11 Mayıs 2018 Cuma

Arabayla 20 günde 9 Balkan Ülkesi - 1- YUNANİSTAN



ARABAYLA 20 GÜNDE 9 BALKAN ÜLKESİ


Makedonya ve Balkanları gezme hayalleri, öteden beri kafamı tatlı tatlı meşgul ediyordu. Ana - Baba topraklarına, doğduğum topraklara ilk ve son defa 1994 yılında eşim ve iki çocuğumla gitmiş, 15 gün kadar, arabamla tüm Makedonya’yı dolaşmıştık. Eh, artık emekli olduğuma göre, uzun yıllar sonra tekrar böyle bir gezi için bundan daha iyi bir zamanlama olamazdı.

Bir sohbet sırasında mevzuyu açtığım iki emekli arkadaşım da, bu geziye katılmak istediklerini söyleyince, hazırlıklara başladım. Sonradan, bu arkadaşlarımdan biri Makedonya’dan, diğeri de Sırbistan’dan dönmek zorunda kalacaklar, ben de gezime tek başıma devam edecektim.


HAZIRLIKLAR

Güzergâhın Planlanması

Bilenler bilir, gezilerin her aşaması güzeldir, heyecan vericidir. Buna, hazırlık aşaması da dâhildir. Bu heyecanla, gezi rotasını hazırlamaya koyuldum. Gezimiz, ucu açık bir gezi olacaktı ve tüm Balkan ülkelerini kapsayacaktı. Ama enerjimize, heyecanımıza bağlı olarak, bu kapsam daha da genişleyebilecek, Avrupa’nın diğer ülkelerini de içine alabilecekti.

Öncelikle, temel olarak, Balkan ülkelerini kapsayan bir rota belirlemeliydim. Ana güzergâhın tespitinde, Balkan turları yapan firmaların gezi programlarından faydalanabilirdim. Böylece ana güzergâhı belirledikten sonra harita üzerinde daha detaylı bir inceleme yapabilir, turların uğramadığı, ancak tarihi ve turistik açıdan önemli olan, ana güzergâha yakın kimi yerleri de gezi programına dâhil edebilirdim.

Balkanlar, 600 yıl hüküm sürdüğümüz topraklardı. Her karışında tarihimiz, kültürümüz, anılarımız vardı. Ortaokulda, Lisede, tarih kitaplarında okuduğumuz, anlaşmaların imzalandığı, meydan savaşlarının yapıldığı coğrafyalardan geçecektik. Tabii ki, bu yönüyle eksiksiz bir gezi, bizim boyumuzu aşardı. Ama hiç olmazsa, önemli birkaç yeri, gezi planımıza ekleyebilirdim ve de öyle yaptım.

Ülkeler temelinde sırasıyla şöyle bir yol takip edecektim. 1) Yunanistan, 2) Makedonya, 3) Kosova( Makedonya’dan giriş ve çıkış ), 4) Sırbistan, 5) Hırvatistan, 6) Bosna – Hersek, 7) Karadağ, 8) Arnavutluk, 9) Bulgaristan( Makedonya üzerinden ).

Ziyaret edeceğim yerleri, bilgisayarda, yakından-uzağa doğru sıralayan bir Excel tablosu oluşturdum. Bu noktalar arasındaki kilometreleri, o yerin hava durumunu, paralı geçişleri, ve sınır geçişlerini yerleştirdim. Böylece, basit de olsa, gezi plânımızı yapmış oldum.

Vizeler

Gezimizin başlayacağı Yunanistan için, Schengen( Şengen ) vizesi gerekiyordu. Diğer arkadaşlarım vizelerini aldılar. Benim yeşil pasaportum olduğundan, vizeye gerek kalmadı. Sadece 50 lira verip, seyahat sigortası yaptırdım.

Araç

Öncelikle aracımın bakımını yaptırdım.
“Türkiye Motorlu Taşıt Bürosu”nun internet sitesinden, yurtdışında araç kullanımı ile ilgili gerekli bilgileri okudum, önemli gördüğüm kimi sayfaların çıktısını alıp, oluşturduğum bir dosyaya koydum.

Yeni değiştirmiş olduğum ehliyetim, uluslararası geçerlilikteydi. Sadece “Yeşil Kart” almam gerekiyordu. Mevcut “Zorunlu Sigorta” poliçemden “Yeşil Kart” düzenlendi. 1 aylık geçerlilik süresi için 65.63 eur ödedim.

Tüm sınır geçişlerinde, pasaport-ehliyet-ruhsat-yeşil kartı hazır bulundurmak gerekiyordu.
Balkan gezimize başlamadan bir gün önce, Edirne’deki Kakava( Hıdırellez ) şenliklerine katılmak üzere, 05.05.2017’de İstanbul’dan yola çıktık. Edirne’ye vardığımızda, Edirne’ye yakın olan Pazarkule sınır kapısından çıkış yapacağımızı dikkate alarak, bir sigorta şirketinden Yeşil Kart belgesini düzenletip, Bankadan da çıkış harçlarımızı yatırıp, makbuzlarımızı aldık. 

                                                              

                                YUNANİSTAN


Yunanistan; demokrasinin, Batı Felsefesinin, Batı Edebiyatının, Siyaset Biliminin, önemli bilimsel ve matematik ilkelerin doğduğu yer olması itibariyle, Batı Uygarlığının beşiği olarak kabul edilir. M.Ö. sekizinci yüzyıldan itibaren kurdukları şehir devletleri ile Akdeniz ve Karadeniz’de yayıldılar. M.Ö. ikinci yüzyılda Roma egemenliğine girdi ve sonrasında Bizans İmparatorluğu’nun ayrılmaz bir parçası oldu.  1458 – 1821 tarihleri arasında Osmanlı hâkimiyetinde kalan Yunanistan, 25 Mart 1821’de bağımsızlığını ilan etti.

Yüzölçümü: 131.957 km2, Nüfus: 10.955.000( 2015 tahmini ), Başkent: Atina, Resmi Dil: Yunanca, Para Birimi: Euro, Büyük Şehirleri: Atina, Selanik, Patras, Kandiye, Yanya, Dedağaç, İskeçe, Kavala, Gümülcine.



 ALEXANDROUPOLİS

Pazarkule Karaağaç( Edirne ) sınır kapısından Yunanistan’a giriş yaptıktan sonra, Google- Haritalar’da hedefimizi Dedeağaç( Alexandroupolis ) olarak belirledik.

Dedeağaç( Alexandroupolis ), İpsala gümrük kapısına 40 km. mesafede bulunuyor. Nüfusu 50.000 civarında. İskender’in şehri anlamına gelen Alexandroupolis, M.Ö. 340 yılında Büyük İskender tarafından kurulmuş. Makedonya Kralı II. Filip, topraklarını genişletmek amacıyla M.Ö. 340’da Byzantion’a gidince, 16 yaşında olan oğlu İskender’i naip( vekil ) olarak bırakmış. Bu sırada ayaklanan yerel kabilelerin üzerine yürüyen İskender, ayaklanmayı bastırmış ve bu topraklar üzerinde Alexandroupolis şehrini kurmuş. 
                                                                
                                                                     ***
Dedeağaç’ta fazla kalmayacaktık. Yarım saatlik bir şehir turundan sonra, İskeçe üzerinden, geceleyeceğimiz yer olan Kavala’ya devam edecektik. Tam da şehirden ayrılmak üzereydik ki, arkadaşlarımdan birisi, şekerinin yükseldiğini, midesinin bulandığını, bir şeyler yemek istediğini söyleyince, alelacele fırın-pastane türü bir yere girdik. Tezgâhın başındaki zayıf, esmer ve güzel kız çok ilgiliydi. Her gösterdiğim poğaça-çörek vs hakkında İngilizce açıklamalar yapıyordu. Konuşmamız, ufak şakalar ve karşılıklı güzel diyaloglarla sürdü. Doğrusu, zaman zaman siyasi sorunlar yaşayan iki Ülke halkı arasındaki bu dostane iletişimi görmek, bizi ziyadesiyle memnun etti.   Buradan ayrılıp, şehrin çıkışına yakın sakin bir yerde, ayran eşliğinde pastaneden aldıklarımızı afiyetle yerken, bir yandan da sohbet ettik.

Aleksandropolis’ten, önce 103 km mesafedeki İskeçe( Xanthi )’ye, geldik. Burada yarım saatlik bir şehir turundan sonra, 52 km mesafedeki Kavala’ya vardık. Booking.com’dan ayırttığımız evi gördük. Ev sahibimizle tanıştık. Tahminen 2-3 saat süreceğini sandığımız Drama köprüsünü bulmak üzere Drama’ya doğru yola çıktık. 

DRAMA

Drama Köprüsü Dardır Geçilmez

Yunanistan rotamızı belirlemeye çalışıyordum. Ana güzergâhın yakınlarında ziyaret edebileceğimiz ilginç yerler var mı diye haritayı incelerken, Kavala’ya 40 km. mesafede bulunan Drama şehri dikkatimi çekmişti. Görür görmez efsane “Drama Köprüsü( Debreli Hasan)” türküsü aklıma gelmiş ve tabii ki hemen gezi programına dâhil etmiştim. Ardından da, “Drama Köprüsü” ile ilgili araştırmalara başladım.

Yıllardır Drama’yı ziyaret eden Türkler, buraya geldiklerinde öncelikle Drama ile özdeşleşen “Drama Köprüsü” nü görmek isterler. Fakat her defasında, Drama’da öyle bir köprünün olmadığı cevabını alınca hayal kırıklığına uğrarlar. 1922-1923 yıllarındaki mübadeleden sonra buraya yerleşen Rumlara sorarlar. Onlar da, ne Drama  Köprüsü'nü, ne de Debreli Hasan'ı bilirler. 


Nikiforos( Nusratlı ) Köyü
Nikiforos( Nusratlı ) Köyü

                                                          

Daha sonra, 1920’lerde çekilmiş köprü fotoğrafıyla bir Türk mübadil, köprüyü bulmak amacıyla Drama’ya gelir. Köprüyü bulamaz, ama fotoğrafın bir kopyasını, yıllardır bu konu ile ilgilenen yerel tarihçi ve Drama Mübadiller Derneği Başkanı Nikos Latsistalis( kimi haber yazılarında Laçistalis diye geçiyor )’e verir. Babası ve dedesi Sakaryalı olan Latsistalis, bulunduğu bölgeyi üç yıl boyunca karış karış gezer ve Nikiforos( Nusratlı ) – Karyafiton( Kozluköy ) köyleri arasında yer alan su kemerinin, elindeki fotoğrafa bire bir benzediğini görür. 

Drama Köprüsü
Drama Köprüsü



“Drama Köprüsü” aslında bir köprü değil, 50 santim genişliğinde dar bir su kemeridir. “Drama Köprüsü dardır geçilmez”, mısrası, önemli bir ipucudur esasında! Osmanlı döneminde, bu su kemerine Drama Köprüsü denmiştir. Drama Mübadiller Derneği Başkanı bu önemli bilgiyi Türkiye’deki “Lozan Mübadilleri Vakfı” ile paylaşır ve böylece, “Drama Köprüsü” türküsünde adı geçen efsane köprü, 2010 yılında gün ışığına çıkar.

İşte Balkan gezimizin ilk gününde, “Drama Köprüsü” türküsünde sözü edilen, efsanevi Drama Köprüsü”nü bulmak için yollara düştük. Heyecanlıydık. Acaba bulabilecek miydik? Elimizde sadece, 2010 yılında çıkan gazete haberleri vardı. Bu haberlerde, köprünün/su kemerinin,  iki köyün( Nikiforos ve Karyafiton ) arasında bir yerde olduğundan bahsediliyordu. Bunun için önce Drama’nın Nikiforos köyüne gidecek, oradan da köprünün yerini öğrenmeye çalışacaktık. 

Babası Adapazarlı olan Nikos ile Kavala yakınlarında tanışmamız böyle oldu. Arabamızı sağa çekmiş, “Haritalar” uygulamasından yerimizi gözden geçiriyorduk ki; 34 plakalı aracımızı fark eden Nikos, yardım amacıyla arabasını hemen önümüze çekmiş, yanımıza gelmişti bile. Yarı İngilizce yarı Türkçe güzel bir sohbetten sonra BJK’lı Nikos’dan ayrıldık.
Nikiforos köyünde ilk rastladığımız Anastas, sorunsuz ve güzel Türkçesiyle bize, köyün ilerisinde kahvehanesi bulunan Stavros’u görmemizi tavsiye etti. 

Bafralı Stavros ile "Drama Köprüsü" sohbeti


Stavros’un kahvehanesini bulup, kendisiyle tanıştık. Türkçe konuştuğumuz Bafralı Stavros’a, Drama Köprüsü’nden bahsedince, hiçbir şey demeden içeri gitti ve elinde büyükçe bir zarfla geri döndü... Zarfın içerisinden, “Drama Köprüsü”nün fotoğrafları çıkınca, bu sürprize haliyle çok sevindik!  

Nikiforos Köyü yakınındaki Drama Köprüsü( Su kemeri )

Stavros’la kahvelerimizi içip, köyün 1-2 km ilerisindeki( aslında 50-100 cm kalınlığında bir su kemeri olan ) köprünün fotoğraflarını çekmek üzere ayrıldık. Günün sonunda, Drama Köprüsü”nü bulmuş olmanın sevincini yaşadık. Bunun yanında, geçmişte Ülkemizle bağı olan Rumların; Ülkemize ve insanımıza olan gönül köprüsünün devam ettiğini gördük ve son derece mutlu olduk. 
Drama Köprüsü

KAVALA

Kaldığımız pansiyondan Kavala'nın günbatımı manzarası

Drama Köprüsü’nü bulmuş olmanın verdiği iç huzuru ile Kavala’ya, kalacağımız pansiyona döndük. Pansiyonumuzun bahçesi rengarenk çiçeklerle bezenmişti ve Kavala sahilini kuş bakışı görüyordu. Akşam gün batımı manzarası çok güzeldi. Pansiyon sahibinin 25 yaşlarındaki oğlu ilgilendi bizle. Buzdolabında ve mutfakta kahve, reçel gibi yiyeceklerin kendi ikramları olduğunu söyledi. Birkaç defa Türkiye’de, Ayvalık ve Edremit taraflarında bulunmuş, tatile gelmiş. Sıcak bir sohbet oldu. Pansiyon ücreti olarak, üç kişi için 40 Euro ödedik.

Kavala, 1387-1912 yılları arasında Osmanlı Devleti hâkimiyetinde kalmış ve zamanla Balkanların en önemli merkezlerinden birisi olmuş. Sahilde, hilâl şeklinde, turistik bir merkez olarak konumlanmış 60 bin nüfuslu bir şehir.

Gezilecek yerler olarak, şehrin merkezinde yer alan ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılan görkemli “su kemeri”, dikkati çekiyor. Şehrin doğu girişi, halen bu su kemerinin altından geçiyor. 60 kemerden oluşan bu ihtişamlı yapı, 52 metre yüksekliğinde.

Bunun dışında; İbrahim Paşa Camii( Aya Nikola Kilisesi ), Kavala Kalesi, Lazarists Manastırı, Wix Konağı, Liman ve Müzeler de gezilebilir. Biz, gün içerisindeki rotamızı dikkate alarak, sabahleyin pansiyondan ayrılıp, 1 saat kadar şehri gezdikten sonra Selanik’e doğru yolumuza devam ettik.

Eklisaki( Ekklisakia ) veya Yol Sunağı ve Türbesi

yol sunağı
Yol Sunağı veya türbelerine Yunanistan'da Eklisaki deniyormuş

Kavala yakınlarında, yol kenarında, yeşillikler arasında minyatür bir kilise dikkatimizi çekince burada biraz mola verdik. 2-2,5 metre yüksekliğinde, yarım metre genişliğinde, beyaz badanalı, kırmızı kiremitli iki katlı bu kilisenin 1. Katında çiçekler, 2. Katında ise ikonalar vardı.  

Daha sonra Yunanistan’ın diğer bölgelerinde ve kimi Balkan ülkelerinde rastladığımız bu minyatür kiliselere Yunanistan’da Eklisaki deniyormuş. İçinde, mumlar, haçlar, çiçekler, dini tablolar, dilek kâğıtlarının olabildiği bu kiliseler; bazen çok basit, bazen de bir sanat eseri titizliğinde yapılabiliyor. 

Eklisaki’ler, trafik kazası gibi beklenmedik ölümlerde, olayın gerçekleştiği yerde; ölüm dışında, doğal güzelliklerin bulunduğu sahillerde ve ormanlarda; dua etmek, anmak, tefekkür etmek, ölümü hatırlamak, şükretmek için yapılıyor. 

Amphipolis Aslanı( Lion of Amphipolis )

Amphipolis Aslanı, Kavala - Selanik yolunun 62. kilometresinde bulunuyor

Kavala – Selanik yolunun 62. Kilometresinde devasa bir aslan heykeli çıktı karşımıza. Anıt alanındaki açıklama panosundan, heykelin Amphipolis Aslanı olduğunu öğreniyoruz. Anıt, M.Ö. IV. Yüzyılda, Büyük İskender’in önemli generali Mytilene Laomedon onuruna yapılmış. Heykelin bulunuşu, 1912-1913 Balkan Savaşı yıllarına kadar gidiyor. Aslan’ın yüksekliği 5.30 metre. Üzerine oturtulduğu kaide de bir o kadar yüksek. Arkeolojik araştırmalara göre, heykelin ilk kaidesi 13,5 metre yüksekliğindeki sütunlar üzerine oturtulmuş. Amphipolis Aslanı’nın bulunduğu Kasta Tümülüsü’nde, 2012 yılında açığa çıkartılan buluntular( heykeller ve anıt mezar ), dönem tarihinin aydınlatılması açısından büyük bir yankı uyandırmış. 200 metre çapında ve 33 metre yüksekliğinde olduğu düşünülen anıt mezarda, Büyük İskender’in yakınlarının gömülü olduğu tahmin ediliyor. 

SELANİK

Selanik, 2001 yılı sayımına göre, 789.191 kişilik nüfusuyla, Yunanistan’ın ikinci büyük şehri. Makedonya Kralı Kassandros, M.Ö. 315 yılında kurduğu bu şehre, karısı( Büyük İskender’in kız kardeşi)Thessalonike’nin adını vermiş.

Osmanlılar tarafından ilk olarak 1387 yılında Çandarlı Hayreddin Paşa tarafından alınan şehir, el değiştirdikten sonra 1430 yılında II. Murat tarafından tekrar ele geçirilmiş. 1492 yılında İspanya’dan kovulan Yahudilerin bir bölümü Selanik sur içine yerleştirildikten sonra, burada dokuma sanayii gelişmiş. Yahudilerin de yerleşmesiyle, şehir, Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman toplumların birlikte ve uyum içinde yaşadığı önemli bir kültür ve ekonomi merkezi haline gelmiş.

Selanik, 17. Yüzyılda İzmirli bir Yahudi olan Sabetay Sevi’nin Sabetaycılık hareketiyle de kendinden söz ettirir. Sabetay Sevi, 1666’da çıkarıldığı mahkemede ceza almamak için kerhen Müslüman olmuş. Selanikli birçok Yahudi de onu izlemiş ve dış görünüşte Müslüman gerçekte Musevi olan bir cemaate dönüşmüşler. 

1850 yılında Yahudilere ait kız lisesi yanında, Türklere ait Sanat Okulu, Selanik Askeri Rüştiyesi, ve 1879’da Selanik Askeri İdadisi gibi okullar açılmış. 1863’de atlı tramvay işletilmeye başlanmış. Selanik, Osmanlı Devletinin son dönemine damgasını vuran İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli bir merkezi olmuş.  

Balkan Savaşı’ndan sonra 1912 yılında Yunanistan’a bırakılan Şehir, kısa zamanda camilerin minarelerinin yıkılması, cami ve sinagogların kiliseye çevrilmesi sonucunda geçmişiyle bağını koparmış ve bir Avrupa şehri haline getirilmiş. Buna ilaveten, II. Dünya Savaşı’nda, elli bin Sefarad Yahudisi, Alman işgalciler beraberinde toplama kamplarına götürülmüş. Böylece, şehirdeki Osmanlı döneminden kalan son köklü cemaat de yok edilmiş.
Selanik, 1997 yılında Avrupa Kültür başkenti seçilmiş. 

SELANİK ATATÜRK EVİ

Yunanistan’daki en önemli ziyaret noktalarımızdan birisi de, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’teki evi, “Selanik Atatürk Evi ve Müzesi” idi.
Google – Haritalar navigasyon( yol bulucu ) uygulaması ile sorunsuz olarak, Atatürk Müze Evi’ni bulduk.

Selanik Atatürk Evi

Selanik arşiv belgelerine göre, Atatürk Evi, 1870 yılından önce inşa edilmiş. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi; 1878 yılında Zübeyde Hanım ile evlenince, Koca Kasım Paşa mahallesindeki bu evi kiralar ve eve taşınırlar. Atatürk, 1881 yılında bu evin ikinci katında sol tarafa düşen ocaklı odada doğar.

Ali Rıza Efendi’nin 1888’de vefatından sonra Zübeyde Hanım, oğlu Mustafa, kızları Naciye ve Makbule ile bu evin yanındaki daha küçük bir eve taşınırlar. 1893’de Selanik Askeri Rüştiyesi, 1896 Manastır Askeri İdadisi, 1899 İstanbul’daki Harp Okulu tatillerinde; Atatürk hep Selanik’e gelir, annesi ve kardeşleriyle bu küçük evde kalır. Balkan Savaşı’ndan sonra Selanik’ten ayrılan Atatürk’ün, bundan sonraki hayatı artık mücadelelerle doludur. Annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşleri ise İstanbul-Beşiktaş, Akaretler’de bir evde yaşarlar, Milli Mücadele yıllarında da Ankara’ya gelirler.

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım


Balkan Harbi’nden sonra Selanik, dolayısıyla Atatürk’ün doğduğu ev, Yunanlıların eline geçer. Cumhuriyetin 10. Yıldönümü olan 29 Ekim 1933’de Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Konferansı anısına, Atatürk’ün burada doğduğunu belirten üç dilde( Türkçe – Elence –Fransızca ) yazılmış mermer bir plakayı, evin kapısı üzerine törenle yerleştirir.

Atatürk'ün doğduğu oda 

Selanik Belediyesi, daha sonra evin, Yunanlı sahibinden satın alınarak Atatürk’e hediye edilmesini kararlaştırır ve ev boşaltılarak anahtarları Selanik Konsolosluğumuza teslim edilir. Ev, 10 Kasım 1953 günü törenle ziyarete açılır.
Atatürk


Atatürk Evi, Selanik başkonsolosluğumuzun da bulunduğu, etrafı parmaklıklarla çevrili bir bahçenin, ana caddeye bakan köşesi üzerinde yer alıyor. Eski Türk evleri tipinde ve zemini ile birlikte üç katlı. Zemin kat üzerindeki birinci ve ikinci katlar, dikdörtgen şeklinde kafesli pencerelerden ışık alıyorlar.

Zemin Kat: Girişte, sağda mutfak ve kiler; solda, hizmetçi odası ve birinci kata çıkan merdivenli sofa var.

Birinci Kat:  Buraya, bahçedeki taş merdivenle girildiği gibi, zemin kattaki merdivenli sofadan da girilmektedir. Girişte, ahşap tavanlı geniş, sedirli sofa; sofanın sağında, misafir odası ve küçük bir sandık odası bulunuyor. Sofanın solunda ise, mutfak ve yatak odası yer alıyor.  

İkinci Kat: Birinci katta bulunan sandık odası bitişiğindeki merdivenli sofadan, ikinci kata çıkılıyor. Girişte sağdaki oda, çalışma odası olarak düzenlenmiş. Atatürk’ün doğduğu bu odada, ayrıca duvara asılmış panolarda, Atatürk’ün hayatından kesitler sunan yazı ve fotoğraflar bulunuyor. Diğer oda olan yatak odasında, Atatürk’ün kullandığı elbiseler ve şahsi eşyaları sergileniyor. Bunun yanında, Atatürk’ün hayatına ait fotoğraflar, okul dönemlerine ait belgeler de var.

Atatürk’ün doğduğu, çocukluğunu yaşadığı bu evi dolaşırken, çok duygulandık, tarih gözlerimizin önünde canlandı, o günleri biz de yaşar gibi olduk.
Yoğun trafik ve etraftaki kafeler nedeniyle, evin dışarıdan, istediğimiz gibi bir fotoğrafını çekmek biraz zor oldu. Ama gerek ev içerisinde, gerekse avluda ve 1. Kat merdivenlerinde, güzel pozlar almak mümkün. Evin dışında, giriş kapısının hemen karşısında, Atatürk Evi ile ilgili hediyelik eşyalar satan dükkânlar vardı. Birkaç parça eşya aldıktan sonra, Selanik’i gezmek üzere buradan ayrıldık.

HAGİOS DEMETRİOS( AYA DİMİTRİ ) KİLİSESİ

Aya Dimitri Kilisesi ve avlusu

Selanik’i gezen bir Türk olarak en önemli ziyaretimizi, “Atatürk Evi” ziyaretini gerçekleştirmiştik. Artık görevimizi yapmış olmanın huzur ve ferahlığı ile Selanik’i gezmeye devam edebilirdik. Ancak, sadece 1-2 saatlik bir zamanımız vardı. Zira buradan,  yaklaşık üç saatte alabileceğimiz 240 km mesafedeki Üsküp( Makedonya )’e gidecektik ve planımızın aksamaması için saat 18’de orada olmamız gerekiyordu. Bu şartlar altında, Selanik Başkonsolosluğumuz önündeki Agiou Dimitriou Caddesi üzerinde yürümeye devam ettik.

Avluda Folklor Gösterisi

Avludaki folklor gösterisi


Birkaç yüz metre gitmiştik ki, ileride yolun sağında, bir kilisenin genişçe avlusunda toplanmış bir kalabalık gördük. Kulağımıza müzik sesleri de geliyordu. Biraz daha merakla yürüyüp, 5-6 basamakla çıkılan, çevreye hâkim, kilisenin büyük avlusuna geldik.
6-7 kişiden oluşan bando orkestrası, yerel müzikle, kendi oyun havalarını çalıyor,  geleneksel kıyafetlerini giymiş 13 kişilik kadın grubu dış halka, 10 kişilik erkek grubu ise iç halka, oluşturacak şekilde el ele tutuşmuş, müziğin ritmine göre daire şeklinde dönüyorlar, oynuyorlardı. 




İşte bu gördüğümüz tablo, tam da arayıp bulamayacağımız türden bir şeydi. Ayağımızın dibine kadar gelen bu şansla, bir kilisenin avlusunda Yunan folklorundan bir gösteriyi izleme fırsatımız olmuştu. Daha sonra, avludan, kilisenin içine geçince öğrendik ki; avludaki folklor gösterisi, kilisede düzenlenmekte olan “vaftiz töreninin” bir parçası, “vaftiz töreni” şerefine yapılan bir etkinlikmiş. Tabii, farklı dinden birisi olarak, böyle bir törene tanık olmak da büyük bir şanstı bizim için.


Kilisenin avlusundaki folklor gösterisi; yoldan geçen meraklılarıyla, turistleriyle, vaftiz töreninin davetlileriyle oluşan kalabalık tarafından büyük bir ilgiyle izleniyordu. Biz de aynı ilgi ve heyecanla gösteriyi izlemeye koyulduk.



Folklor ekibindeki erkek oyuncuların kıyafetleri; pileli etekleri, ponponlu çarıkları ve püsküllü çoraplarıyla,  Efsun askerlerinin( Yunan seçilmiş askeri birliği ) kıyafetlerini andırıyor ve bu halleriyle hayli dikkat çekiyordu. Seyrettiğimiz birkaç oyundan/danstan birisi, bizim “zeybeğimize” çok benziyordu. 400 yıl bir arada yaşadığımız için, oyunlarımızın da birbirine benzemesi doğal diye düşündüm önce. Fakat sonradan yaptığım araştırmada; “zeybek dansımızın” yüzyıl kadar önce “zeibekiko”( zeybek dansı ) adıyla, İzmir’den Atina’ya gittiğini ve zamanla Yunanistan folklorunun önemli bir parçası haline geldiğini, öğrenmiş oldum.

Kilisede Vaftiz Töreni

Avludaki folklor gösterisini bırakıp, biraz da kilisenin içini dolaşalım diye, kapıdan içeri girdiğimizde, bir vaftiz töreni ortamında bulduk kendimizi. Tören halka açık olduğu için, rahatça izleyebildik.

Kilisedeki vaftiz töreninden

Papaz, kucağında vaftiz edilecek bebek ile birlikte, 1 metre kadar yüksekliğinde, ayaklı bir kupa görünümlü, bakır bir leğenin başındaydı. Leğenin etrafında, bebeğin annesi ve babası, vaftiz annesi ve babası ve yakınları vardı. Papaz; bebeği, leğendeki suya daldırıp çıkardı ve havluya sararak, üzerindeki harmani veya ihrama benzeyen giysisiyle hemen yanında bulunan vaftiz babasına verdi. Bunlar olurken, bir yandan da, hemen yanlarında bulunan bir din adamı, kurulmuş olan ayaklı bir mikrofondan dualar okuyordu. Daha sonra, vaftiz edilen bebek, kilisenin bir bölümünde bebek için hazırlanan yatağa götürüldü. Burada anne ve babası tarafından sevgi ve şefkatle giydirildi, kendisine bakıldı.

Avluda Kasap Havası mı?

Kilisenin avlusunda "Kasap Havası"


Artık vaftiz töreni bitmiş, davetliler yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Biz kilisenin kapısından çıkıp gidiyorduk ki, bir kısım davetliler için henüz eğlence ve coşkunun bitmemiş olduğunu gördük. Avluda davetlilerden iki kadın ve bir erkek ile efsun kıyafetli bir folklorcu, hızlı bir müzik eşliğinde, fırtına gibi bizim “kasap havasını” andıran bir oyun oynuyorlardı.
Yaptığım araştırmada, bu oyunun Yunanistan’daki isminin, “Hasapiko”, yani “Kasap Havası/Oyunu” olduğu, Osmanlı Devleti döneminde, Arnavutluk’tan İstanbul’a gelen Rum kasaplar tarafından oynandığı, bilgilerine rastladım. Yavaş tempolu oyunun, hızlı tempolu olan “Hasaposerviko” ile birleştirilerek “Sirtaki” nin ortaya çıkarıldığı da, yine edindiğim bilgiler arasındaydı.   

Aya Dimitri Kilisesi’nin Tarihçesi

Selanikli Aziz Dimitri’ye adanmış kilisenin yapımı M.S. 412-413 yıllarına kadar gidiyor. Kilise, 1430 yılında Selanik’in Osmanlı Devleti yönetimine geçmesinden sonra, II. Bayezid zamanında Cezeri Kasım Paşa tarafından camiye çevrilmiş. 1491 – 1912 yılları arasında Kasımiye Camisi olarak kullanılmış. Cami olarak kullanıldığı dönemde de, mihrabın altındaki mukaddes suyun Hristiyanlar tarafından ziyaretine izin verilmiş.

1912’de Selanik’in, Yunanistan topraklarına katılmasından sonra yeniden kiliseye çevrilen yapı, 1917’de yangında harap olmuş, daha sonra yeniden inşa edilerek 1949’da hizmete girmiş.

Kilisenin bodrum katı müze olarak düzenlenmiş. 5. Yüzyılda aynı yerde inşa edilmiş kilisenin kalıntıları, kilisenin geçmişine ilişkin belgeler, cami olduğu dönemdeki kitabesi, geçirdiği restorasyona ilişkin belgeler bu müzede sergileniyor.

Aya Dimitri Kilisesi’nden sonra yönümüzü, Makedonya’ya, 240 km. mesafedeki Üsküp’e çevirdik.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder