16 Mayıs 2018 Çarşamba

3 - KOSOVA



                                      KOSOVA


1389 – 1912 yılları arasında Osmanlı – Türk hâkimiyetinde kalan Kosova, 1912 yılından sonra Sırp Krallığı sınırları içinde yer almış. Ardından, Yugoslavya Devletinin bir eyaleti olmuş. Yugoslavya Devleti yıkıldıktan sonra Sırbistan’a bağlanan Kosova, 17 Şubat 2008’de bağımsızlığına kavuşmuş.

Yüzölçümü: 10.877 km2, Nüfusu: 1.836.529( 2012 ), Başkenti: Priştine, Resmi Dili: Arnavutça, Sırpça( Tanınan Diller: Türkçe, Boşnakça, Romca, Goranca ), Para Birimi: Euro, Önemli Şehirleri: Priştine, Prizren, Ferizovik, İpek, Yakova, Gilan. Etnik Yapı: Arnavut= % 93( 1.616.869 ), Boşnak= % 1,58( 27.533 ), Sırp= % 1,47( 25.532 ), Türk= % 1,08( 18.738 )

Üsküp’ten, Kosova’ya doğru, bize rehberlik edecek olan teyzemin oğlu Sabit ile birlikte yola çıktık. Sabit; Kosova Cumhuriyeti’nin, mevcut yeşil kartları kabul etmeyerek, yeniden yeşil kart çıkartılmasını şart koştuğunu söyleyip, kendi arabasıyla gitmemizde ısrar edince, biz de öyle yaptık.

GİLAN 

gjilan
Gilan, Ülkemize göç veren önemli şehirlerden birisi

Hısım – akraba çevremde birkaç tanıdığımın Gilanlı olmasının yanında, Balkanlardan Ülkemize göç veren önemli şehirlerden biriydi Gilan. Bu şehri; turistik açıdan değil, sadece bu yönüyle merak ettiğim, görmek istediğim için gezi listeme almıştım.

Üsküp – Gilan arası 76 kilometre. Gilan, Kosova’nın güney doğusunda yer alıyor. 2011’de yapılan sayıma göre, nüfusu 90 bini geçiyor. Resmi diller; Arnavutça, Sırpça ve Türkçe. Türk yerleşimi açısından önemli bir köy olan Doburcan, Gilan’a bağlı.

Gilan’da, özellikle ziyaret edeceğimiz bir yer yoktu. Arabamızla birkaç şehir turu attık. Şehrin çıkışında, anı olarak, şehir tabelası arka planında bir fotoğrafımı aldım.

Gilan yakınlarındaki Livoq Gölü

Gilan’dan Priştine yönüne gidişte, beş km. kadar sonra, yolun sol tarafında, yamaçtaki şirin bir köyün hemen altında, güzel bir gölet vardı. Gilan’a bağlı, Livoq isimli bu göl,  aynı zamanda Morova’nın küçük bir kolu tarafından da besleniyormuş. Manzaranın güzelliğine dayanamayıp, burada biraz mola verip, fotoğraf çektik.

PRİŞTİNE

Kosova’nın başkenti olan Priştine, 1389-1912 yılları arasında Osmanlı Devleti hâkimiyetinde yaşamış. Balkan Savaşlarından sonra on binlerce Türk, Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Balkan savaşları ve 1950 sonrası Türklerin göçe zorlanması, gibi nedenlerle, günümüzde Türklerin sayısı hayli azaldı. Nüfusu 200 bin civarında olan şehir; bugün ticaret, eğitim ve ekonomik bir merkez haline gelmiştir.

priştine
Priştine'de az sayıdaki Osmanlı eserlerinden bir cami

Yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyetinde kalmış olmasına rağmen, köyden kente göçle Priştine'nin başka bir hüviyete büründüğü; Şehre hâkim olan Osmanlı etkisinin de yavaş yavaş kaybolduğu, hemen anlaşılıyordu. Şehir turu sırasında rastladığımız, Osmanlı döneminden kalan birkaç cami dikkati çekse de, bu eserlerin şehrin kozmopolit havası içinde silikleştiğini, şehirden umulan tarihi atmosferi veremediğini gördük. 

Sultan I. Murat Türbesi( Meşhed-i Hüdavendigar )

meşhed-i hüdavendigar
Sultan I. Murat Türbesi( Meşhed - i  Hüdavendigar )

Priştine'nin kendisinden ziyade, buraya 6 km mesafede( Priştine-Mitrovica yolu üzerinde ) bulunan Sultan I. Murat'ın türbesi( Meşhed-i Hüdavendigar ) önemliydi bizim için. Sultan I. Murat, 1389'da I. Kosova Meydan Muharebesinde şehit edildikten sonra iç organları burada gömülmüş ve aynı yerde Meşhed-i Hüdavendigar adı verilen bir türbe inşa edilmişti. 

Osmanlı Devletinin Balkanlarda güçlenmesi üzerine, Türkleri Balkanlardan atmak amacıyla Sırbistan ve diğer Balkan krallıkları bir Haçlı ordusu oluşturdu. 15 Haziran( Sırp kaynaklarına göre 28 Haziran ) 1389’da Kosova Ovası’nda yapılan meydan muharebesinde, Sırp Prensi Lazar Hrebelyanoviç komutasındaki Sırplar ve Haçlı ordusu bozguna uğratıldı. Sırp Prensi savaş sırasında öldürüldü. Bu savaş sonucunda, Osmanlı-Türk devletinin, Balkanlarda yüzyıllarca sürecek hâkimiyeti pekişmiş oldu.

Muharebeden sonra alanı gezen Sultan I. Murat, burada bir bahaneyle kendisine yaklaşan Sırp soylusu Milos Obilic tarafından, ani bir hamleyle hançerlenerek şehit edildi. Ölümünden sonra Sultan’ın iç organları burada gömüldü. Geriye kalan naaşı ise, Bursa’ya götürülerek, orada defnedildi.

I.Kosova Meydan Muharebesi bizler için olduğu kadar, Sırplar için de önemlidir. Yeniden bağımsız bir devlet kurabilmeleri için, bu savaşın üzerinden yüzyıllar geçmesi gerekecekti. O nedenle bu savaş, yenilgileriyle sonuçlanmış olsa bile, onlar için Sırp milliyetçiliğinin bir çıkış noktası oldu. 

Sultan I. Murat Türbesi, Balkan gezim için planladığım en heyecan verici ziyaret yerlerden birisiydi. Buraya doğru yol alırken, “İyi ki kendi arabamla bu geziye çıkmışım, iyi ki kendi gezi rotamı kendim belirleyebiliyorum” diye düşünüyordum. Öyle ya, klasik gezi turları rotasında olup olmadığını bilmediğim bu gibi yerlere başka nasıl gelinebilirdi ki? Kosova Ovası’na, I. Kosova Meydan Muharebesi’nin geçtiği bu alanın ufkuna bakıp, piyadelerin, sipahilerin, atların, kalkanların, kılıçların seslerinin birbirine karıştığı savaş sahnelerini; hâkim noktalarda karargâhını kurmuş muharebeyi yöneten komutanları, başka nasıl hayal edebilirdim ki? 

Bu duygularla dolu olarak, sonunda türbeye, yani Meşhed-i Hüdavendigar’a geldik.
Türbe’nin yapımı 14. Yüzyıla kadar gidiyor. O tarihten bu yana birçok kere tahribat görmüş ve onarılmış. 1660 yılında yapılan onarımda, türbenin etrafı yüksek bir duvarla çevrilmiş, çok sayıda meyve fidanı dikilmiş, kuyu açılarak çeşme yapılmış, ayrıca bakım ve muhafazası için burada oturacak türbedar tayin edilmiş.

Türbe,1845 ve 1866 yıllarında da tamirat görmüş, 1884 yılındaki tamiratta ise, Sultan Abdülmecit’in beratı ile aslen Buharalı olan Hacı Ali, türbedar olarak atanmış.

1896 yılında, türbeyi ziyaret edenlerin barınmaları için, Sultan II. Abdülhamid’in emri üzerine iki katlı konak inşa edilmiş( Türbedar ailesinin konutu, Türbenin avlusunda ve arkasındadır ). 1992 ve 2005 yıllarında da esaslı bakım ve yenilemeler yapılmış.

sultan ı. murat türbesi
Türbenin avlusundaki anıt dut ağacı 1660 yılında dikilmiş

Türbe, Türbedar Binası ve Misafir Konağının etrafını, iki metre yüksekliğinde bir duvar çevreliyor. Bu kapıdan içeri girdiğimizde sol tarafta anıt bir dut ağacı vardı. Ortasından yarılmış bu yaşlı ağacı korumak ve sağlamlaştırmak adına, yarılmış olan bölümü çimento ile doldurmuşlar. Ağacın bu devasa halini çektiğim fotoğraftan tekrar inceleyince, aklıma 1660 yılındaki onarımda dikilen meyve ağaçları geldi. Buna göre ağacın 358 yaşında olması gerekiyor.

sultan ı. murat türbesi
Ortadaki hanım, Buharalı türbedar ailenin son temsilcisi

Dut ağacını birkaç metre geçtikten sonra Sultan I. Murat’ın türbesine geldik. Kabri/Sandukası başında Fatiha’mızı ve hayır dualarımızı okuyup, oradan türbenin avlusuna yürüdük. Burada, Sultan Abdülmecid zamanından beri, buranın türbedarlığını yürüten Buharalı sülalenin bugünkü temsilcileri olan iki hanımla tanıştık. Hanımlardan birisi( kırmızı giysili ), kendisinin türbedar olduğunu ve diğerinin de gelinleri olduğunu, söyledi. Türbe ile ilgili bilgi verdiler, dedelerinin buraya türbedar olarak nasıl görevlendirildiklerini anlattılar. Biraz sohbet ettikten sonra, birlikte bir fotoğraf çektirip, teşekkür ederek ayrıldık.

Gazi Mestan( Bayraktarlar ) Türbesi

Kosova Ovası’nda, Sultan I. Murat’ın türbesinin karşısındaki sırtta, Priştine-Mitroviçe yolunun 5. Kilometresinde bulunuyor. Türbe, Sultan I. Murat’ın sancaktarı Gazi Mestan’a aitmiş.

Gazimestan Anıtı( Miloş Obiliç Anıtı )

miloş obiliç anıtı
Gazimestan( Miloş Obiliç ) anıtı 

15 Haziran 1389’da I.Kosova Meydan Muharebesinden yenik çıkan ve Komutanları Prens Lazar Hrebelyanoviç’i savaş meydanında kaybeden Sırplar, bağımsızlıklarını kaybettiler ve 1878 yılına kadar Osmanlı Devleti hâkimiyetinde kaldılar.

Bizim için zafer olan I. Kosova Muharebesi’ni, Sırplar, sürekli olarak anmışlar, acılarını canlı tutmuşlar. Bu suretle, I. Kosova Meydan Muharebesi’ni; kendileri açısından millet olmanın, milliyetçiliklerinin temeli haline getirmişler. Öyle ki, bu tarihten sonraki bütün bağımsızlık mücadelelerinde, bu savaşta yaşanan yenilgi kendileri için itici bir güç olmuş, moral ve cesaret vermiş.    

gazimestan anıtı
I. Kosova Meydan Muharebesi bu ovada yapılmış

Sırplar( Yugoslavya Devleti )1953 yılında, Kosova Ovası’nda; I. Kosova Meydan Muharebesini, I. Murat’ı şehit eden Milos Obiliç’i ve savaştaki komutanları Prens Lazar Hrebelyanoviç’i simgeleyen bir anıt inşa etmişler. 25 metre yüksekliğindeki ortaçağ kulesi görünümlü bu anıt, Sultan I. Murat Türbesi’nin 500 metre kadar güneyinde yer alıyor. Anıt; Aleksander Deroko tarafından tasarlanmış. Anıt önünde; her yıl 28 Haziran’da, Vidovdan Günü( St. Vitus Günü )’nde, büyük kalabalıklarla anma töreni düzenleniyor.

Anıt, Kosova Ovası’na hâkim bir noktada, savaş alanını tamamen gören, çok geniş bir platform üzerinde inşa edilmiş. Savaş alanını tamamen gören bu platform üzerinde, bir süre Ovadaki uzaklıklara bakıp, Muharebeyi gözlerimde ve belleğimde canlandırdım. O günleri yaşadım.

Anıt’ta yer alan kitabelerden şu ifadelerin Prens Lazar Hrebelyanoviç’e ait olduğu söyleniyor:
“Sırp ve Sırp Ulusundan olup da Kosova Savaşına katılmayana asla ne erkek, ne kız çocuk verme! Elleri beyaz veya kırmızı şarap yapmasın… Bacakları tutmasın…”

MAMUŞA

mamuşa yeni camii
Mamuşa Yeni Camii, şehrin girişinde bulunuyor

Mamuşa ismine ilk defa, Kosova için güzergâh araştırması yaparken rastlamıştım. 6 binden fazla nüfusunun tamamına yakınının Türk ve resmi dilinin de Türkçe olduğunu öğrenince, daha yola çıkmadan, bir an önce bu yeri görme heyecanı başladı bende.

Daha önce 15 km mesafedeki Prizren şehrine bağlı büyükçe bir köy olan Mamuşa, 1999 Kosova savaşından sonra oluşturulan yeni idari sistemde, bağımsız bir kasaba belediyesine dönüşmüş.

mamuşa merkez camii
Mamuşa Merkez Camii

Kasabanın kuruluşu 19. Yüzyıl başlarına dayanıyor. Padişah II. Mahmut, bölgede imar hareketlerine girişince, Tokat civarından getirilen Türk nüfusu buraya yerleştirir ve kasaba böylece kurulur. Mamuşa isminin de, Padişah II. Mahmut’tan geldiği rivayet ediliyor. Padişah için, önce Mahmut Şah olan söyleyiş, zamanla daha da kısalarak Mamuşa olmuş. 

Mamuşa, 1998 – 1999 Kosova Savaşı sırasındaki bir olayla da anılır. Savaş sırasında, Sırp saldırılarından kaçan 45 bin kadar Arnavut, Mamuşa’ya sığınır. Mamuşalılar uzun bir süre Arnavutlarla ekmeklerini bölüşürler ve tüm baskılara rağmen onları, Sırplara vermezler. Sırplar da, Türkiye’den çekindikleri için köye saldıramazlar, ama köyü de abluka altına almaktan geri kalmazlar. Nihayet, Sırplarla yapılan müzakereler sonucunda, Arnavutların, Arnavutluk sınırındaki kamplara yerleştirilmesi konusunda mutabakata varılır. Böylece 45 bin Arnavut, Mamuşalıların yardımlarıyla Sırp saldırısından kurtulmuş olur.

Mamuşa, çok verimli topraklara sahip. Topraklarında her türlü sebze yetişiyor. Seracılık çok gelişmiş ve yöre için önemli bir gelir kaynağı oluşturuyor. Kosova’nın tüm domatesi burada yetiştiriliyor. Öyle ki, her yılın 23 Temmuz’unda Domates Festivali yapılıyor.

Türkiye’den Uzakta, ama Türkiye’de!

mamuşa-kosova
Şehrin girişindeki, "Hoşgeldiniz" yazılı tak

Kasabaya yaklaşıyoruz. Tamam… Kasabaya gelirken 6 bin nüfuslu ve tamamının Türk olduğu bir yerleşim yerine geleceğimizi biliyorduk. Ama buna rağmen, daha girişte Türkçe yazılı “MAMUŞA BELEDİYESİ’NE HOŞGELDİNİZ” yazılı giriş takı ile karşılaşınca, yine de sevinçle karışık bir şaşırma hissi yaşıyor insan…

Sonra kasabanın caddelerini, sokaklarını dolaşıyoruz. Her taraf tertemiz, düzenli. Yol boyunca tabelalar, ilanlar, sokak isimleri hep Türkçe. Herkes Türkçe konuşuyordu. Kendimizi, Türkiye’de, Anadolu’nun bir kasabasındaymışız gibi hissettik. Bu bize müthiş bir duygu yaşatıyordu. Öyle ya, buraya gelirken Türkiye’den ayrılmış; Yunanistan’ı ve Makedonya’yı, yani iki ülkeyi geçmiştik, ama hâlâ Türkiye’deydik…

Mamuşa Belediye Binası

Camileri, Atatürk Lisesi’ni, Anadolu İ.Ö.O.’nu, Mamuşa Belediye binasını gördük. Kosova bayrağı yanında Türk bayraklarıyla da donatılmış belediye binasının önünde bir fotoğraf çektirdik.

mamuşa-kosova
Çift kanatlı, kiremit çatılı, ahşap kapılardan biri

mamuşa-kosova
Görkemli bir ahşap kapı örneği

Belediye Binası’nın biraz ilerisinden sokak aralarına girdik. Avluların sokağa açıldığı, büyük, çift kanatlı, kiremit çatılı ahşap kapılar dikkatimizi çekti. Anadolu’nun birçok kasabasından aşina olduğumuz bu kapılar, Mamuşalıların geldiği söylenen Tokat yöresinin tarzı mıdır, diye düşünmeden edemedik.

mamuşa-kosova
Kosova Savaşı sırasında kurşunlarla delik olmuş bir ev duvarı

Ara sokaklarda gezerken, Kosova Savaşı sırasında duvarları kurşunlarla delik deşik olmuş bir ev gördük. 1998-1999 Kosova Savaşını yaşayan Mamuşa ve Kosova’nın hangi badirelerden geçtiğini bir daha hatırlamış olduk.

mamuşa-kosova
Tarlasından dönen bir çiftçi

Önümüzden, traktörüyle 60-70 yaşlarında bir çiftçi geçiyordu. Römorku tıka basa lahana ile doluydu. Selamlaştık. Kısa da olsa sohbet ettik.

Örnek Çiftçi Necati’nin Misafirperverliği

mamuşa-kosova
Necati, seralarını gösterirken çok mutluydu 

Yine böyle yürürken, traktörüyle yanımızdan geçmekte olan Necati ile tanıştık. Traktör konusundaki sohbet biraz daha ilerleyince, Necati bizi seralarını görmeye davet etti. Evi ve seraları, kasabanın hemen kenarındaydı. Seralardan birisine girdik. Girdiğimiz salatalık  serasıydı. Necati’yi dinlerken, bir yandan da onun ikram ettiği körpe ve kıtır kıtır salatalıkları yiyorduk. Böyle birkaç serayı gezdik.

mamuşa-kosova
25 seraya ilaveten, Necati'nin 5 tane de İneği vardı

Necati’nin 25 adet serası vardı ve bunların hepsine sadece kendisi bakıyordu. Seralarını bize gezdirirken tanık olduğumuz heyecanından, etkilenmemek mümkün değildi. İşini; bilerek, severek, heyecanla ve azimle yapıyordu.  Bu yönleriyle, misafirperverliği ve çalışkanlığı ile takdirimizi kazandı.

mamuşa-kosova
Ahırdaki Kır Kırlangıcı, yuvasının kenarında bize poz verdi

Biz seraları gördükten sonra gitmeye hazırlanırken, bu defa bizi ahırına götürüp, holştayn ineklerini gösterdi. 5 tane de holştayn ineği varmış. Biz ineklere bakarken, ahırın tavan kirişlerinden birisinde, çamurdan yapılmış yuvası kenarında, bir kır kırlangıcı bize poz veriyordu.

mamuşa-kosova
Çalışkanlığını takdir ettiğimiz Necati ile bir anı fotoğrafı

Birlikte bir anı fotoğrafı çektirdikten sonra, Necati’ye teşekkür edip, Prizren’e doğru yola çıktık.

PRİZREN

prizren
Prizren, Kosova'nın 2. büyük şehri

21 Haziran 1455 tarihinde Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen Prizren, 31 Ekim 1912 tarihine kadar Osmanlı hâkimiyetinde bulunmuş. Balkan savaşından sonra Sırpların eline geçince, Türkler ve Türk olmayan Müslümanlar, kitleler halinde göç etmek zorunda kalmışlar.

17 Şubat 2008’de Kosova’nın tek taraflı ilan ettiği bağımsızlık kararı ile Prizren, başkent Priştine’den sonra Kosova’nın 2. Büyük şehri olmuş. Şehir merkezinde 110 bin kişi yaşıyor. Bunun %60’ı Arnavut, %20’si Türk, %10’u Boşnak, kalanı ise Romlar, Katolik Arnavutlar ve diğer milletlerden oluşuyor.

prizren-kosova
Geleneksel beyaz başlığı ile bir Arnavut

Osmanlı döneminde, Prizren’deki kültür ve anlaşma dili Türkçeydi. Bugün de Türkçe, aynı güçte olmasa bile bu özelliğini korumaya devam ediyor. Tabii ki bunda, Prizrenli Türklerin, sosyal ve kültürel yapıda, baskın, aktif ve etkili olmaları önemli rol oynuyor. Prizren’de; Arnavutça ve Sırpçanın yanında Türkçe de, resmi dil olarak geçerli. 

Prizren, bugün başkent olan Priştine ile birlikte, Osmanlı döneminden bu yana, Kosova bölgesinin en önemli iki büyük şehrinden birisi olmuş. Ancak Priştine’den en büyük farkı ve zenginliği; mimari yapısı ve kültürel dokusu ile yüzyıllar sonucu oluşan tarihi atmosferini, koruması ve devam ettirmesidir.

Prizren Kalesi

prizren-kosova
Arka planda Prizren kalesi ve taşköprü

Prizren Kalesi, 590 metre yüksekliğindeki bir tepe üzerine kurulmuş. Şehrin en yüksek tepesinde olan bu kale, Bizans’tan kalmış ve Osmanlı döneminde de kullanılmış.

Taşköprü

prizren-akdere( bistrica )
Taşköprü, Akdere( Bistrica ) Nehri üzerinde yapılmış

Şehrin ortasından Akdere( Bistrica ) Nehri geçiyor. Akdere’nin üzerindeki Taşköprü’nün, XV. Yüzyıl sonlarında Sinan Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. Köprünün, 2’şer metre genişliğinde iki yan gözü ve ortada, genişliği on metre olan bir ana gözü var.

Sinan Paşa Camii

prizren-sinan paşa camii
Sinan Paşa Camii

Köprü’nün, Kale tarafındaki yakasına geçince, Sinan Paşa Camii’ni görüyoruz. Bu Cami, Kosova’da bulunan Osmanlı-Türk eserleri içinde en ünlülerinden birisi olup, 1615 yılında Sinan Paşa tarafından yaptırılmış.

Şadırvan

Prizren’in kalbi olan Şadırvan Meydanı ve Semti, Sinan Paşa Camii’nin yanında yer alıyor. Şadırvan ismi, çarşının meydan kısmında olan şadırvandan geliyor. Şadırvan; meydanı olduğu kadar, meydana bağlanan sokakları da ifade ediyor. En beğenilen restoran ve kafelerin bulunduğu bu semt, sosyal ve kültürel açıdan önemli bir yere sahip.

Şadırvan bölgesindeki sokakları gezerken, Anadolu’daki Türk çarşılarını gezer gibi oluyoruz. Buradaki hediyelik eşya satan dükkânlar ilgimizi çekiyor. Bir yandan alış veriş yapıyor, diğer yandan da, fırsat buldukça, girdiğimiz dükkânlarda sohbet ediyoruz.

prizren-şadırvan meydanı
Sağda Sinan Paşa Camii'nin minaresi ve Şadırvan Meydanındaki  kafeler

Taşköprü’nün üzerinden, Sinan Paşa Camii’ni çekerken, önümde uzanan manzaraya dalıyorum. Akdere’den, Şadırvan’dan başlayarak hafif meyilli bir şekilde dağın yamaçlarına doğru sıra sıra evler uzanıyor. Adını tam olarak koyamasak da( Safranbolu? Mudurnu? Taraklı? Şirince? ), hemen hemen hepimize, Ülkemizin bir köşesini hatırlatıyor bu evler. Beyaz badanalı, koyu renkle boyanmış ahşap çerçeveli, cumbalı, kırmızı kiremitli o evler, o tarihi yapılar; Yüzyıllar süren Osmanlı-Türk hâkimiyetinin bittiğini, ama kültür, medeniyet ve tarih boyutuyla varlığını devam ettirdiğini söylüyor gibiydi.

Aziz Kurtarıcı Kilisesi

prizren-aziz kurtarıcı kilisesi
Aziz Kurtarıcı Kilisesi, 1333-1335 yılları arasında inşa edilmiş

Taşköprü’den; Akdere, Prizren Evleri ve Sinan Paşa Camii’ni çekerken, evlerin yamaçlarda bitip ağaçların başladığı yerlerde, Prizren’e hâkim bir noktada tarihi bir kilise dikkatimi çekti. Epeyi bir araştırdıktan sonra ( Prizren Belediyesi Turizm Kataloğu ) bu kilisenin, Aziz Kurtarıcı Kilisesi olduğunu öğrendim. Kilise 1333-1335 yılları arasında inşa edilmiş. 1912 yılına kadar ( Makedonya ve Romanya’da yaşayan etnik grup olan ) Ulahlar tarafından kullanılmış. Bizans tarzı olan bu kilise, 1912-1999 yılları arasında sadece dini bayramlarda açılmış.

Suzi Çelebi Köprüsü

suzi çelebi camii ve köprüsü-prizren
Suzi Çelebi Köprüsü ve solunda bulunan Suzi Çelebi Camii

Akdere boyunca yürürken, tarihi Taşköprü benzeri bir köprüyle karşılaşıyoruz Benzerliği, bazı detaylar dışında, ortada bir büyük ve yanlarda iki küçük kemer olmak üzere toplam üç kemerden oluşması. Suzi Çelebi Köprüsü, 1513 yılında Şair Suzi Çelebi tarafından yaptırılmış. Köprüye ismini veren Suzi Çelebi’nin asıl adı Mehmet. Şairin takma adı( mahlası ) olan Suzi, “aşk ateşiyle yanan anlamına geliyor. Şair, Gazavâtnâme’siyle ünlü. 

Suzi Çelebi Camii

Suzi Çelebi Köprüsü’nün hemen yanında bulunan Suzi Çelebi Camii de, aynı yıllarda yapılmış.

Halveti Tekkesi

prizren halveti tekkesi
Halveti Tekkesi, tarihi Saraçhane Camii ile aynı avluyu paylaşıyor

Taşköprü’nün diğer yanında olan Halveti tekkesine gidiyoruz. Tekke, tarihi Saraçhane Camii ile aynı avluyu paylaşıyor. Şeyh Osman Baba tarafından XVII asrın sonlarına kurulmuş. Şeyh Hasan tekkesi olarak da biliniyor. Tekke’de, Şeyh Osman Baba’nın mezarından başka, Halveti tarikatının diğer yedi mensubunun mezarı bulunuyor.

prizren halveti tekkesi
Halveti Tekkesi'nden bir köşe

Tekke şu bölümlerden oluşuyor: Semahane-İbadethane Odası, Şeyhlerin gömülü olduğu türbeler, mermerli iki çeşme, kaldırımlı avlular ve Şeyh Hasan’ın evi.

Namazgâh ( Kırık Cami )

namazgah-prizren
Namazgah, halk arasında "Kırık Cami" olarak da biliniyor

Namazgâh, geniş kitlelerin namaz kılması için yapılan, üstü açık camiyi ifade ediyor. Fatih Sultan Mehmet döneminde, 21 Haziran 1455 tarihinde İsa Bey tarafından yaptırılmış. Halk arasında Kırık Cami olarak da bilinen Namazgâh’ın kazı ve yenileme çalışmaları, Kosova Türk Tabur Komutanlığı ve TİKA’nın da içinde olduğu bir komite tarafından 2001 ve 2002 yıllarında; çevre düzenlemesi ise 2008’de Ankara Belediyesi tarafından yapılmış.

Besimi Beska Restoran

besimi beska
Restoranın havuzlarındaki ördeklerden: Orman Ördeği

Saat 16 civarında, Şadırvan yakınındaki bu lokantada yemek yedik. İçinde yer yer şadırvanı, havuzları ve bunları birbirine bağlayan süs köprüleri olan, iki katlı, 500-600 kişilik bir kapasiteye sahip, güzel bir lokantaydı, burası. Yemeklerin lezzeti, çeşidi, fiyatı, servisi ve genel atmosferi ile Lokantadan memnun kaldık. Önümüzdeki havuzda yüzen üç ördeğin arasında “Orman Ördeği”ne rastlamak güzel bir sürpriz oldu benim için. Türkiye’de bulunmayan ve çok canlı renkleriyle Mandarin Ördeği’ne benzeyen bu türü, daha önce İngiltere’de görüp, çekmiştim. 


Besimi Beska Lokantası’nda yemeğimizi yedikten sonra Üsküp’e dönüyoruz. Ben, teyzemin ortanca oğlu Sami’nin daveti üzerine akşam yemeğini diğer akrabalarımın da olduğu bir davette yiyor ve otelime dönüyorum. Ertesi günkü, rotamız Kalkandelen ve Üsküp’ün bir bölümü.

2 yorum:

  1. Abi ben dobırçanlıyım çok iyi yaptın gezmekle bidaha geldiğinde dobırçanada git teşekkürler ayagına saglık

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim değerli kardeşim. İnşallah bir gün yolumu Dobırçan'a düşürürüm. Selamlar.

    YanıtlaSil