ARABAYLA 20 GÜNDE 9 BALKAN ÜLKESİ
Bir sohbet sırasında mevzuyu açtığım iki emekli arkadaşım
da, bu geziye katılmak istediklerini söyleyince, hazırlıklara başladım. Sonradan,
bu arkadaşlarımdan biri Makedonya’dan, diğeri de Sırbistan’dan dönmek zorunda
kalacaklar, ben de gezime tek başıma devam edecektim.
HAZIRLIKLAR
Güzergâhın Planlanması
Bilenler bilir, gezilerin her aşaması güzeldir, heyecan
vericidir. Buna, hazırlık aşaması da dâhildir. Bu heyecanla, gezi rotasını
hazırlamaya koyuldum. Gezimiz, ucu açık bir gezi olacaktı ve tüm Balkan
ülkelerini kapsayacaktı. Ama enerjimize, heyecanımıza bağlı olarak, bu kapsam
daha da genişleyebilecek, Avrupa’nın diğer ülkelerini de içine alabilecekti.
Öncelikle, temel olarak, Balkan ülkelerini kapsayan bir rota
belirlemeliydim. Ana güzergâhın tespitinde, Balkan turları yapan firmaların
gezi programlarından faydalanabilirdim. Böylece ana güzergâhı belirledikten
sonra harita üzerinde daha detaylı bir inceleme yapabilir, turların uğramadığı,
ancak tarihi ve turistik açıdan önemli olan, ana güzergâha yakın kimi yerleri
de gezi programına dâhil edebilirdim.
Balkanlar, 600 yıl hüküm sürdüğümüz topraklardı. Her
karışında tarihimiz, kültürümüz, anılarımız vardı. Ortaokulda, Lisede, tarih
kitaplarında okuduğumuz, anlaşmaların imzalandığı, meydan savaşlarının
yapıldığı coğrafyalardan geçecektik. Tabii ki, bu yönüyle eksiksiz bir gezi,
bizim boyumuzu aşardı. Ama hiç olmazsa, önemli birkaç yeri, gezi planımıza
ekleyebilirdim ve de öyle yaptım.
Ülkeler temelinde sırasıyla şöyle bir yol takip edecektim. 1)
Yunanistan, 2) Makedonya, 3) Kosova( Makedonya’dan giriş ve çıkış ), 4)
Sırbistan, 5) Hırvatistan, 6) Bosna – Hersek, 7) Karadağ, 8) Arnavutluk, 9)
Bulgaristan( Makedonya üzerinden ).
Ziyaret edeceğim yerleri, bilgisayarda, yakından-uzağa doğru
sıralayan bir Excel tablosu oluşturdum. Bu noktalar arasındaki kilometreleri, o
yerin hava durumunu, paralı geçişleri, ve sınır geçişlerini yerleştirdim.
Böylece, basit de olsa, gezi plânımızı yapmış oldum.
Vizeler
Gezimizin başlayacağı Yunanistan için, Schengen( Şengen )
vizesi gerekiyordu. Diğer arkadaşlarım vizelerini aldılar. Benim yeşil
pasaportum olduğundan, vizeye gerek kalmadı. Sadece 50 lira verip, seyahat
sigortası yaptırdım.
Araç
Öncelikle aracımın bakımını yaptırdım.
“Türkiye Motorlu Taşıt Bürosu”nun internet sitesinden,
yurtdışında araç kullanımı ile ilgili gerekli bilgileri okudum, önemli gördüğüm
kimi sayfaların çıktısını alıp, oluşturduğum bir dosyaya koydum.
Yeni değiştirmiş olduğum ehliyetim, uluslararası
geçerlilikteydi. Sadece “Yeşil Kart” almam gerekiyordu. Mevcut “Zorunlu
Sigorta” poliçemden “Yeşil Kart” düzenlendi. 1 aylık geçerlilik süresi için
65.63 eur ödedim.
Tüm sınır geçişlerinde, pasaport-ehliyet-ruhsat-yeşil kartı
hazır bulundurmak gerekiyordu.
Balkan gezimize başlamadan bir gün önce, Edirne’deki Kakava(
Hıdırellez ) şenliklerine katılmak üzere, 05.05.2017’de İstanbul’dan yola çıktık.
Edirne’ye vardığımızda, Edirne’ye yakın olan Pazarkule sınır kapısından çıkış
yapacağımızı dikkate alarak, bir sigorta şirketinden Yeşil Kart belgesini
düzenletip, Bankadan da çıkış harçlarımızı yatırıp, makbuzlarımızı aldık.
YUNANİSTAN
Yunanistan; demokrasinin, Batı Felsefesinin, Batı Edebiyatının,
Siyaset Biliminin, önemli bilimsel ve matematik ilkelerin doğduğu yer olması
itibariyle, Batı Uygarlığının beşiği olarak kabul edilir. M.Ö. sekizinci
yüzyıldan itibaren kurdukları şehir devletleri ile Akdeniz ve Karadeniz’de
yayıldılar. M.Ö. ikinci yüzyılda Roma egemenliğine girdi ve sonrasında Bizans
İmparatorluğu’nun ayrılmaz bir parçası oldu.
1458 – 1821 tarihleri arasında Osmanlı hâkimiyetinde kalan Yunanistan,
25 Mart 1821’de bağımsızlığını ilan etti.
Yüzölçümü: 131.957 km2, Nüfus: 10.955.000( 2015 tahmini ),
Başkent: Atina, Resmi Dil: Yunanca, Para Birimi: Euro, Büyük Şehirleri: Atina,
Selanik, Patras, Kandiye, Yanya, Dedağaç, İskeçe, Kavala, Gümülcine.
Pazarkule Karaağaç( Edirne ) sınır kapısından Yunanistan’a
giriş yaptıktan sonra, Google- Haritalar’da hedefimizi Dedeağaç(
Alexandroupolis ) olarak belirledik.
Dedeağaç( Alexandroupolis ), İpsala gümrük kapısına 40 km.
mesafede bulunuyor. Nüfusu 50.000 civarında. İskender’in şehri anlamına gelen
Alexandroupolis, M.Ö. 340 yılında Büyük İskender tarafından kurulmuş. Makedonya
Kralı II. Filip, topraklarını genişletmek amacıyla M.Ö. 340’da Byzantion’a
gidince, 16 yaşında olan oğlu İskender’i naip( vekil ) olarak bırakmış. Bu
sırada ayaklanan yerel kabilelerin üzerine yürüyen İskender, ayaklanmayı
bastırmış ve bu topraklar üzerinde Alexandroupolis şehrini kurmuş.
***
Dedeağaç’ta fazla kalmayacaktık. Yarım saatlik bir şehir
turundan sonra, İskeçe üzerinden, geceleyeceğimiz yer olan Kavala’ya devam
edecektik. Tam da şehirden ayrılmak üzereydik ki, arkadaşlarımdan birisi,
şekerinin yükseldiğini, midesinin bulandığını, bir şeyler yemek istediğini
söyleyince, alelacele fırın-pastane türü bir yere girdik. Tezgâhın başındaki
zayıf, esmer ve güzel kız çok ilgiliydi. Her gösterdiğim poğaça-çörek vs
hakkında İngilizce açıklamalar yapıyordu. Konuşmamız, ufak şakalar ve
karşılıklı güzel diyaloglarla sürdü. Doğrusu, zaman zaman siyasi sorunlar
yaşayan iki Ülke halkı arasındaki bu dostane iletişimi görmek, bizi ziyadesiyle memnun etti. Buradan ayrılıp, şehrin çıkışına yakın sakin
bir yerde, ayran eşliğinde pastaneden aldıklarımızı afiyetle yerken, bir yandan
da sohbet ettik.
Aleksandropolis’ten, önce 103 km mesafedeki İskeçe( Xanthi
)’ye, geldik. Burada yarım saatlik bir şehir turundan sonra, 52 km mesafedeki
Kavala’ya vardık. Booking.com’dan ayırttığımız evi gördük. Ev sahibimizle
tanıştık. Tahminen 2-3 saat süreceğini sandığımız Drama köprüsünü bulmak üzere
Drama’ya doğru yola çıktık.
DRAMA
Drama Köprüsü Dardır Geçilmez
Yunanistan rotamızı belirlemeye çalışıyordum. Ana güzergâhın yakınlarında
ziyaret edebileceğimiz ilginç yerler var mı diye haritayı incelerken, Kavala’ya
40 km. mesafede bulunan Drama şehri dikkatimi çekmişti. Görür görmez efsane “Drama
Köprüsü( Debreli Hasan)” türküsü aklıma gelmiş ve tabii ki hemen gezi
programına dâhil etmiştim. Ardından da, “Drama Köprüsü” ile ilgili
araştırmalara başladım.
Yıllardır Drama’yı ziyaret eden Türkler, buraya geldiklerinde öncelikle Drama ile
özdeşleşen “Drama Köprüsü” nü görmek isterler. Fakat her defasında, Drama’da
öyle bir köprünün olmadığı cevabını alınca hayal kırıklığına uğrarlar.
1922-1923 yıllarındaki mübadeleden sonra buraya yerleşen Rumlara sorarlar. Onlar da, ne Drama Köprüsü'nü, ne de Debreli
Hasan'ı bilirler.
Nikiforos( Nusratlı ) Köyü |
Daha sonra, 1920’lerde çekilmiş köprü fotoğrafıyla bir Türk
mübadil, köprüyü bulmak amacıyla Drama’ya gelir. Köprüyü bulamaz, ama
fotoğrafın bir kopyasını, yıllardır bu konu ile ilgilenen yerel tarihçi ve
Drama Mübadiller Derneği Başkanı Nikos Latsistalis( kimi haber yazılarında
Laçistalis diye geçiyor )’e verir. Babası ve dedesi Sakaryalı olan Latsistalis,
bulunduğu bölgeyi üç yıl boyunca karış karış gezer ve Nikiforos( Nusratlı ) –
Karyafiton( Kozluköy ) köyleri arasında yer alan su kemerinin, elindeki
fotoğrafa bire bir benzediğini görür.
Drama Köprüsü |
Drama Köprüsü |
“Drama Köprüsü” aslında bir köprü değil, 50 santim
genişliğinde dar bir su kemeridir. “Drama Köprüsü dardır geçilmez”, mısrası,
önemli bir ipucudur esasında! Osmanlı döneminde, bu su kemerine Drama Köprüsü
denmiştir. Drama Mübadiller Derneği Başkanı bu önemli bilgiyi Türkiye’deki
“Lozan Mübadilleri Vakfı” ile paylaşır ve böylece, “Drama Köprüsü” türküsünde
adı geçen efsane köprü, 2010 yılında gün ışığına çıkar.
İşte Balkan gezimizin ilk gününde, “Drama Köprüsü”
türküsünde sözü edilen, efsanevi Drama Köprüsü”nü bulmak için yollara düştük.
Heyecanlıydık. Acaba bulabilecek miydik? Elimizde sadece, 2010 yılında çıkan
gazete haberleri vardı. Bu haberlerde, köprünün/su kemerinin, iki köyün( Nikiforos ve Karyafiton ) arasında
bir yerde olduğundan bahsediliyordu. Bunun için önce Drama’nın Nikiforos köyüne
gidecek, oradan da köprünün yerini öğrenmeye çalışacaktık.
Babası Adapazarlı olan Nikos ile Kavala yakınlarında
tanışmamız böyle oldu. Arabamızı sağa çekmiş, “Haritalar” uygulamasından
yerimizi gözden geçiriyorduk ki; 34 plakalı aracımızı fark eden Nikos, yardım
amacıyla arabasını hemen önümüze çekmiş, yanımıza gelmişti bile. Yarı İngilizce
yarı Türkçe güzel bir sohbetten sonra BJK’lı Nikos’dan ayrıldık.
Nikiforos köyünde ilk rastladığımız Anastas, sorunsuz ve
güzel Türkçesiyle bize, köyün ilerisinde kahvehanesi bulunan Stavros’u
görmemizi tavsiye etti.
Bafralı Stavros ile "Drama Köprüsü" sohbeti |
Stavros’un kahvehanesini bulup, kendisiyle tanıştık. Türkçe
konuştuğumuz Bafralı Stavros’a, Drama Köprüsü’nden bahsedince, hiçbir şey
demeden içeri gitti ve elinde büyükçe bir zarfla geri döndü... Zarfın
içerisinden, “Drama Köprüsü”nün fotoğrafları çıkınca, bu sürprize haliyle çok
sevindik!
Nikiforos Köyü yakınındaki Drama Köprüsü( Su kemeri ) |
Stavros’la kahvelerimizi içip, köyün 1-2 km ilerisindeki(
aslında 50-100 cm kalınlığında bir su kemeri olan ) köprünün fotoğraflarını
çekmek üzere ayrıldık. Günün sonunda, Drama Köprüsü”nü bulmuş olmanın sevincini
yaşadık. Bunun yanında, geçmişte Ülkemizle bağı olan Rumların; Ülkemize ve
insanımıza olan gönül köprüsünün devam ettiğini gördük ve son derece mutlu
olduk.
Drama Köprüsü |
KAVALA
Kaldığımız pansiyondan Kavala'nın günbatımı manzarası |
Drama Köprüsü’nü bulmuş olmanın verdiği iç huzuru ile
Kavala’ya, kalacağımız pansiyona döndük. Pansiyonumuzun bahçesi rengarenk çiçeklerle
bezenmişti ve Kavala sahilini kuş bakışı görüyordu. Akşam gün batımı manzarası
çok güzeldi. Pansiyon sahibinin 25 yaşlarındaki oğlu ilgilendi bizle. Buzdolabında
ve mutfakta kahve, reçel gibi yiyeceklerin kendi ikramları olduğunu söyledi.
Birkaç defa Türkiye’de, Ayvalık ve Edremit taraflarında bulunmuş, tatile
gelmiş. Sıcak bir sohbet oldu. Pansiyon ücreti olarak, üç kişi için 40 Euro
ödedik.
Kavala, 1387-1912 yılları arasında Osmanlı Devleti
hâkimiyetinde kalmış ve zamanla Balkanların en önemli merkezlerinden birisi olmuş.
Sahilde, hilâl şeklinde, turistik bir merkez olarak konumlanmış 60 bin nüfuslu bir şehir.
Gezilecek yerler olarak, şehrin merkezinde yer alan ve
Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından, Kanuni Sultan Süleyman döneminde
yaptırılan görkemli “su kemeri”, dikkati çekiyor. Şehrin doğu girişi, halen bu
su kemerinin altından geçiyor. 60 kemerden oluşan bu ihtişamlı yapı, 52 metre
yüksekliğinde.
Bunun dışında; İbrahim Paşa Camii( Aya Nikola Kilisesi ),
Kavala Kalesi, Lazarists Manastırı, Wix Konağı, Liman ve Müzeler de
gezilebilir. Biz, gün içerisindeki rotamızı dikkate alarak, sabahleyin
pansiyondan ayrılıp, 1 saat kadar şehri gezdikten sonra Selanik’e doğru
yolumuza devam ettik.
Eklisaki( Ekklisakia ) veya Yol Sunağı ve Türbesi
Yol Sunağı veya türbelerine Yunanistan'da Eklisaki deniyormuş |
Kavala yakınlarında, yol kenarında, yeşillikler arasında
minyatür bir kilise dikkatimizi çekince burada biraz mola verdik. 2-2,5 metre
yüksekliğinde, yarım metre genişliğinde, beyaz badanalı, kırmızı kiremitli iki
katlı bu kilisenin 1. Katında çiçekler, 2. Katında ise ikonalar vardı.
Daha sonra Yunanistan’ın diğer bölgelerinde ve kimi Balkan
ülkelerinde rastladığımız bu minyatür kiliselere Yunanistan’da Eklisaki
deniyormuş. İçinde, mumlar, haçlar, çiçekler, dini tablolar, dilek kâğıtlarının
olabildiği bu kiliseler; bazen çok basit, bazen de bir sanat eseri titizliğinde
yapılabiliyor.
Eklisaki’ler, trafik kazası gibi beklenmedik ölümlerde,
olayın gerçekleştiği yerde; ölüm dışında, doğal güzelliklerin bulunduğu
sahillerde ve ormanlarda; dua etmek, anmak, tefekkür etmek, ölümü hatırlamak,
şükretmek için yapılıyor.
Amphipolis Aslanı( Lion of Amphipolis )
Amphipolis Aslanı, Kavala - Selanik yolunun 62. kilometresinde bulunuyor |
Kavala – Selanik yolunun 62. Kilometresinde devasa bir aslan
heykeli çıktı karşımıza. Anıt alanındaki açıklama panosundan, heykelin
Amphipolis Aslanı olduğunu öğreniyoruz. Anıt, M.Ö. IV. Yüzyılda, Büyük
İskender’in önemli generali Mytilene Laomedon onuruna yapılmış. Heykelin
bulunuşu, 1912-1913 Balkan Savaşı yıllarına kadar gidiyor. Aslan’ın yüksekliği
5.30 metre. Üzerine oturtulduğu kaide de bir o kadar yüksek. Arkeolojik
araştırmalara göre, heykelin ilk kaidesi 13,5 metre yüksekliğindeki sütunlar
üzerine oturtulmuş. Amphipolis Aslanı’nın bulunduğu Kasta Tümülüsü’nde, 2012
yılında açığa çıkartılan buluntular( heykeller ve anıt mezar ), dönem tarihinin
aydınlatılması açısından büyük bir yankı uyandırmış. 200 metre çapında ve 33
metre yüksekliğinde olduğu düşünülen anıt mezarda, Büyük İskender’in
yakınlarının gömülü olduğu tahmin ediliyor.
SELANİK
Selanik, 2001 yılı sayımına göre,
789.191 kişilik nüfusuyla, Yunanistan’ın ikinci büyük şehri. Makedonya Kralı
Kassandros, M.Ö. 315 yılında kurduğu bu şehre, karısı( Büyük İskender’in kız
kardeşi)Thessalonike’nin adını vermiş.
Osmanlılar tarafından ilk olarak
1387 yılında Çandarlı Hayreddin Paşa tarafından alınan şehir, el değiştirdikten
sonra 1430 yılında II. Murat tarafından tekrar ele geçirilmiş. 1492 yılında
İspanya’dan kovulan Yahudilerin bir bölümü Selanik sur içine yerleştirildikten
sonra, burada dokuma sanayii gelişmiş. Yahudilerin de yerleşmesiyle, şehir,
Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman toplumların birlikte ve uyum içinde yaşadığı
önemli bir kültür ve ekonomi merkezi haline gelmiş.
Selanik, 17. Yüzyılda İzmirli bir
Yahudi olan Sabetay Sevi’nin Sabetaycılık hareketiyle de kendinden söz ettirir.
Sabetay Sevi, 1666’da çıkarıldığı mahkemede ceza almamak için kerhen Müslüman
olmuş. Selanikli birçok Yahudi de onu izlemiş ve dış görünüşte Müslüman
gerçekte Musevi olan bir cemaate dönüşmüşler.
1850 yılında Yahudilere ait kız
lisesi yanında, Türklere ait Sanat Okulu, Selanik Askeri Rüştiyesi, ve 1879’da
Selanik Askeri İdadisi gibi okullar açılmış. 1863’de atlı tramvay işletilmeye
başlanmış. Selanik, Osmanlı Devletinin son dönemine damgasını vuran İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin önemli bir merkezi olmuş.
Balkan Savaşı’ndan sonra 1912
yılında Yunanistan’a bırakılan Şehir, kısa zamanda camilerin minarelerinin
yıkılması, cami ve sinagogların kiliseye çevrilmesi sonucunda geçmişiyle
bağını koparmış ve bir Avrupa şehri haline getirilmiş. Buna ilaveten, II. Dünya Savaşı’nda, elli
bin Sefarad Yahudisi, Alman işgalciler beraberinde toplama kamplarına götürülmüş. Böylece, şehirdeki Osmanlı döneminden kalan son köklü cemaat de yok edilmiş.
Selanik, 1997 yılında Avrupa
Kültür başkenti seçilmiş.
SELANİK ATATÜRK EVİ
Yunanistan’daki en önemli ziyaret noktalarımızdan birisi de,
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’teki evi,
“Selanik Atatürk Evi ve Müzesi” idi.
Google – Haritalar navigasyon( yol bulucu ) uygulaması ile
sorunsuz olarak, Atatürk Müze Evi’ni bulduk.
Selanik Atatürk Evi |
Selanik arşiv belgelerine göre, Atatürk Evi, 1870 yılından
önce inşa edilmiş. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi; 1878 yılında Zübeyde
Hanım ile evlenince, Koca Kasım Paşa mahallesindeki bu evi kiralar ve eve
taşınırlar. Atatürk, 1881 yılında bu evin ikinci katında sol tarafa düşen
ocaklı odada doğar.
Ali Rıza Efendi’nin 1888’de vefatından sonra Zübeyde Hanım,
oğlu Mustafa, kızları Naciye ve Makbule ile bu evin yanındaki daha küçük bir
eve taşınırlar. 1893’de Selanik Askeri Rüştiyesi, 1896 Manastır Askeri İdadisi,
1899 İstanbul’daki Harp Okulu tatillerinde; Atatürk hep Selanik’e gelir, annesi
ve kardeşleriyle bu küçük evde kalır. Balkan Savaşı’ndan sonra Selanik’ten
ayrılan Atatürk’ün, bundan sonraki hayatı artık mücadelelerle doludur. Annesi
Zübeyde Hanım ve kız kardeşleri ise İstanbul-Beşiktaş, Akaretler’de bir evde
yaşarlar, Milli Mücadele yıllarında da Ankara’ya gelirler.
Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım |
Balkan Harbi’nden sonra Selanik, dolayısıyla Atatürk’ün
doğduğu ev, Yunanlıların eline geçer. Cumhuriyetin 10. Yıldönümü olan 29 Ekim
1933’de Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Konferansı anısına,
Atatürk’ün burada doğduğunu belirten üç dilde( Türkçe – Elence –Fransızca )
yazılmış mermer bir plakayı, evin kapısı üzerine törenle yerleştirir.
Atatürk'ün doğduğu oda |
Selanik Belediyesi, daha sonra evin, Yunanlı sahibinden
satın alınarak Atatürk’e hediye edilmesini kararlaştırır ve ev boşaltılarak
anahtarları Selanik Konsolosluğumuza teslim edilir. Ev, 10 Kasım 1953 günü
törenle ziyarete açılır.
Atatürk |
Atatürk Evi, Selanik başkonsolosluğumuzun da bulunduğu,
etrafı parmaklıklarla çevrili bir bahçenin, ana caddeye bakan köşesi üzerinde
yer alıyor. Eski Türk evleri tipinde ve zemini ile birlikte üç katlı. Zemin kat
üzerindeki birinci ve ikinci katlar, dikdörtgen şeklinde kafesli pencerelerden
ışık alıyorlar.
Zemin Kat: Girişte, sağda mutfak ve kiler; solda,
hizmetçi odası ve birinci kata çıkan merdivenli sofa var.
Birinci Kat:
Buraya, bahçedeki taş merdivenle girildiği gibi, zemin kattaki
merdivenli sofadan da girilmektedir. Girişte, ahşap tavanlı geniş, sedirli
sofa; sofanın sağında, misafir odası ve küçük bir sandık odası bulunuyor.
Sofanın solunda ise, mutfak ve yatak odası yer alıyor.
İkinci Kat: Birinci katta bulunan sandık odası
bitişiğindeki merdivenli sofadan, ikinci kata çıkılıyor. Girişte sağdaki oda,
çalışma odası olarak düzenlenmiş. Atatürk’ün doğduğu bu odada, ayrıca duvara
asılmış panolarda, Atatürk’ün hayatından kesitler sunan yazı ve fotoğraflar
bulunuyor. Diğer oda olan yatak odasında, Atatürk’ün kullandığı elbiseler ve
şahsi eşyaları sergileniyor. Bunun yanında, Atatürk’ün hayatına ait fotoğraflar,
okul dönemlerine ait belgeler de var.
Atatürk’ün doğduğu, çocukluğunu yaşadığı bu evi dolaşırken,
çok duygulandık, tarih gözlerimizin önünde canlandı, o günleri biz de yaşar
gibi olduk.
Yoğun trafik ve etraftaki kafeler nedeniyle, evin dışarıdan,
istediğimiz gibi bir fotoğrafını çekmek biraz zor oldu. Ama gerek ev
içerisinde, gerekse avluda ve 1. Kat merdivenlerinde, güzel pozlar almak
mümkün. Evin dışında, giriş kapısının hemen karşısında, Atatürk Evi ile ilgili
hediyelik eşyalar satan dükkânlar vardı. Birkaç parça eşya aldıktan sonra,
Selanik’i gezmek üzere buradan ayrıldık.
HAGİOS DEMETRİOS( AYA DİMİTRİ ) KİLİSESİ
Aya Dimitri Kilisesi ve avlusu |
Selanik’i gezen bir Türk olarak en önemli ziyaretimizi,
“Atatürk Evi” ziyaretini gerçekleştirmiştik. Artık görevimizi yapmış olmanın
huzur ve ferahlığı ile Selanik’i gezmeye devam edebilirdik. Ancak, sadece 1-2
saatlik bir zamanımız vardı. Zira buradan,
yaklaşık üç saatte alabileceğimiz 240 km mesafedeki Üsküp( Makedonya )’e
gidecektik ve planımızın aksamaması için saat 18’de orada olmamız gerekiyordu.
Bu şartlar altında, Selanik Başkonsolosluğumuz önündeki Agiou Dimitriou Caddesi
üzerinde yürümeye devam ettik.
Avluda Folklor Gösterisi
Avludaki folklor gösterisi |
Birkaç yüz metre gitmiştik ki, ileride yolun sağında, bir
kilisenin genişçe avlusunda toplanmış bir kalabalık gördük. Kulağımıza müzik
sesleri de geliyordu. Biraz daha merakla yürüyüp, 5-6 basamakla çıkılan,
çevreye hâkim, kilisenin büyük avlusuna geldik.
6-7 kişiden oluşan bando orkestrası, yerel müzikle, kendi
oyun havalarını çalıyor, geleneksel
kıyafetlerini giymiş 13 kişilik kadın grubu dış halka, 10 kişilik erkek grubu
ise iç halka, oluşturacak şekilde el ele tutuşmuş, müziğin ritmine göre daire şeklinde
dönüyorlar, oynuyorlardı.
İşte bu gördüğümüz tablo, tam da arayıp bulamayacağımız türden bir şeydi. Ayağımızın dibine kadar gelen bu şansla, bir kilisenin avlusunda Yunan folklorundan bir gösteriyi izleme fırsatımız olmuştu. Daha sonra, avludan, kilisenin içine geçince öğrendik ki; avludaki folklor gösterisi, kilisede düzenlenmekte olan “vaftiz töreninin” bir parçası, “vaftiz töreni” şerefine yapılan bir etkinlikmiş. Tabii, farklı dinden birisi olarak, böyle bir törene tanık olmak da büyük bir şanstı bizim için.
Kilisenin avlusundaki folklor gösterisi; yoldan geçen
meraklılarıyla, turistleriyle, vaftiz töreninin davetlileriyle oluşan kalabalık
tarafından büyük bir ilgiyle izleniyordu. Biz de aynı ilgi ve heyecanla
gösteriyi izlemeye koyulduk.
Folklor ekibindeki erkek oyuncuların kıyafetleri; pileli
etekleri, ponponlu çarıkları ve püsküllü çoraplarıyla, Efsun askerlerinin( Yunan seçilmiş askeri
birliği ) kıyafetlerini andırıyor ve bu halleriyle hayli dikkat çekiyordu.
Seyrettiğimiz birkaç oyundan/danstan birisi, bizim “zeybeğimize” çok benziyordu.
400 yıl bir arada yaşadığımız için, oyunlarımızın da birbirine benzemesi doğal
diye düşündüm önce. Fakat sonradan yaptığım araştırmada; “zeybek dansımızın”
yüzyıl kadar önce “zeibekiko”( zeybek dansı ) adıyla, İzmir’den Atina’ya
gittiğini ve zamanla Yunanistan folklorunun önemli bir parçası haline geldiğini, öğrenmiş oldum.
Kilisede Vaftiz Töreni
Avludaki folklor gösterisini bırakıp, biraz da kilisenin
içini dolaşalım diye, kapıdan içeri girdiğimizde, bir vaftiz töreni ortamında bulduk kendimizi. Tören halka açık olduğu için, rahatça izleyebildik.
Kilisedeki vaftiz töreninden |
Papaz, kucağında vaftiz edilecek bebek ile birlikte, 1 metre
kadar yüksekliğinde, ayaklı bir kupa görünümlü, bakır bir leğenin başındaydı.
Leğenin etrafında, bebeğin annesi ve babası, vaftiz annesi ve babası ve
yakınları vardı. Papaz; bebeği, leğendeki suya daldırıp çıkardı ve havluya
sararak, üzerindeki harmani veya ihrama benzeyen giysisiyle hemen yanında
bulunan vaftiz babasına verdi. Bunlar olurken, bir yandan da, hemen yanlarında
bulunan bir din adamı, kurulmuş olan ayaklı bir mikrofondan dualar okuyordu.
Daha sonra, vaftiz edilen bebek, kilisenin bir bölümünde bebek için hazırlanan
yatağa götürüldü. Burada anne ve babası tarafından sevgi ve şefkatle
giydirildi, kendisine bakıldı.
Avluda Kasap Havası mı?
Kilisenin avlusunda "Kasap Havası" |
Artık vaftiz töreni bitmiş, davetliler yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Biz kilisenin kapısından çıkıp gidiyorduk ki, bir kısım davetliler için henüz eğlence ve coşkunun bitmemiş olduğunu gördük. Avluda davetlilerden iki kadın ve bir erkek ile efsun kıyafetli bir folklorcu, hızlı bir müzik eşliğinde, fırtına gibi bizim “kasap havasını” andıran bir oyun oynuyorlardı.
Yaptığım araştırmada, bu oyunun Yunanistan’daki isminin,
“Hasapiko”, yani “Kasap Havası/Oyunu” olduğu, Osmanlı Devleti döneminde,
Arnavutluk’tan İstanbul’a gelen Rum kasaplar tarafından oynandığı, bilgilerine
rastladım. Yavaş tempolu oyunun, hızlı tempolu olan “Hasaposerviko” ile
birleştirilerek “Sirtaki” nin ortaya çıkarıldığı da, yine edindiğim bilgiler
arasındaydı.
Aya Dimitri Kilisesi’nin Tarihçesi
Selanikli Aziz Dimitri’ye adanmış kilisenin yapımı M.S.
412-413 yıllarına kadar gidiyor. Kilise, 1430 yılında Selanik’in Osmanlı
Devleti yönetimine geçmesinden sonra, II. Bayezid zamanında Cezeri Kasım Paşa
tarafından camiye çevrilmiş. 1491 – 1912 yılları arasında Kasımiye Camisi
olarak kullanılmış. Cami olarak kullanıldığı dönemde de, mihrabın altındaki
mukaddes suyun Hristiyanlar tarafından ziyaretine izin verilmiş.
1912’de Selanik’in, Yunanistan topraklarına katılmasından
sonra yeniden kiliseye çevrilen yapı, 1917’de yangında harap olmuş, daha sonra
yeniden inşa edilerek 1949’da hizmete girmiş.
Kilisenin bodrum katı müze olarak düzenlenmiş. 5. Yüzyılda
aynı yerde inşa edilmiş kilisenin kalıntıları, kilisenin geçmişine ilişkin
belgeler, cami olduğu dönemdeki kitabesi, geçirdiği restorasyona ilişkin
belgeler bu müzede sergileniyor.
Aya Dimitri Kilisesi’nden sonra yönümüzü, Makedonya’ya, 240
km. mesafedeki Üsküp’e çevirdik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder