi Silahtar Damat Ali Paşa, askerine cesaret vermek için cephenin ön saflarına atılınca, burada
şehit olur. Naaşı, Belgrad’a getirilir ve buradaki Kale’de yaptırılan türbeye
gömülür. Bu muharebe sonrasında, Temeşvar, ardından da Belgrad Avusturyalılara geçer ve Osmanlı Devleti, 1718
Pasarofça Antlaşmasını imzalamak zorunda kalır.
Petrovaradin'de tarih ve doğa iç içe |
Kale alanındaki öğrenci grupları, ortama renk ve canlılık katıyor |
Petrovaradin Kalesini geziyoruz. Bugünkü güney bölümü
surlarının inşasına 1692’de başlanmış. Kale geniş bir alana yayılmış. Tarihi alan, kale duvarlarının yanında, Tuna Nehri
manzarasıyla birlikte, ziyaretçi ve turistler için bir çekim merkezi haline
getirilmiş. Kalenin, Tuna Nehrini gören bölgesinde oteller ve kafeler cıvıl
cıvıl canlı ve hareketliydi. Tarihi ve doğayı, birlikte ve iç içe sunma
projesi, Kalemegdan( Belgrad )’da olduğu gibi burada da çok başarılı bir
şekilde uygulanıyordu. Kale alanında, yer yer öğrenci gruplarını görüyoruz.
Ülkeyi yönetenlerin, tarihlerini ve doğal güzelliklerini, gençlerine sevdirme
konusunu ihmal etmediklerini de böylece anlamış oluyoruz.
NOVİ SAD
Petrovaradin’den, Tuna Nehri’nin diğer tarafında yer alan
Novi Sad’a gidiyoruz. Novi Sad, "yeni şehir" anlamına geliyor. Voyvodina Bölgesi’nin merkezi olan Şehirde,
2011 sayımına göre 301.968 kişi yaşıyor. Nüfusun % 76’sını Sırplar, % 6’sını
Macarlar, kalanını ise Slovaklar, Hırvatlar ve diğer etnik gruplar oluşturuyor.
Novi Sad, 19. Yüzyılda, Sırbistan’ın kültür başkenti imiş. Günümüzde de,
kültürel etkinlikleri ve müzik konserleri ile bu özelliğini ( Belgrad’dan sonra
) hâlâ devam ettiriyor.
Özgürlük Meydanı
Novi Sad’ın en büyük ve en önemli meydanı olan Özgürlük
Meydanı( Trg Slobode )’na geliyoruz. Kare şeklindeki büyük alanın dört bir
yanı, birçoğu 19. Yüzyılda yapılmış tarihi binalarla çevrelenmiş. Meydanın
ortasında da bir anıt heykel var. Meydan, Şehrin bir çekim merkezi haline
gelmiş. Kutlamalar ve buluşmalar, Novi Sad’ın en beğenilen bu meydanında
oluyor.
Svetozar Miletic Anııtı
Svetozar Miletic, 19 yüzyılın önde gelen bir Sırp lideri |
Meydanın ortasındaki anıt heykel, Svetozar Miletic anısına dikilmiş. Hırvat heykeltraş İvan Mestroviç’in eseri olan heykel, 1939’da yapılmış. 1826 – 1901 yılları arasında yaşayan Svetozar Miletic; avukatlık, yazarlık, gazetecilik ve belediye başkanlığı yapmış olan, önde gelen bir Sırp siyasi lideri.
Azize Meryem Ana Katolik Kilisesi
Özgürlük Meydanı’ndaki kilise, 1893’de inşa edilmiş. 72
metre uzunluğundaki çan kulesi ve tepesindeki altın haç, Ekim-1894’de
tamamlanmış. Yerel halkın kısaca ”Katedral” dediği Aziz Meryem Ana Katolik Kilisesi, Novi Sad’ın en büyük
kilisesiymiş.
Novi Sad Belediye Binası ve Hotel Voyvodina Binası
Özgürlük Meydanı’nı çevreleyen tarihi yapılardan Novi Sad Belediye Binası 1895, Hotel Voyvodina Binası ise 1854 yılında inşa edilmiş.
Özgürlük Meydanı’nı çevreleyen tarihi yapılardan Novi Sad Belediye Binası 1895, Hotel Voyvodina Binası ise 1854 yılında inşa edilmiş.
Zmaj Jovina Caddesi
Azize Meryem Ana Katolik Kilisesi’nin sağından, trafiğe
kapalı Zmaj Jovina Caddesi’ne doğru yürüyoruz. Bu cadde Novi Sad’ın en eski
caddelerinden biri. Eski dönemlerde, kentin ticari bölgesiymiş. Yakın zamanda
cepheleri yenilenen Barok ve Neo – Klasik tarzındaki tarihi binalar, caddeye
farklı bir hava katmış, oldukça güzelleştirmiş.
Sırp Ortodoks Piskoposluk Evi
Zmaj Jovina Caddesi’nin bitiminde bulunan Sırp Ortodoks
Piskoposluk Evi( Vladikin Dvor veya Vladicanski Dvor ) 1901 yılında yapılmış.
Peder Mitrofan Sevic’in teşebbüsüyle, Mimar Vladimir Nikolic tarafından inşa
edilmiş. Mimarisinde İtalyan ve Portekiz etkileri var. Piskoposluk binasında,
birçok portre, oymalı mobilyalar ve kültürel ve tarihi değeri olan eşyalar
bulunuyor.
Dunavska Caddesi
Dunavska Caddesi ve Kafeler |
Piskoposluk Evi’nin, sağından yürüyerek, trafiğe kapalı Dunavska Caddesi’ne geliyoruz. Avusturya - Macaristan İmparatorluğu döneminin, neo-klasik mimarisi, Novi Sad’ın birçok yerinde olduğu gibi burada da hâkim durumda. Dönemi hatırlatan bu binaların cepheleri yenilenmiş, farklı renklerde boyanmış ve yer yer çiçeklerle bezenmiş. Mağazaları, hediyelik eşya dükkânları, restoranları ve kafeleri ile hoşça vakit geçirilecek güzel bir cadde.
Özetle; Tarih kokan neo-klasik mimarisi, parkları, trafiğe
kapalı geniş caddeleri, meydanları ve sokaklara, caddelere taşan kafeleri ile
Novi Sad’ı çok beğendik. Huzur verici, rahat, sakin ve dinlendirici
bulduk.
TEKRAR BELGRAD
Akşam, Novi Sad’dan Belgrad’a dönüyoruz. Üç kişi ile
başladığımız geziye, bir arkadaşımızın Türkiye’ye dönmesi üzerine Üsküp’ten sonra
iki kişi olarak devam ediyorduk. Şimdi diğer arkadaşım da Türkiye’ye dönmek
zorunda kalıyor. Ertesi günü Cumartesi ve biz dönüş biletini almak için, yarın
sabah otobüs terminaline gideceğiz.
Belgrad Otobüs Terminali’nde Ufak Bir Macera
Sabah ilk işimiz, Belgrad Otobüs Terminali’ne gitmek oluyor.
Terminale yaklaştığımızda, üzerlerinde görevlilerin giydiği fosforlu yelek olan
iki kişi yanımıza gelip, yardımcı olmak amacıyla nereye gittiğimizi sordular.
Muhabbet olsun kabilinden İstanbul’a gideceğimizi söyleyerek yürümeye devam
ettik. Baktık adamlar bizle beraber geliyorlar, biraz da bozuk tiplerine
bakarak, yardıma ihtiyacımız olmadığını söyledik. Adamlar kene gibi yapıştılar,
bırakmıyorlar. “Bu çakallarla işimiz var” diye düşündüm. Nitekim öyle oldu. Adamlar,
boşu boşuna bizi oyalayıp canımızı sıktıkları yetmiyormuş gibi bir de “Biz size
yardım ettik. O kadar yol yürüdük. 10 Euro vereceksiniz.” deyip, üzerine para
istediler. Başımızın gözümüzün sadakası olsun diye verdiğimiz 200 dinarı( 8-10
TL ) kabul etmediler. Uzun boylu olanı,
“Biz bu kadarlık bir paranın üzerine işeriz” anlamında bir şey söyledi. Baktım
bu şehir eşkıyalarına “Elini veren kolunu kurtaramıyor”, mücadele etmeye karar
verdim. En nihayetinde, Belgrad’ın merkezinde, en güvenlikli olması gereken bir
yerindeydik. “Polise gidiyorum” dedim. “Tamam, beraber gidelim” diyerek, bir
anlamda polisten korkmadıklarını gösterdiler. O sırada, otobüs terminalinin
birinci katında olan “Şirketlerin Temsilcileri” bölümünü görerek, o yere
girdim. Adamlar da benle beraber içeri girdiler. Adamların başıma bela
olduklarını anlatıp, Polis merkezini tarif etmelerini istedim. Tarifi aldıktan
sonra dışarı çıktım. Bizim şehir eşkıyaları, baktılar pabuç pahalı, “Tamam ver
o zaman 200 dinarı”, diyerek teslim bayrağını çektiler, ama ayrıldıktan sonra uzaktan el kol hareketi
yapmaktan da geri kalmadılar.
İstanbul Kafe
İki şehir eşkıyasını başımızdan def ettikten sonra, İstanbul
otobüslerinin kalktığı platformu arayıp, bulduk. Ama oraya girmek, ücretliymiş
ve biletle giriliyormuş. İki kişi için 160 dinar verip platforma girdik. 15
Mayıs Pazartesi günü saat 13.00’de, Özlem Turizm’in İstanbul’a bir otobüsünün
olduğunu, 12 no’lu perondan kalktığını ve önceden bilet alınmasına gerek
bulunmadığını öğrendik ve terminalden ayrıldık.
Terminal’den çıktıktan sonra, Tren Garı istikametinde
yürüdük. 300 metre kadar sonra, yolun karşısında “İstanbul Cafe”’yi görünce,
merak edip içeri girdik. Burada kahvelerimizi içerken, Necati isimli bir genç
de bize yardımcı oldu. Önce, kalacak yeri, sonra da uçak biletini sorduk. Zira
kaldığımız otelden pek memnun değildik. Hemen iki bina yanda bulunan Hostel’i
söyledi. Gösterilen yeri beğendik. İki kişi 25 Euro. Ancak karar vermemiz için
uçak biletini de araştırmamız gerekiyordu. Belki uygun fiyatlı bir uçak bileti
bulursak, arkadaşımız İstanbul’a dönüşünü Pazartesi günkü otobüs yerine, daha
önce uçakla da yapabilirdi. Necati’nin söylediğine göre, İstanbul uçak bileti
hafta arası 100 Euro, hafta sonları da 300 Euro’ymuş. Bugün de günlerden cumartesiydi.
Necati’nin uygun fiyatla bilet alabileceğimizi söylediği acenteyi bulmak için
Knez Javanoviç Caddesine gittik. Acenteyi bulamadan geri döndük ve bir de
üzerine tatsız bir sürprizle karşılaştık: Arabamıza ( 1.870 dinarlık ) trafik
cezası kesilmişti.
İkinci Trafik Cezasından Sonra Park Sistemini Öğreniyoruz(!)
Tekrar İstanbul Cafe’ye geldik. Artık durum kesinleşmişti.
İki gün, kafenin yanındaki Hostel’de kalacağız. İstanbul Kafe’de Necati ile
sohbet ederken otopark cezasından bahsettik. Park yerlerindeki kırmızı ve beyaz
çizgilerle ayrılmış alanlarda, ödeme sistemi cep telefonu ile yapılıyormuş.
Park yeri görevlileri, kendilerine cep mesajı gitmeyen araçları tespit edip,
cezayı yazıyorlar. Bize de 1.870 dinarlık cezayı böyle yazmışlar. Park
yerlerindeki beyaz çizgiler veya çizgi yoksa ve yasak alan değilse sorun yok.
Cezanın, aynı gün veya bir sonraki iş gününde( 24 saat içinde ) ödenmesi
halinde % 50 indirim uygulanıyormuş. Oysa dün de arabamıza aynı ceza yazılmış
ve bunu bilmediğimiz için postaneye cezanın tamamını ödemiştik.
Hostel’de
Necati, biz kafeden ayrılırken, Jasmina’yı arayıp,
geleceğimizi haber verdiği için Hostel’e gidip Jasmina’yı bulduk. İki gün
burada kalacak, Pazartesi günü, arkadaşım İstanbul’a, ben de Zagreb’e
gidecektik. Jasmina odayı göstermek için bizle beraber geldi. Odayı
gösterirken, kendiliğinden bir sohbet ortamı oldu. Belgrad’dan sonra,
Hırvatistan’a( Zagreb’e ) gideceğimi söyleyince, kendisinin Hırvat olduğunu
belirtip, annesinin Split’teki pansiyonunun adresini verdi. Zarif, esmer, güzel
bir kızdı. Önce yanılmış olmamak için Jasmina adının Türkiye’deki Yaseminle
aynı anlama geldiği konusunu aramızda teyit ettik, sonra da aynı adı taşıyan
bir kızımın olduğunu kendisine söyledim. Bunu söyleyince, bir yanlış anlama
olduğu ortaya çıktı. Meğerse, Jasmina adı kendisinin değil, hostel sahibinin
adıymış. Bu yanlışlık üzerine biraz güldük. Arkasından, sohbet olsun diye,
biraz da yaşının gençliğine bakarak, öğrenci olup olmadığını sordum. Kız, “ben
öğrenci olacak yaşı çoktan geçtim” anlamında “Ben 34 yaşındayım”, deyince bu
defa şaşırma sırası bana gelmişti. Çok genç ve güzel olduğunu, yaşını hiç
göstermediğini, tüm samimiyetimle ifade ettim. Doğal olarak çok hoşuna gitti.
Bir süre daha sohbet ettikten sonra, izin isteyip ayrıldı.
Anekdot:
Knez Javanovic Caddesinden dönüp, İstanbul Cafede Necati’ye
gidecektik. Karşı cadde üzerinde bir yerde durup, uzaktan İstanbul Cafe’yi
görmeye çalışıyorduk ki, hemen yanımıza bir sarı taksi geldi, “Wellcome
İstanbul, can i help you” deyince, çok memnun olduk. Hemen “İstanbul Kafe” sözü
ağzımızdan çıkıverdi. Adam, arabasını sağa çekerken, yanımdaki arkadaş,
kuşkulandığını söyledi. Ben de, arabanın sarı taksi olduğunu, kuşkulanmasına
gerek olmadığını, belirttim. Arabasını sağa çeken adam, yanımıza geldi.
Tanıştık. 25 yıldır her ay bir defa tekstil işi için İstanbul’a gidermiş. Bizi
görünce 40 yıllık dost gibi davranması bu yüzdenmiş. İstanbul Cafe’yi
çıkartamayınca, taksi haberleşme sisteminden sordu, bizi kafenin yakınına kadar
götürdü. Teşekkür ettik, ayrıldık.
***
Knez Mihailova Caddesi
Cumartesi günü, tam gün, Türkiye’ye dönecek olan arkadaşımın
otobüs ve diğer hazırlıkları ile uğraştığımız için, tek kare bile fotoğraf
çekememiştik.
Ertesi günü gezimize, Belgrad’ın en büyük trafiğe kapalı
yaya caddesi olan Knez Mihailova’dan tekrar devam ediyoruz. Cadde’nin
gelişmesi, 1867’de yapılan bir düzenleme planından sonra başlıyor. 1870’lerden
sonra, şehrin en etkili ve zengin ailelerinin oturduğu, sanat değeri ve tarzı
olan, gösterişli binalar inşa edilmiş. 20. Yüzyıla ve zamanımıza gelindiğinde,
Belgrad’ın, kültür ve alış veriş merkezi konumuna dönüşmüş. Cadde,
Kalemegdan’dan başlayıp, Terazija Caddesinde bitiyor. 790 metre uzunluğundaki
cadde; aynı zamanda kafeleri, lokantaları, mağazaları, sokak müzisyenleri ve
çeşitli sanat gösterileri ile şehrin en önemli bir eğlence merkezi.
Moskova Cadet Müzik Topluluğu’nun Konseri
Knez Mihailova’ya henüz yeni gelmiştik ki, birden bire sağanak halinde bir yağmur başladı. Aynı anda da uzaklardan bir bando sesi duyar gibi olduk. Bando sesi yaklaştıkça, askeri üniformalarıyla, askeri adımlarla yürüyerek marş çalan bando takımı da artık görünmeye başlamıştı. Şiddetli yağmurda ıslanmalarına rağmen, bando takımı marş çala çala ilerliyor, onun önünde fotoğraflarını çekmeye çalışan birkaç meraklı ve bando takımının arkasında da kalabalık bir hayran ve dinleyici kitlesi, kendilerini takip ediyordu. Bando takımı uzaklaşırken, biz ıslanmayı göze alamadığımız için, yarım saat kadar yağmurun durmasını bekleyip, sonrasında Knez Mihailova’da yürümeye devam ettik.
Biraz yürüyünce, aynı askeri bandoyu, bu defa kalabalık bir
izleyici ve dinleyici kitlesiyle çevrelenmiş bir şekilde gördük. Biz de, bu
kalabalığın arasına karışıp, konseri izlemeye başladık. Konseri izleyenlerin
yüz ifadelerinden de hissettiğim kadarıyla, bu bir müzik ziyafetiydi ve bu
ziyafete bizim de tesadüf etmemiz büyük bir şanstı. Bunun bilincinde olarak,
kaldığımız 1-2 saat içinde, bir yandan dinledik, diğer yandan da video
çektik.
Dinlediklerimiz arasında, askeri marşlar olduğu gibi 60’lı, 70’li yılların hit olmuş, tanınmış parçaları da vardı. Ben, figürleri ile de dikkat çeken iki marşı ve yine tüm dünyaca meşhur olmuş “Katyuşa” ve “Polyushka Polye” marşlarını, cep telefonumla videoya çektim.
Topluluğun, "Katyuşa" ve Polyushka Polye" marşları büyük ilgi gördü |
Dinlediklerimiz arasında, askeri marşlar olduğu gibi 60’lı, 70’li yılların hit olmuş, tanınmış parçaları da vardı. Ben, figürleri ile de dikkat çeken iki marşı ve yine tüm dünyaca meşhur olmuş “Katyuşa” ve “Polyushka Polye” marşlarını, cep telefonumla videoya çektim.
Daha sonra, çektiğim fotoğrafları incelerken, kullandıkları
çalgı aletlerinden birisinin( Suzafon ) üzerindeki tanıtıcı yazıdan, bu bando
grubunun isminin “Moscow Cadet Music Corps” olduğunu öğrendim. Topluluk 2004
yılında kurulmuş. Zorunlu okul eğitimi ile birlikte müzik eğitimini birleştiren
özel bir eğitim kurumunun orkestrasıymış. Moskova Cadet Müzik Topluluğu;
Japonya, Çin, İtalya ve Fransa’da konserler vermiş. Bulgaristan’da, Rus
Hükümeti adına performans sergilemiş.
***
Haritayla Belgrad'ı keşfe devam ediyoruz
Haritayla Belgrad'ı keşfe devam ediyoruz
Knez Mihailova’dan sonra, elimizde, turistler için çok iyi
bir şekilde hazırlanmış haritamızla, yürüyerek Belgrad’ın diğer yerlerini
keşfetmek için yollara düştük. Kâh yürüyüp, kâh dinlendiğimiz üç saatin
sonunda; Makedonski, Dzordza Vesingtona(
George Washington), Hilandarska, Skadarlija caddeleri ile beraber aşağıdaki
noktaları ziyaret ederek, Belgrad gezimizi tamamlayıp otelimize döndük.
Cumhuriyet Meydanı( Trg Republike )
Şehrin en merkezi, turistik ve tarihi önemi olan meydanı.
Belgrad’ın en işlek yaya caddesi olan Knez Mihailova, bu meydana çıkıyor.
Arkasında Milli Müze ve solunda Ulusal Tiyatro var. Prens Mihailo Anıtı da bu
meydanda. Kalemegdan, Terazije, Skadarlija ve diğer turistik yerlere yakın,
şehir içi önemli yolların kesiştiği, toplu taşıma açısından uygun bir konumda
bulunuyor.
Sırbistan Ulusal Müzesi( Narodni Muzej )
1844 yılında kurulmuş. Cumhuriyet Meydanında bulunuyor. Aralarında;
Rubens, Cezanne, Renoir, Monet, Picasso, Gauguin gibi ünlü ressamların da
olduğu, 5.600’den fazla resim sergileniyor.
Prens Mihailo Anıtı( Prens Mihailo Obrenovic III )
Cumhuriyet Meydanı’nda yer alan bronz heykel, 1882 yılında,
İtalyan heykeltıraş Enrico Pazzi tarafından yapılmış. 1839 – 1942 ve 1860 –
1868 yılları arasında Sırbistan Prensi olan Mihailo Obrenovic, Türklere karşı
önemli başarılar kazandıktan sonra, 1868 yılında bir suikast sonucunda
öldürülmüş. Bir at üzerinde tasvir dilen Prens Mihailo, sağ eliyle, 1867 yılı
itibariyle henüz Türk egemenliği altında bulunan, yedi Sırp şehrini işaret
ediyor. Heykelin kaidesinde de, bu şehirlerin isimleri yazılı bulunuyor.
Prens Mihailo Anıtının güzel bir pozunu almak istedim.
Kadraja giren, vinç-kule ve miting platformu gibi engeller işi biraz
zorlaştırsa da, sonunda temiz bir kare çekmeyi başardım.
Çar II.Nikola Anıtı
Rus Çarı II. Nikola adına 13 Eylül 2014’de dikilen heykel,
aynı zamanda Sırp – Rus dostluğunu sembolize ediyor. Heykel’in kaidesinde Çar
II. Nikola( 1868 – 1918 )’nın “Rusya hiçbir zaman Sırbistan’ın kaderine
kayıtsız kalmayacak” ifadesi yer alıyor. Anıt, Kralja Milana Caddesi üzerindeki küçük
bir meydanda bulunuyor.
Sırbistan Ulusal Meclis Binası( Parlamento )
Nikola Pasic Meydanı’nda bulunuyor. Proje çalışmaları 1892
yılında başlamakla birlikte, ilk kazma vurulması 1907 yılında olmuş. Araya,
Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve başka aksaklıklar girince, bitimi 18 Ekim
1936’da mümkün olabilmiş.
Sırbistan Ulusal Meclis Binası'nın inşası ve "Batal Camii"nin ibret verici hikayesi
Ancak, Ulusal Meclis Binası’nın arka plânında ilginç olan bir
şey var: Bina, Belgrad’ın en güzel camilerinden birisi olan “Batal Camii”(
Battal Camii )’nin yıkılan arsası üzerine, 19. yüzyılda inşa edilmiş. Bu Cami,
Osmanlı-Türk Devleti Sancak Beyi Enehan Bey tarafından 1585 yılında
yaptırılmış. Cami, 1766 yılında esaslı bir onarım görmüş. 1789 yılında yapılan
savaş sonrasında, ağır hasar görmüş ve “Batal Cami” ismiyle anılmaya, ilk defa
o zaman başlanmış.
Batal Camii’nin yıkımına giden süreç: 19.
Yüzyılda Sırp isyanları nedeniyle bölge istikrarsız bir hale gelir ve Osmanlı
Devleti zayıflar. Bu şartlar altında, yerel Sırp yöneticiler Cami’nin onarımını
engeller ve savsaklarlar. Örneğin, Sırp isyanlarının liderlerinden olan ve
zaman zaman Osmanlı himayesine giren Prens Miloş, İstanbul’dan yapılan ısrarlı
çağrılara rağmen Cami’nin onarımına izin vermez. 1867 yılında, bölgenin
egemenliği, Osmanlı’dan, Sırbistan’a
geçer. Kasıtlı olarak, onarımına izin verilmeyen ve battal hale getirilen Cami
için öngörülen plân gerçekleşir ve Cami 1878 yılında yıkılır. 13 yıl sonra da,
arsası üzerine Sırp Meclisi’nin inşası planlanır.
Eski Saray( Stari Dvor )
Eski Saray |
1882 -1884 yılları arasında yapılmış. Saray, Obrenoviç hanedanının ikametgâhı olarak kullanılmış. Günümüzde, Belgrad Şehir Meclisi’ne ev sahipliği yapıyor. Kralja Milana Caddesi üzerinde bulunuyor.
Yeni Saray( Predsednistvo )
Yeni Saray |
1911-1914 yılları arasında yapılmış. Karadordeviç hanedanının ikametgâhı olarak yapılmış. Günümüzde cumhurbaşkanlığı ofisi olarak kullanılıyor. Kralja Milana Caddesi üzerinde bulunuyor.
İvo Andriç Heykeli
Pionirski Park’ın, Kralja Milana Caddesi tarafına bakan
kısmı çıkışında, 1961 Nobel edebiyat Ödülü sahibi İvo Andriç’in heykeli
bulunuyor. “Drina Köprüsü” romanını beğenerek okuduğum İvo Andriç, 1892 yılında
Travnik’de doğmuş, çocukluğu Vişegrad’da geçmiş ve 1975 yılında Belgrad’da
vefat etmiş.
Nikola Pasiç Meydanı ve Heykeli
Meydan ve Heykel, Belgrad valiliği ve 5 kez Sırbistan
Başbakanlığı yapmış olan Nikola Pasiç anısına hizmete sokulmuş.
BELGRAD’DAN AYRILIYORUZ
Belgrad’dan ayrılmadan önce, trafik cezasını yatırmamız
gerekiyordu. Zira arkadaşım Türkiye’ye dönecek, ben de Hırvatistan’a devam
edeceğim. Ben akşamdan araştırma yapmış, postanelerin 8’de açıldığını
öğrenmiştim. Ertesi sabah, 08.10’da Hostel’den ayrılıp, postaneye gittik.
Postanedeki kadın İngilizce bilmediği için, cezanın %50 indirimli olması
gerektiği konusundaki uyarımı anlamamış ve 1870 dinarlık cezanın tamamını
kesmişti. Ben durumu izah etmeye çalışınca, orada, İngilizce bilen bir kızı çağırdılar.
Kıza durumu izah ettikten sonra, eski makbuzu iptal edip, %50 indirimli olarak,
yeniden 935 dinarlık bir makbuz düzenlediler.
Ardından, kaldığımız Hostel’e 100 metre mesafedeki, Özlem
Turizm’in biletini satan yazıhaneye gittik. Euro’yu kabul etmedikleri için,
yakındaki bir döviz bürosundan dövizimizi bozdurup bileti aldık. Bu arada,
otobüsün kalktığı platforma girmek için biletli-biletsiz herkesin, platforma
giriş bileti alması gerekiyormuş. Çünkü terminali bir başka şirket
işletiyormuş.
Saat 12.15’de, giriş bileti alıp, platforma birlikte girdik.
Arkadaşım bir türlü emin olamıyordu. Hem yandaki peron şoförüne, hem de
platform görevlisine 12 no’lu peronun Özlem Turizm-İstanbul’a ait olduğunu
teyit ettirdim. Sonra vedalaşıp ayrıldık. Türkiye’den ayrılırken, üç kişi
olarak başladığımız Balkan gezisine, Alaaddin arkadaşımı da yolcu ettikten
sonra artık tek başına devam edeceğim.
* Sırbistan’ı terk etmeden, depoyu doldurayım, dedim.
Benzini, self-servis, müşteriler kendileri alıyor. Her ihtimale karşı yanlış
yapmamak için, hemen yanımda benzin alan birisine ( 30-40 yaşlarındaki bir adam
) sordum. Önce, “görevli değilim” dedi. İlk defa self servis benzin aldığımı,
bilmediğimi, yardım istediğimi, söyledim. Bayağı yardımcı oldu. İşlem basitti,
ama sonuçta dillerini ve usullerini bilmiyordum. Kasada Euro almadılar. Yandaki
döviz büfesinden adamla birlikte 50 Euro bozdurup, ücreti ödedik. 37 litre,
4.700 dinar tuttu( 1 litre mazot=1.05 Euro ).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder