KOSOVA
1389 – 1912 yılları arasında Osmanlı – Türk hâkimiyetinde
kalan Kosova, 1912 yılından sonra Sırp Krallığı sınırları içinde yer almış.
Ardından, Yugoslavya Devletinin bir eyaleti olmuş. Yugoslavya Devleti
yıkıldıktan sonra Sırbistan’a bağlanan Kosova, 17 Şubat 2008’de bağımsızlığına
kavuşmuş.
Yüzölçümü: 10.877 km2, Nüfusu: 1.836.529( 2012 ), Başkenti:
Priştine, Resmi Dili: Arnavutça, Sırpça( Tanınan Diller: Türkçe, Boşnakça,
Romca, Goranca ), Para Birimi: Euro, Önemli Şehirleri: Priştine, Prizren,
Ferizovik, İpek, Yakova, Gilan. Etnik Yapı: Arnavut= % 93( 1.616.869 ), Boşnak=
% 1,58( 27.533 ), Sırp= % 1,47( 25.532 ), Türk= % 1,08( 18.738 )
Üsküp’ten, Kosova’ya doğru, bize rehberlik edecek olan
teyzemin oğlu Sabit ile birlikte yola çıktık. Sabit; Kosova Cumhuriyeti’nin,
mevcut yeşil kartları kabul etmeyerek, yeniden yeşil kart çıkartılmasını şart
koştuğunu söyleyip, kendi arabasıyla gitmemizde ısrar edince, biz de öyle
yaptık.
GİLAN
Gilan, Ülkemize göç veren önemli şehirlerden birisi |
Hısım – akraba çevremde birkaç tanıdığımın Gilanlı olmasının
yanında, Balkanlardan Ülkemize göç veren önemli şehirlerden biriydi Gilan. Bu
şehri; turistik açıdan değil, sadece bu yönüyle merak ettiğim, görmek istediğim
için gezi listeme almıştım.
Üsküp – Gilan arası 76 kilometre. Gilan, Kosova’nın güney
doğusunda yer alıyor. 2011’de yapılan sayıma göre, nüfusu 90 bini geçiyor.
Resmi diller; Arnavutça, Sırpça ve Türkçe. Türk yerleşimi açısından önemli bir
köy olan Doburcan, Gilan’a bağlı.
Gilan’da, özellikle ziyaret edeceğimiz bir yer yoktu.
Arabamızla birkaç şehir turu attık. Şehrin çıkışında, anı olarak, şehir
tabelası arka planında bir fotoğrafımı aldım.
Gilan yakınlarındaki Livoq Gölü |
Gilan’dan Priştine yönüne gidişte, beş km. kadar sonra,
yolun sol tarafında, yamaçtaki şirin bir köyün hemen altında, güzel bir gölet
vardı. Gilan’a bağlı, Livoq isimli bu göl,
aynı zamanda Morova’nın küçük bir kolu tarafından da besleniyormuş.
Manzaranın güzelliğine dayanamayıp, burada biraz mola verip, fotoğraf çektik.
PRİŞTİNE
Kosova’nın başkenti olan Priştine, 1389-1912 yılları
arasında Osmanlı Devleti hâkimiyetinde yaşamış. Balkan Savaşlarından sonra on
binlerce Türk, Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Balkan savaşları ve 1950
sonrası Türklerin göçe zorlanması, gibi nedenlerle, günümüzde Türklerin sayısı hayli azaldı. Nüfusu 200 bin civarında olan şehir; bugün ticaret, eğitim ve
ekonomik bir merkez haline gelmiştir.
Priştine'de az sayıdaki Osmanlı eserlerinden bir cami |
Yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyetinde kalmış olmasına rağmen,
köyden kente göçle Priştine'nin başka bir hüviyete büründüğü; Şehre hâkim olan Osmanlı
etkisinin de yavaş yavaş kaybolduğu, hemen anlaşılıyordu. Şehir turu sırasında
rastladığımız, Osmanlı döneminden kalan birkaç cami dikkati çekse de, bu
eserlerin şehrin kozmopolit havası içinde silikleştiğini, şehirden umulan
tarihi atmosferi veremediğini gördük.
Sultan I. Murat Türbesi( Meşhed-i Hüdavendigar )
Sultan I. Murat Türbesi( Meşhed - i Hüdavendigar ) |
Priştine'nin kendisinden ziyade, buraya 6 km mesafede( Priştine-Mitrovica yolu üzerinde ) bulunan Sultan I. Murat'ın türbesi( Meşhed-i Hüdavendigar ) önemliydi bizim için. Sultan I. Murat, 1389'da I. Kosova Meydan Muharebesinde şehit edildikten sonra iç organları burada gömülmüş ve aynı yerde Meşhed-i Hüdavendigar adı verilen bir türbe inşa edilmişti.
Osmanlı Devletinin Balkanlarda güçlenmesi üzerine, Türkleri Balkanlardan atmak amacıyla Sırbistan ve diğer Balkan krallıkları bir
Haçlı ordusu oluşturdu. 15 Haziran( Sırp kaynaklarına göre 28 Haziran ) 1389’da
Kosova Ovası’nda yapılan meydan muharebesinde, Sırp Prensi Lazar Hrebelyanoviç
komutasındaki Sırplar ve Haçlı ordusu bozguna uğratıldı. Sırp Prensi savaş
sırasında öldürüldü. Bu savaş sonucunda, Osmanlı-Türk devletinin, Balkanlarda
yüzyıllarca sürecek hâkimiyeti pekişmiş oldu.
Muharebeden sonra alanı gezen Sultan I. Murat, burada bir
bahaneyle kendisine yaklaşan Sırp soylusu Milos Obilic tarafından, ani bir
hamleyle hançerlenerek şehit edildi. Ölümünden sonra Sultan’ın iç organları
burada gömüldü. Geriye kalan naaşı ise, Bursa’ya götürülerek, orada defnedildi.
I.Kosova Meydan Muharebesi bizler için olduğu kadar, Sırplar
için de önemlidir. Yeniden bağımsız bir devlet kurabilmeleri için, bu savaşın
üzerinden yüzyıllar geçmesi gerekecekti. O nedenle bu savaş, yenilgileriyle
sonuçlanmış olsa bile, onlar için Sırp milliyetçiliğinin bir çıkış noktası
oldu.
Sultan I. Murat Türbesi, Balkan gezim için planladığım en
heyecan verici ziyaret yerlerden birisiydi. Buraya doğru yol alırken, “İyi ki
kendi arabamla bu geziye çıkmışım, iyi ki kendi gezi rotamı kendim
belirleyebiliyorum” diye düşünüyordum. Öyle ya, klasik gezi turları rotasında
olup olmadığını bilmediğim bu gibi yerlere başka nasıl gelinebilirdi ki? Kosova
Ovası’na, I. Kosova Meydan Muharebesi’nin geçtiği bu alanın ufkuna bakıp, piyadelerin,
sipahilerin, atların, kalkanların, kılıçların seslerinin birbirine karıştığı
savaş sahnelerini; hâkim noktalarda karargâhını kurmuş muharebeyi yöneten
komutanları, başka nasıl hayal edebilirdim ki?
Bu duygularla dolu olarak, sonunda türbeye, yani Meşhed-i
Hüdavendigar’a geldik.
Türbe’nin yapımı 14. Yüzyıla kadar gidiyor. O tarihten bu
yana birçok kere tahribat görmüş ve onarılmış. 1660 yılında yapılan onarımda,
türbenin etrafı yüksek bir duvarla çevrilmiş, çok sayıda meyve fidanı dikilmiş,
kuyu açılarak çeşme yapılmış, ayrıca bakım ve muhafazası için burada oturacak
türbedar tayin edilmiş.
Türbe,1845 ve 1866 yıllarında da tamirat görmüş, 1884 yılındaki
tamiratta ise, Sultan Abdülmecit’in beratı ile aslen Buharalı olan Hacı Ali,
türbedar olarak atanmış.
1896 yılında, türbeyi ziyaret edenlerin barınmaları için,
Sultan II. Abdülhamid’in emri üzerine iki katlı konak inşa edilmiş( Türbedar
ailesinin konutu, Türbenin avlusunda ve arkasındadır ). 1992 ve 2005 yıllarında
da esaslı bakım ve yenilemeler yapılmış.
Türbenin avlusundaki anıt dut ağacı 1660 yılında dikilmiş |
Türbe, Türbedar Binası ve Misafir Konağının etrafını, iki
metre yüksekliğinde bir duvar çevreliyor. Bu kapıdan içeri girdiğimizde sol
tarafta anıt bir dut ağacı vardı. Ortasından yarılmış bu yaşlı ağacı korumak ve
sağlamlaştırmak adına, yarılmış olan bölümü çimento ile doldurmuşlar. Ağacın bu
devasa halini çektiğim fotoğraftan tekrar inceleyince, aklıma 1660 yılındaki
onarımda dikilen meyve ağaçları geldi. Buna göre ağacın 358 yaşında
olması gerekiyor.
Ortadaki hanım, Buharalı türbedar ailenin son temsilcisi |
Dut ağacını birkaç metre geçtikten sonra Sultan I. Murat’ın
türbesine geldik. Kabri/Sandukası başında Fatiha’mızı ve hayır dualarımızı
okuyup, oradan türbenin avlusuna yürüdük. Burada, Sultan Abdülmecid zamanından
beri, buranın türbedarlığını yürüten Buharalı sülalenin bugünkü temsilcileri
olan iki hanımla tanıştık. Hanımlardan birisi( kırmızı giysili ), kendisinin türbedar olduğunu ve
diğerinin de gelinleri olduğunu, söyledi. Türbe ile ilgili bilgi verdiler,
dedelerinin buraya türbedar olarak nasıl görevlendirildiklerini anlattılar.
Biraz sohbet ettikten sonra, birlikte bir fotoğraf çektirip, teşekkür ederek
ayrıldık.
Gazi Mestan( Bayraktarlar ) Türbesi
Kosova Ovası’nda, Sultan I. Murat’ın türbesinin karşısındaki
sırtta, Priştine-Mitroviçe yolunun 5. Kilometresinde bulunuyor. Türbe, Sultan
I. Murat’ın sancaktarı Gazi Mestan’a aitmiş.
Gazimestan Anıtı( Miloş Obiliç Anıtı )
Gazimestan( Miloş Obiliç ) anıtı |
15 Haziran 1389’da I.Kosova Meydan Muharebesinden yenik
çıkan ve Komutanları Prens Lazar Hrebelyanoviç’i savaş meydanında kaybeden
Sırplar, bağımsızlıklarını kaybettiler ve 1878 yılına kadar Osmanlı Devleti
hâkimiyetinde kaldılar.
Bizim için zafer olan I. Kosova Muharebesi’ni, Sırplar,
sürekli olarak anmışlar, acılarını canlı tutmuşlar. Bu suretle, I. Kosova
Meydan Muharebesi’ni; kendileri açısından millet olmanın, milliyetçiliklerinin
temeli haline getirmişler. Öyle ki, bu tarihten sonraki bütün bağımsızlık
mücadelelerinde, bu savaşta yaşanan yenilgi kendileri için itici bir güç olmuş, moral ve cesaret vermiş.
I. Kosova Meydan Muharebesi bu ovada yapılmış |
Sırplar( Yugoslavya Devleti )1953 yılında, Kosova Ovası’nda;
I. Kosova Meydan Muharebesini, I. Murat’ı şehit eden Milos Obiliç’i ve savaştaki
komutanları Prens Lazar Hrebelyanoviç’i simgeleyen bir anıt inşa etmişler. 25
metre yüksekliğindeki ortaçağ kulesi görünümlü bu anıt, Sultan I. Murat
Türbesi’nin 500 metre kadar güneyinde yer alıyor. Anıt; Aleksander Deroko
tarafından tasarlanmış. Anıt önünde; her yıl 28 Haziran’da, Vidovdan Günü( St.
Vitus Günü )’nde, büyük kalabalıklarla anma töreni düzenleniyor.
Anıt, Kosova Ovası’na hâkim bir noktada, savaş alanını
tamamen gören, çok geniş bir platform üzerinde inşa edilmiş. Savaş alanını
tamamen gören bu platform üzerinde, bir süre Ovadaki uzaklıklara bakıp,
Muharebeyi gözlerimde ve belleğimde canlandırdım. O günleri yaşadım.
Anıt’ta yer alan kitabelerden şu ifadelerin Prens Lazar
Hrebelyanoviç’e ait olduğu söyleniyor:
“Sırp ve Sırp Ulusundan olup da Kosova Savaşına katılmayana
asla ne erkek, ne kız çocuk verme! Elleri beyaz veya kırmızı şarap yapmasın…
Bacakları tutmasın…”
MAMUŞA
Mamuşa Yeni Camii, şehrin girişinde bulunuyor |
Mamuşa ismine ilk defa, Kosova için güzergâh araştırması
yaparken rastlamıştım. 6 binden fazla nüfusunun tamamına yakınının Türk ve
resmi dilinin de Türkçe olduğunu öğrenince, daha yola çıkmadan, bir an önce bu
yeri görme heyecanı başladı bende.
Daha önce 15 km mesafedeki Prizren şehrine bağlı büyükçe bir
köy olan Mamuşa, 1999 Kosova savaşından sonra oluşturulan yeni idari sistemde,
bağımsız bir kasaba belediyesine dönüşmüş.
Mamuşa Merkez Camii |
Kasabanın kuruluşu 19. Yüzyıl başlarına dayanıyor. Padişah
II. Mahmut, bölgede imar hareketlerine girişince, Tokat civarından getirilen
Türk nüfusu buraya yerleştirir ve kasaba böylece kurulur. Mamuşa isminin de,
Padişah II. Mahmut’tan geldiği rivayet ediliyor. Padişah için, önce Mahmut Şah
olan söyleyiş, zamanla daha da kısalarak Mamuşa olmuş.
Mamuşa, 1998 – 1999 Kosova Savaşı sırasındaki bir olayla da
anılır. Savaş sırasında, Sırp saldırılarından kaçan 45 bin kadar Arnavut,
Mamuşa’ya sığınır. Mamuşalılar uzun bir süre Arnavutlarla ekmeklerini
bölüşürler ve tüm baskılara rağmen onları, Sırplara vermezler. Sırplar da,
Türkiye’den çekindikleri için köye saldıramazlar, ama köyü de abluka altına almaktan geri kalmazlar. Nihayet, Sırplarla yapılan müzakereler sonucunda, Arnavutların,
Arnavutluk sınırındaki kamplara yerleştirilmesi konusunda mutabakata varılır.
Böylece 45 bin Arnavut, Mamuşalıların yardımlarıyla Sırp saldırısından
kurtulmuş olur.
Mamuşa, çok verimli topraklara sahip. Topraklarında her
türlü sebze yetişiyor. Seracılık çok gelişmiş ve yöre için önemli bir gelir
kaynağı oluşturuyor. Kosova’nın tüm domatesi burada yetiştiriliyor. Öyle ki,
her yılın 23 Temmuz’unda Domates Festivali yapılıyor.
Türkiye’den Uzakta, ama Türkiye’de!
Şehrin girişindeki, "Hoşgeldiniz" yazılı tak |
Kasabaya yaklaşıyoruz. Tamam… Kasabaya gelirken 6 bin
nüfuslu ve tamamının Türk olduğu bir yerleşim yerine geleceğimizi biliyorduk.
Ama buna rağmen, daha girişte Türkçe yazılı “MAMUŞA BELEDİYESİ’NE HOŞGELDİNİZ”
yazılı giriş takı ile karşılaşınca, yine de sevinçle karışık bir şaşırma hissi
yaşıyor insan…
Sonra kasabanın caddelerini, sokaklarını dolaşıyoruz. Her
taraf tertemiz, düzenli. Yol boyunca tabelalar, ilanlar, sokak isimleri hep
Türkçe. Herkes Türkçe konuşuyordu. Kendimizi, Türkiye’de, Anadolu’nun bir
kasabasındaymışız gibi hissettik. Bu bize müthiş bir duygu yaşatıyordu. Öyle
ya, buraya gelirken Türkiye’den ayrılmış; Yunanistan’ı ve Makedonya’yı, yani
iki ülkeyi geçmiştik, ama hâlâ Türkiye’deydik…
Mamuşa Belediye Binası |
Camileri, Atatürk Lisesi’ni, Anadolu İ.Ö.O.’nu, Mamuşa
Belediye binasını gördük. Kosova bayrağı yanında Türk bayraklarıyla da
donatılmış belediye binasının önünde bir fotoğraf çektirdik.
Çift kanatlı, kiremit çatılı, ahşap kapılardan biri |
Görkemli bir ahşap kapı örneği |
Belediye Binası’nın biraz ilerisinden sokak aralarına
girdik. Avluların sokağa açıldığı, büyük, çift kanatlı, kiremit çatılı ahşap
kapılar dikkatimizi çekti. Anadolu’nun birçok kasabasından aşina olduğumuz bu
kapılar, Mamuşalıların geldiği söylenen Tokat yöresinin tarzı mıdır, diye
düşünmeden edemedik.
Kosova Savaşı sırasında kurşunlarla delik olmuş bir ev duvarı |
Ara sokaklarda gezerken, Kosova Savaşı sırasında duvarları
kurşunlarla delik deşik olmuş bir ev gördük. 1998-1999 Kosova Savaşını yaşayan
Mamuşa ve Kosova’nın hangi badirelerden geçtiğini bir daha hatırlamış olduk.
Önümüzden, traktörüyle 60-70 yaşlarında bir çiftçi geçiyordu. Römorku tıka basa lahana ile doluydu. Selamlaştık. Kısa da olsa sohbet ettik.
Örnek Çiftçi Necati’nin Misafirperverliği
Necati, seralarını gösterirken çok mutluydu |
Yine böyle yürürken, traktörüyle yanımızdan geçmekte olan
Necati ile tanıştık. Traktör konusundaki sohbet biraz daha ilerleyince, Necati
bizi seralarını görmeye davet etti. Evi ve seraları, kasabanın hemen
kenarındaydı. Seralardan birisine girdik. Girdiğimiz salatalık serasıydı. Necati’yi dinlerken, bir yandan da onun ikram ettiği körpe ve kıtır
kıtır salatalıkları yiyorduk. Böyle birkaç serayı gezdik.
25 seraya ilaveten, Necati'nin 5 tane de İneği vardı |
Necati’nin 25 adet serası vardı ve bunların hepsine sadece
kendisi bakıyordu. Seralarını bize gezdirirken tanık olduğumuz heyecanından,
etkilenmemek mümkün değildi. İşini; bilerek, severek, heyecanla ve azimle
yapıyordu. Bu yönleriyle,
misafirperverliği ve çalışkanlığı ile takdirimizi kazandı.
Ahırdaki Kır Kırlangıcı, yuvasının kenarında bize poz verdi |
Biz seraları gördükten sonra gitmeye hazırlanırken, bu defa
bizi ahırına götürüp, holştayn ineklerini gösterdi. 5 tane de holştayn ineği
varmış. Biz ineklere bakarken, ahırın tavan kirişlerinden birisinde, çamurdan
yapılmış yuvası kenarında, bir kır kırlangıcı bize poz veriyordu.
Çalışkanlığını takdir ettiğimiz Necati ile bir anı fotoğrafı |
Birlikte bir anı fotoğrafı çektirdikten sonra, Necati’ye
teşekkür edip, Prizren’e doğru yola çıktık.
PRİZREN
Prizren, Kosova'nın 2. büyük şehri |
21 Haziran 1455 tarihinde Fatih Sultan Mehmet tarafından
fethedilen Prizren, 31 Ekim 1912 tarihine kadar Osmanlı hâkimiyetinde bulunmuş.
Balkan savaşından sonra Sırpların eline geçince, Türkler ve Türk olmayan
Müslümanlar, kitleler halinde göç etmek zorunda kalmışlar.
17 Şubat 2008’de Kosova’nın tek taraflı ilan ettiği
bağımsızlık kararı ile Prizren, başkent Priştine’den sonra Kosova’nın 2. Büyük
şehri olmuş. Şehir merkezinde 110 bin kişi yaşıyor. Bunun %60’ı Arnavut, %20’si
Türk, %10’u Boşnak, kalanı ise Romlar, Katolik Arnavutlar ve diğer milletlerden
oluşuyor.
Geleneksel beyaz başlığı ile bir Arnavut |
Osmanlı döneminde, Prizren’deki kültür ve anlaşma dili
Türkçeydi. Bugün de Türkçe, aynı güçte olmasa bile bu özelliğini korumaya devam
ediyor. Tabii ki bunda, Prizrenli Türklerin, sosyal ve kültürel yapıda, baskın,
aktif ve etkili olmaları önemli rol oynuyor. Prizren’de; Arnavutça ve Sırpçanın
yanında Türkçe de, resmi dil olarak geçerli.
Prizren, bugün başkent olan Priştine ile birlikte, Osmanlı
döneminden bu yana, Kosova bölgesinin en önemli iki büyük şehrinden birisi
olmuş. Ancak Priştine’den en büyük farkı ve zenginliği; mimari yapısı ve
kültürel dokusu ile yüzyıllar sonucu oluşan tarihi atmosferini, koruması ve
devam ettirmesidir.
Prizren Kalesi
Arka planda Prizren kalesi ve taşköprü |
Prizren Kalesi, 590 metre yüksekliğindeki bir tepe üzerine
kurulmuş. Şehrin en yüksek tepesinde olan bu kale, Bizans’tan kalmış ve Osmanlı
döneminde de kullanılmış.
Taşköprü
Taşköprü, Akdere( Bistrica ) Nehri üzerinde yapılmış |
Şehrin ortasından Akdere( Bistrica ) Nehri geçiyor.
Akdere’nin üzerindeki Taşköprü’nün, XV. Yüzyıl sonlarında Sinan Paşa tarafından
yaptırıldığı tahmin ediliyor. Köprünün, 2’şer metre genişliğinde iki yan gözü
ve ortada, genişliği on metre olan bir ana gözü var.
Sinan Paşa Camii
Sinan Paşa Camii |
Köprü’nün, Kale tarafındaki yakasına geçince, Sinan Paşa
Camii’ni görüyoruz. Bu Cami, Kosova’da bulunan Osmanlı-Türk eserleri içinde en
ünlülerinden birisi olup, 1615 yılında Sinan Paşa tarafından yaptırılmış.
Şadırvan
Prizren’in kalbi olan Şadırvan Meydanı ve Semti, Sinan Paşa
Camii’nin yanında yer alıyor. Şadırvan ismi, çarşının meydan kısmında olan
şadırvandan geliyor. Şadırvan; meydanı olduğu kadar, meydana bağlanan sokakları
da ifade ediyor. En beğenilen restoran ve kafelerin bulunduğu bu semt, sosyal
ve kültürel açıdan önemli bir yere sahip.
Şadırvan bölgesindeki sokakları gezerken, Anadolu’daki Türk
çarşılarını gezer gibi oluyoruz. Buradaki hediyelik eşya satan dükkânlar
ilgimizi çekiyor. Bir yandan alış veriş yapıyor, diğer yandan da, fırsat
buldukça, girdiğimiz dükkânlarda sohbet ediyoruz.
Sağda Sinan Paşa Camii'nin minaresi ve Şadırvan Meydanındaki kafeler |
Taşköprü’nün üzerinden, Sinan Paşa Camii’ni çekerken, önümde
uzanan manzaraya dalıyorum. Akdere’den, Şadırvan’dan başlayarak hafif meyilli
bir şekilde dağın yamaçlarına doğru sıra sıra evler uzanıyor. Adını tam olarak
koyamasak da( Safranbolu? Mudurnu? Taraklı? Şirince? ), hemen hemen hepimize,
Ülkemizin bir köşesini hatırlatıyor bu evler. Beyaz badanalı, koyu renkle
boyanmış ahşap çerçeveli, cumbalı, kırmızı kiremitli o evler, o tarihi yapılar;
Yüzyıllar süren Osmanlı-Türk hâkimiyetinin bittiğini, ama kültür, medeniyet ve
tarih boyutuyla varlığını devam ettirdiğini söylüyor gibiydi.
Aziz Kurtarıcı Kilisesi
Aziz Kurtarıcı Kilisesi, 1333-1335 yılları arasında inşa edilmiş |
Taşköprü’den; Akdere, Prizren Evleri ve Sinan Paşa Camii’ni
çekerken, evlerin yamaçlarda bitip ağaçların başladığı yerlerde, Prizren’e
hâkim bir noktada tarihi bir kilise dikkatimi çekti. Epeyi bir araştırdıktan
sonra ( Prizren Belediyesi Turizm Kataloğu ) bu kilisenin, Aziz Kurtarıcı
Kilisesi olduğunu öğrendim. Kilise 1333-1335 yılları arasında inşa edilmiş.
1912 yılına kadar ( Makedonya ve Romanya’da yaşayan etnik grup olan ) Ulahlar
tarafından kullanılmış. Bizans tarzı olan bu kilise, 1912-1999 yılları arasında
sadece dini bayramlarda açılmış.
Suzi Çelebi Köprüsü
Suzi Çelebi Köprüsü ve solunda bulunan Suzi Çelebi Camii |
Akdere boyunca yürürken, tarihi Taşköprü benzeri bir köprüyle
karşılaşıyoruz Benzerliği, bazı detaylar dışında, ortada bir büyük ve yanlarda
iki küçük kemer olmak üzere toplam üç kemerden oluşması. Suzi Çelebi Köprüsü,
1513 yılında Şair Suzi Çelebi tarafından yaptırılmış. Köprüye ismini veren Suzi
Çelebi’nin asıl adı Mehmet. Şairin takma adı( mahlası ) olan Suzi, “aşk
ateşiyle yanan anlamına geliyor. Şair, Gazavâtnâme’siyle ünlü.
Suzi Çelebi Camii
Suzi Çelebi Köprüsü’nün hemen yanında bulunan Suzi Çelebi
Camii de, aynı yıllarda yapılmış.
Halveti Tekkesi
Halveti Tekkesi, tarihi Saraçhane Camii ile aynı avluyu paylaşıyor |
Taşköprü’nün diğer yanında olan Halveti tekkesine gidiyoruz.
Tekke, tarihi Saraçhane Camii ile aynı avluyu paylaşıyor. Şeyh Osman Baba
tarafından XVII asrın sonlarına kurulmuş. Şeyh Hasan tekkesi olarak da
biliniyor. Tekke’de, Şeyh Osman Baba’nın mezarından başka, Halveti tarikatının
diğer yedi mensubunun mezarı bulunuyor.
Halveti Tekkesi'nden bir köşe |
Tekke şu bölümlerden oluşuyor: Semahane-İbadethane Odası,
Şeyhlerin gömülü olduğu türbeler, mermerli iki çeşme, kaldırımlı avlular ve
Şeyh Hasan’ın evi.
Namazgâh ( Kırık Cami )
Namazgah, halk arasında "Kırık Cami" olarak da biliniyor |
Namazgâh, geniş kitlelerin namaz kılması için yapılan, üstü
açık camiyi ifade ediyor. Fatih Sultan Mehmet döneminde, 21 Haziran 1455
tarihinde İsa Bey tarafından yaptırılmış. Halk arasında Kırık Cami olarak da
bilinen Namazgâh’ın kazı ve yenileme çalışmaları, Kosova Türk Tabur Komutanlığı
ve TİKA’nın da içinde olduğu bir komite tarafından 2001 ve 2002 yıllarında;
çevre düzenlemesi ise 2008’de Ankara Belediyesi tarafından yapılmış.
Besimi Beska Restoran
Restoranın havuzlarındaki ördeklerden: Orman Ördeği |
Saat 16 civarında, Şadırvan yakınındaki bu lokantada yemek
yedik. İçinde yer yer şadırvanı, havuzları ve bunları birbirine bağlayan süs
köprüleri olan, iki katlı, 500-600 kişilik bir kapasiteye sahip, güzel bir
lokantaydı, burası. Yemeklerin lezzeti, çeşidi, fiyatı, servisi ve genel
atmosferi ile Lokantadan memnun kaldık. Önümüzdeki havuzda yüzen üç ördeğin
arasında “Orman Ördeği”ne rastlamak güzel bir sürpriz oldu benim için.
Türkiye’de bulunmayan ve çok canlı renkleriyle Mandarin Ördeği’ne benzeyen bu
türü, daha önce İngiltere’de görüp, çekmiştim.
Besimi Beska Lokantası’nda yemeğimizi yedikten sonra Üsküp’e
dönüyoruz. Ben, teyzemin ortanca oğlu Sami’nin daveti üzerine akşam yemeğini
diğer akrabalarımın da olduğu bir davette yiyor ve otelime dönüyorum. Ertesi
günkü, rotamız Kalkandelen ve Üsküp’ün bir bölümü.
Abi ben dobırçanlıyım çok iyi yaptın gezmekle bidaha geldiğinde dobırçanada git teşekkürler ayagına saglık
YanıtlaSilTeşekkür ederim değerli kardeşim. İnşallah bir gün yolumu Dobırçan'a düşürürüm. Selamlar.
YanıtlaSil