21 Mayıs 2018 Pazartesi

9 - BULGARİSTAN




                                  BULGARİSTAN


Bulgaristan’ın tarih sahnesine çıkması, 681 -1018 tarihleri arasındaki Birinci Bulgar Devleti ile olmuş. 1185 yılında kurulan İkinci Bulgar Devleti’nin, 1396 yılında Osmanlı Devleti hâkimiyeti altına girmesi ile 1878 yılına kadar sürecek olan yeni bir dönem başlamış. 1878 yılında Özerklik elde eden Bulgaristan, 1908 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı bağımsızlığını kazanmış. 1990 yılında sosyalist rejimin yıkılmasından sonra, demokrasi ve piyasa ekonomisine geçen Bulgaristan, 1 Ocak 2007 tarihinde Avrupa Birliği’ne katıldı.

Yüzölçümü: 110.994 km2; Nüfusu: 7.364.570( 2011 sayımı ); Başkenti: Sofya; Resmi Dili: Bulgarca; Para Birimi: Lev; Önemli Şehirleri: Sofya, Varna, Burgaz, Filibe, Burgaz, Pazarcık, Plevne, Haskova, Şumnu, Kırcaali; Etnik Yapı: Bulgar % 84,4; Türk % 9,4; Roman % 4,6

Bulgaristan Sınırında Kaçakçı Muamelesi

Bulgaristan sınırına geliyorum. Bulgaristan, Balkan gezimin son ve dokuzuncu ülkesi olacak. Pasaport kontrolü yapan Bulgar gümrük memuru saygılıydı. Ama arabanın yanına başka bir polis memuru gelince, durum biraz değişmeye başladı. Kontrolü yapan polis, asık suratıyla bir – iki soru sordu. Sonra, daha detaylı bir kontrol için, yarım metre yüksekliğindeki, demir çubuk ızgaralı masayı göstererek, tüm bagajı oraya taşımamı, istedi.

Ben bavulu taşıdım. Diğer eşyalar bagajda dağınıktı. Adamın bana kaçakçı muamelesi yapması ağırıma gitmişti. Benim arkamda, bekleyen 4-5 araba daha vardı. Adam elindeki küçük çekiçle, tampona ve arabanın bazı yerlerine vurarak, hesapta, gizli bölmelere bir şeyler saklayıp saklamadığımı anlamaya çalışıyordu. Tabii arkada bekleyen arabalar, merakla bizi izliyorlardı. Araba bir tarafta, bavulum dışarıda bir tarafta ve arabanın en olmadık yerlerinde kaçak bir şeyler varmışçasına arama yapan bir polis… Ve bütün bunları seyretmek zorunda kalan ben…

20 günlük Balkan gezimde 9 ülkeye girip çıkmıştım. Bazılarına iki defa( Bosna-Hırvatistan-Makedonya ) giriş çıkış yapmıştım. Hiçbirisinde böyle bir davranışa muhatap olmamıştım.
                                                                      
                                                                  ***

Gümrükten sonra bir yerde daha pasaport sordular. Daha önce bana anlatılanların doğruluğuna artık kanaat getirmiştim. Yolda çeviren Bulgar polisi çeşitli bahanelerle ceza yazabiliyor, demişlerdi. Ben de son yaşadıklarımla bunu mümkün görmeye başladığım için, tabelalarda ne yazıyorsa, o süratle gittim. Sofya yakınlarına kadar hız limiti hiç 60 km.’yi geçmedi. Ben de bu limite harfiyen uydum. Tek tük arabanın olduğu, şehir dışındaki böyle bir yolda, bu hızla gitmek, büyük bir ızdıraptı. Ama yapacak bir şey yoktu. Diğer arabalar da benim gibiydi.

Nefesimi Tutup Arabamı Yağmur Gölüne Sürdüm

Sofya’ya 60-70 km. kala yağmur yağmaya başladı. 30 km sonrasında, sokaklar sanki dere gibi akıyordu. Gittiğim yola, cadde demeye bin şahit isterdi. Bir yere geldiğimde, artık durmak zorunda kaldım. Çünkü yol göl gibi olmuş, arabanın bir tanesi bu yağmur gölünden geçemeyeceğini düşündüğü için flaşörleri yakmış, geçmeden bekliyordu. O beklerken başka bir araba suya girdi. Suları yara yara 40 santim yüksekliğindeki sokak gölünden gitmeye başladı. Arkasından ben ve benim gibi 4-5 araç daha onu takip etmeye başladık. Benim için heyecan verici, gergin dakikalardı. Araba suda kalabilir, bozulabilir, ben de,  bir an evvel ayrılmak istediğim buralarda, fazladan birkaç gün zaman harcamak zorunda kalabilirdim. Dokuz ülke geçmişim, 5000 km yol yapmışım, hiçbir sorun yaşamamışım, gel de şansına yanma! Böyle heyecanlı saniyeler sonrasında, sokak gölünü arabamla geçtim ve rahat bir nefes aldım. Ama Sofya’ya gidene kadar her yer böyleydi, yollar dere gibiydi. Yol boyunca, 2-3 tane bozulan araç gördüm.

Geçtiğim yerler itibariyle Sofya’nın alt yapısı pekiyi değildi. Ana arter dediğimiz kilometrelerce cadde, hâlâ Arnavut kaldırım taşlarıyla devam ediyordu.

SOFYA


Sofya
Sofya, Bulgaristan’ın başkenti ve 1,3 milyon nüfusuyla en büyük şehri. Roma İmparatorluğu’nun 8. Yüzyılda fethettiği şehirde, burada yaşayan Serdi adında bir Trak kabilesinden dolayı, Romalılar buraya Serdililerin şehri anlamında Serdika demişler. 9. Yüzyılda,  I. Bulgar Devleti zamanında, şehir Slavlaşmış ve Sredets adını almış. 1385 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilen Sofya, 1393’de Sofya Sancak’ı, 1443 yılından sonra da Rumeli Beylerbeyliği’nin başkenti olmuş.


Sofya Üniversitesi
1878 yılında Bulgaristan’ın özerklik kazanmasından sonra, Sofya, 1879 yılında yeni devletin başkenti ilan edildi. O dönemde zaten gelişmiş bir şehir olan Sofya, Bulgaristan’ın başkenti ilan edildikten sonra altyapısıyla, sanat eserleriyle, tarihi eserleriyle daha da gelişip günümüzdeki şehri oluşturdu. 


Sofya Üniversitesini yaptıran hayırsever Hristo Georgiev(1824-1872 )
                                                                  ***
Saat 17 sıralarında, kalacağım hostele geldim. Önünde dar ve uzunca bir bahçesi ve 1-2 arabalık park yeri olan, ağaçlar arasında iki katlı bir yerdi. Demir parmaklıklı bahçe kapısının ziline cevap alamayınca, kapının önünden geçmekte olan bir kadına sordum. Kadın da, tesadüfen yanımıza gelmekte olan genç bir kadını gösterip, hostel görevlisi olduğunu, söyledi. Kadınla, hostelin bahçesinden beraberce içeri girdik. Oda= 18 Euro, Park yeri= 3 Euro idi. Arabamı parka çektim. 50 Euro’yu dışarıda bir yerlerde bozdurup, 21 Euro’yu içinden aldı.

Görevli kadından harita sordum. Duvardaki panodan, raptiyelenmiş olan haritayı çıkartıp vererek, işim bitince tekrar aynı yere raptiyelememi istedi. Ödünç olarak aldığım şehir haritasına göz attım. Ağırlıklı olarak manastır ve kiliselerin işaretlendiği bu görülecek yerler, yürüyüş mesafesindeydi. Tam çıkacakken yağmur başladı. Bir-iki saat kadar bekledim. Yağmur bir türlü durmayınca dışarı çıkmaktan vazgeçtim. Bir bakıma iyi de oldu. Çünkü kadın bana, biri odamın, diğeri de hostelin olmak üzere iki anahtar verdi ve gitti. Yalnız başına burada bir ben varım. Sanki binanın bekçisiyim. Dışarı çıksam, aklım burada kalacaktı.

                                                                 ***

Banyabaşı Camii

Sofya - Banyabaşı Camii ve yanında hamama ait kalıntılar
Sabah erken kalkıp, 06.30’da hostelden ayrıldım. Sonra da ödünç aldığım haritadan not ettiğim, Sofya’daki tek camiyi ve yanındaki anıt yapıyı gezmek için yola koyuldum. Sabah erken bir saat olduğu için caminin yakınlarında kolayca park edecek bir yer buldum.
Banyabaşı Camii, Sofya’nın merkezinde, Maria Louise Bulvarı üzerinde ve Tsum adlı alışveriş merkezinin karşısında bulunuyor. 1576 yılında, Mimar Sinan tarafından yapılmış. Molla Efendi Kadı Seyfullah adında bir hayırsever tarafından yaptırıldığı için, kimi kaynaklarda onun adıyla da anılıyor, Seyfullah Efendi Camii de deniyormuş. Evliya Çelebi, 1662 yılında gördüğü camiyi, Sofya’da minaresi en güzel cami, diye tarif etmiş. 1553 yılında Sofya’dan geçen Alman gezgin Hans Dernschwam, hamamın yanında çok güzel ve krallara lâyık bir cami olduğunu yazmış.

Cami’nin yanında, kazısı yapılmış ve sergilenmekte olan parçalar ise, hamama ait. Banyabaşı Camii, Sofya’da Osmanlılardan kalan sayılı eserlerden biri.  

Sofya Merkez Pazar Salonu/AVM ( The Central Sofia Market Hall )

Sofya Merkez Pazar Salonu( AVM ), 1911 yılında yapılmış
Sofya Merkez Pazar Salonu, Maria Louise Bulvarı üzerinde, şehir merkezinde, kapalı bir pazar/alışveriş merkezi. Halite veya Tsentralni Hali olarak da biliniyor.
1909 yılında Mimar Naum Torbov tarafından tasarlanan binanın inşaatı, 1911 yılında bitmiş. Neo - Rönesans tarzındaki binanın başlangıçta inşa edilen dört girişinden, bugün üçü kullanılıyor. Cephede, ana girişin üzerinde, Sofya arması ve üç kadranlı saati ile ünlü küçük saat kulesi bulunuyor.  
1940’ların sonuna kadar Sofya Belediyesi tarafından işletilen Pazar salonu/AVM, 1988 yılında İsrailli bir şirket tarafından satın alınıp yenilendikten sonra, 2000 yılında tekrar hizmete girmiş. 
                                                                ***
Ülkeme Dönüyorum 

Bulgaristan sınırından girerken muhatap olduğum kötü davranış ve yirmi günlük yolculuktan sonra bir an önce Ülkeme kavuşma düşüncesi birleşince, Sofya’da daha fazla kalmayıp, Edirne’ye yol alıyorum.

10-15 dakika içinde şehir dışına çıktım. Otoyola girerken, Bulgaristan hız limitlerini gösteren bir tabelada; ufak yerleşim birimi için 50 km., ana arterler 90 km. ve otoyollar için 140 km. gösteriyordu. Otoyol işareti olan yola girdim, ama bir otoyola nazaran dar ve eski bir yol olduğu için, bu yolu otoyola benzetemedim. Önce 50-60, sonra 90 ile ve daha sonra da artık normal standartta yapılmış bir otoyolda 140 ile gitmeye başladım. Sonra bu hız, 110 ile 120 arasında değişti. Kapıkuleye kadar hep otoyoldu. İşin ilginç tarafı, 200-300 km.lik bu otoyol ücretsizdi.  Bu otoyol nedeniyle Bulgaristan’ın Sofya – Kapıkule arası çok iyi geçti ve hiç durmadım.

Kapıkule-Bulgaristan sınırında sorun yoktu. Bizim sınır kapımıza geldiğimde, Halkla İlişkiler açısından, ışıklı büyük panolarda hem “Vatanına Hoş geldin” yazısı, hem de Türkçe – İngilizce – Bulgarca yazılarla gümrük işlemleri hakkında açıklayıcı bilgiler verilmesi, takdire şayandı.

Sınırı geçtikten bir saat kadar sonra, bir yol üzeri lokantasında hem ihtiyaç, hem de yemek için durdum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra Lokantaya geçtim. Meşhur Kuru Fasulye, Pilav ve Sütlaç’tan oluşan yemek için 21.50 TL ödedim. Kuru fasulye, 20 günlük yurtdışından sonra ilaç gibi geldi( Ha, Üsküp, Eski Çarşıda, Kosmos lokantasında-ismi Kosova’ymış, ama savaştan sonra olmuş Kosmos- yediğimiz harika güveçte kuru fasulyeyi de unutamam ).
                                                                ***


8 - ARNAVUTLUK




                                  ARNAVUTLUK


Arnavutluk’un Osmanlılar tarafından fethi, 1478 yılında olmuş. Osmanlılar, Arnavutluk’un bulunduğu bölgeyi alabilmek için, Arnavutların ulusal kahramanları olan Gjergj Kastrioti( İskender Bey )’e karşı yirmi beş yıl mücadele etmek zorunda kalmış. Osmanlı Devleti’nde Debre sancak Beyliğine kadar yükselen İskender Bey, 1443 yılında, İslamiyet’i reddettiğini ve hem ailesi hem de Ülkesinin intikamını almak için başkaldırdığını ilan etmiş ve bu mücadelesini ölümüne kadar( 1468 ) sürdürmüş. İskender Bey’in bu mücadelesi, yüzyıllar sonraki Arnavut Milliyetçiliğinin kıvılcımı olmuş ve 1912 yılında bağımsızlıklarını elde etmişler. 

1944 yılında, Emek Partisi lideri Enver Hoca ile başlayan sosyalist yönetimde, din karşıtı politikalar uygulandı ve 1967 yılında Arnavutluk, “Dünyanın ilk ateist devleti” ilan edildi. Din yasaklandı ve ibadethaneler yıkıldı. Komünizmin 1991 yılında çökmesinden sonra çok partili yönetime geçildi. Ülke bugün, üniter parlamenter anayasal bir cumhuriyetle yönetiliyor.
Yüzölçümü: 28.748 km2; Nüfusu: 2.893.005( 2015 sayımı ); Başkenti: Tiran; Resmi Dili: Arnavutça; Para Birimi: Lek; Önemli Şehirler: Tiran, Dıraç, Vlore, İşkodra, Elbasan, Berat, Korçe, Fier, Lushnje; Etnik Yapı( 2008 ): Arnavut % 79,9; Rumen % 9,5; Yunan % 3,2; Çingene % 2,7; Sırp %1,2 

                                                                 ***
İŞKODRA


idromeno caddesi-işkodra
İşkodra - Idromeno Caddesi

rruga evlija çelebiu-skoder
İşkodra'da Evliya Çelebi Caddesi
Arnavutluk Cumhuriyeti’nin en eski yerleşim yeri olan İşkodra, aynı zamanda Ülkenin önemli bir sanayi ve kültür merkezi. 2011 sayımına göre nüfusu 95.907.


işkodra
İşkodra'dan
Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine ilk defa 1392 yılında giren İşkodra, birçok defa el değiştirdikten sonra 1467 yılında Rumeli Beylerbeyi Mahmut Paşa tarafından fethedilmiş ve sancak haline getirilmiş. Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti sırasında İşkodra ve çevresi hızla İslamiyet’i kabul edince,  buna bağlı olarak, Bektaşilik de yayılmaya başlamış. Şehir, Balkan savaşı sırasında, Hasan Rıza Paşa komutasındaki kuvvetlerin 13 Nisan 1913’de teslim olması üzerine, Arnavutluk Devleti’ne bırakılmış. 


işkodra
İşkodra - Pazar yerinden

işkodra
İşkodra sokaklarından
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Arnavutluk’ta komünist yönetim kurulmuş. 1967 yılında, İşkodra’daki camilerin biri hariç, tümü yıkılmış. Komünist yönetimden sonra, Kurşunlu Cami tekrar ibadete açılmış. Günümüzde önemli bir sanayi merkezi olan şehirde, bakır tel ve deri fabrikaları bulunuyor.

                                                                  ***      
    İşkodra’ya Bisiklet Yakışıyor


skoder
İşkodra'ya bisiklet yakışıyor
İşkodra’ya girdiğimde ilk dikkatimi çeken, bisiklet kullananların yoğunluğuydu. Ana caddelerde, bulvarlarda, meydanlarda, hemen hemen her yerde, bisikletlileri görmek mümkündü. Caddeleri, geniş ve ferah, adeta bir cetvel gibiydi. Fazla trafik de yoktu. Hem araç kullananlar, hem de bisikletliler için rahat ve huzurlu bir ortamın bulunduğu, hissediliyordu.

Parruce Camii( Xhaimise Parruces )
xhaimise parruces-skoder
İşkodra - Parruce Camii
Pazarit Caddesi’nde devam ederken, bir yandan da çevreyi inceliyorum. Aynı caddede gitmekle beraber, caddenin adı değişiyor. Rruga Mibreti Gent ve sonra Bulevardi Zogul( Zogul Bulvarı ) oluyor. Zogul Bulvarı’ndan Parruce Meydanı( Seshi Parruce )’na geldim. Caddenin karşısında, son cemaat yeri ince beyaz sütunlarla çevrelenmiş, iki minareli, sarı renkli bir cami görünce durdum.

Parruce semtindeki bu Camiin tarihçesi 18. Yüzyıla kadar uzanıyor. 18. Yüzyılda Jukey ailesinin yaptırdığı bu küçük camiyi, Osmanlı Devleti genişletmek istemiş. Yahudi ileri gelenleri, kendilerine ait alanların inşaat sahasına gireceğini düşünerek karşı çıktığı için, daha sonra bu projeden vazgeçilmiş.

1936 yılında, eski caminin bulunduğu yere, Mimar Sadi Pashalları’nın tasarladığı, kırk metre uzunluğunda iki minaresi ve üç ayrı girişi ile iki bin kişilik büyük bir cami yapılmış. Bölgede çok sevilen ve beğenilen cami, 1967 yılında, din karşıtı politikalar uygulayan devlet tarafından yıkılmış. Aradan kırk yıl geçtikten sonra da şimdiki cami, 23 Mart 2007 tarihinde yapılarak, hizmete sokulmuş.

Demokrasi Meydanı veya Vigut’un Beş Kahramanı’nın Hikâyesi

seshi demokracia-skoder
İşkodra - Demokrasi Meydanı
Rruga Studenti Caddesi üzerinden ilerleyerek Seshi Demokracia Meydanı’na geldim. Meydanın ortasında bir havuz yapmışlar, havuzun ortasına da, yükseklikleri 3-7 metre civarında değişen 8-10 tane kadar metal boru/tüp dikmişler. Daha sonra, meydanın isminin 2014’de değiştiğini, eski isminin “Seshi 5 Herontje e Vigut( Vigut’un Beş Kahramanı Meydanı ) olduğunu ve meydanın ortasındaki boruların yerinde de beş metre yüksekliğinde, beş kahramanın dev gibi bronz heykelinin bulunduğunu öğrendim.http://michaelharrison.org.uk/2013/06/5-heroes-of-vig-shkoder/
seshi 5 herontje e vigut-skoder
İşkodra - Demokrasi Meydanı
YouTube’dan, heykelin( 5 Herontje e Vigut/Vigut’un Beş Kahramanı ) meydandan kaldırılışını, izledim.https://www.youtube.com/watch?v=RpKz6jvOtLo Görkemli, etkileyici, devasa bir şeydi. Eisenstein’ın, Potemkin Zırhlısı’ndaki karakterler gibi canlıydılar. Şaban Halil Hederi( 1928 – 2010 ), önce 1969 yılında taştan yaptığı heykeli, 1984 yılında bronzdan ve şimdiki boyutlarında yeniden yapmış. Anıt heykel, 21 Ağustos 1944’de Vig/Vigut Köyü’nde Almanlara karşı çarpışarak ölen, 18 -26 yaşlarındaki, beş partizanı canlandırıyor. Beş kahramanın mücadelesi, Arnavut Yönetmen Piro Milkani’nin 1982 yılında çektiği Besa e Kuqe( Red Faith ) filminde de hikâye edilmiş. 

Sosyalizmin çöktüğü ülkelerde, çöküşün arkasından, toplumlar, travmalar/sarsıntılar yaşadılar. Ortak değerler kayboldu. 2014’de kaldırılan, beş partizan heykeli, artık toplumun değerlerini temsil etmiyordu belki. Buna rağmen,  bu görkemli/heybetli anıt keşke kaldırılmasaymış, diyorum. Hadi kaldırdınız, yerine daha iyi bir anıt dikseydiniz bari… 

Migjeni Tiyatrosu( Teatri Migjeni )
teatri migjeni-skoder
İşkodra - Migjeni Tiyatrosu
Demokrasi Meydanında bir tur atıp, ne yöne gideceğimi kestirmeye çalışırken, çok güzel mimarisiyle Mijgeni Tiyatrosu karşıma çıkıyor.

1949 yılında kurulan Migjeni Tiyatrosu’nda, 300’den fazla oyun sahneye konmuş. Tiyatro, adını seçkin bir Arnavut şair olan Milos Gjergi Nikolla’nın takma isminden( Mijgeni ), almış. 13 Ekim 1911 – 26 Ağustos 1938 tarihleri arasında yaşayan şair ve yazar, akciğer hastalığının tedavisi için gittiği İtalya’da genç yaşında vefat etmiş.

Ebu Bekir Camii( Xhamia e Madhe ) ve Kole Idromeno Caddesi

xhamia e madhe-skoder
İşkodra - Ebubekir Camii

kole idromeno caddesi-işkodra
İşkodra - Kole Idromeno Caddesi
Demokrasi Meydanı’nı turlarken, uzaktan minarelerini gördüğüm yöne, Studenti Caddesi’nden, sağdaki Teuta Caddesi’ne dönüyorum. Doğrusu, tam isabet olmuştu. Geldiğim Teuto Caddesi’nin karşısındaki Kole Idromeno Caddesi( Rruga Kole Idromeno ); kafe ve mağazaların bulunduğu, İşkodra’nın görülecek yerlerinin bir arada olduğu, çok güzel tasarlanmış bir yaya caddesiydi. Öyle ki, uzaktan çekmeye çalıştığım Ebu Bekir Camii Kadrajına; Cami’nin iki minaresi arasında, Fransiskan Kilisesi’nin kulesi ve fotoğrafın solunda da İngiliz Saat Kulesi girmişti. 
skoder
İşkodra - Aynı kadrajda cami, kilise ve kule
Büyük Cami olarak de bilinen Ebu Bekir Camii, İşkodra’nın ana camisi. Osmanlı döneminde inşa edilen Fuşe Çela Camii’nin, ateist politikalar uygulayan Devlet tarafından, 1967 yılında yıkılmasından sonra, aynı yerde 1995 yılında yapılmış. 2008 yılında yenilenen caminin, 41,11 metre yüksekliğinde iki minaresi var. Fushe Cele ve Kole Idromeno caddeleri arasında bulunuyor.

İngiliz Saat Kulesi( Sahati i İnglizit )

ingiliz saat kulesi-işkodra
İşkodra - İngiliz Saat Kulesi
1876’da şimdiki saat kulesinin bulunduğu yerde bir ev satın alan İngiliz Lordu Paget, burada ortaçağ kalesine benzeyen bir ev inşa etmiş. Ancak asıl niyeti, Arnavutluk’ta Protestanlığı yaymak olan Lord Paget;  Katolik din adamları ve Avusturya Konsolosunun karşı çıkması üzerine, bundan vaz geçmek zorunda kalmış. Bir Anglikan kilisesinin çan kulesi olarak tasarladığı kuleye de, İngiltere’den getirttiği saati yerleştirmek suretiyle, bugünkü saat kulesini oluşturmuş. 

İşkodra Ortodoks Kilisesi( Shkodra Kisha Ortodokse )

işkodra
İşkodra Ortodoks Kilisesinin kulesi solda ve arkada
İşkodra’daki ilk Ortodoks Kilisesi; 18. Yüzyılın sonlarında, Aziz Koll kilisesinin bulunduğu eski Kasena mahallesinde inşa edilmiş. Ancak bu kilise, Arnavutluk Devletinin sürdürdüğü ateist kampanya sonucunda 10 Haziran 1967’de yok edilmiş. Seneler sonra, 2000 yılında, Aziz Koll Kilisesi’nin harabeleri üzerinde, bu Ortodoks Kilisesi inşa edilmiş.

İşkodra Meryem Ana Kilisesi


meryem ana kilisesi-işkodra
İşkodra Meryem Ana Kilisesi

İşkodra'nın girişinde, Rozafa Kalesi’nin eteklerinde inşa edilmiş bir Katolik kilisesi. 1932 yılında yapılan kilise, 1967 yılında Devlet tarafından yıkılmış, 1993 yılında aynı yere tekrar inşa edilmiş.
                                                               ***
İşkodra’dan ayrılırken, aklıma geliyor: İşkodra’yı bir insan karakterine yakıştırmamı, benzetmemi isteselerdi nasıl tarif ederdim acaba? İmparatorluk geçmişini bildiğim, bugününü de gördüğüm için “görmüş-geçirmiş, vakur, medeni ve huzurlu bir sakin güç” derdim herhalde…
                                                              ***
KÜÇÜK ANEKDOTLAR

* İşkodra’da bir yayaya geçmesi için yol verdim. Yol verdiğim adam, caddenin kenarında bekleyen bir minibüsün yanına gitti. Minibüsün yanındaki diğer adam, benim arabanın 34 plakasını görünce, coşku ile kendi şivesiyle “Merhaba Abi” diye arkamdan seslendi. Türkiye sevgisini gösteren bu hareketin karşılıksız bırakmadım. Ben de, arabadan “Merhaba” diye bağırdım, Ama trafik akıyordu, duymuş mudur, bilemiyorum.

* Arnavutluk sınırına girerken, orta yaşlı gümrük memuru, güzel bir harekette bulundu. Kontrol ettiği pasaportu bana uzatırken, Türkçe “Buyrun Ahmet”  diye hitap etti.

* İşkodra’dan, Tiran yönüne gitmek üzere ayrılıyordum ki,  Google Haritalar- yol bulucu/navigasyon ekranında, geçeceğim yolun adını görünce şaşırdım. Döneceğim sokağın ismi “Evliya Çelebi” imiş. Tabii hemen sokak tabelasının bir karesini çektim.

TİRAN

tiran-arnavutluk
Tiran'dan
Tiran, Arnavutluk’un başkenti ve en büyük şehri. 2015 sayımına göre nüfusu 800.986. Daha önce birkaç haneli bir yerleşim yeri olan Tiran, 1614 yılında Osmanlı Beyi Süleyman Bargini( Berkinzade ) tarafından kurulmuş. Tiran’a cami, hamam, han, imaret ve Pazar yeri yaptırarak köyün kasabaya dönüşmesine katkıda bulunmuş. Kasaba, daha sonra Balkanların büyük ticaret yolları üzerinde bulunmasına bağlı olarak gelişmiş.

Tiran, Arnavutluk’un en büyük endüstri ve finans merkezidir. 1920’de başkent olmasından sonra hızla büyümüş; tarım ürünleri ve makineleri, tekstil, ilaç ve birçok sanayi kolları kurulmuş.

                                                                 ***

Tiran Trafiği mi? Teşekkürler. Ben Almayayım…

İşkodra’dan Tiran’a geçtim. Tiran’a daha 10 km. vardı, ama karmaşa, curcuna, şimdiden kendini belli ediyordu. Trafik işaretleri silinmiş, zaten kimsenin aldırdığı yoktu. Sinyal vermek kesinlikle yok, ani ve hızlı hareket ederek, şerit değiştirerek sürmek normal olmuş. Bu şekilde güç bela, kalacağım Lavia Oteli buldum. Doğrusu; sessiz, sakin, düzenli İşkodra trafiğinden sonra Tiran trafiği, bir kâbus gibiydi.

Yeni Çarşı( Pazari i Ri )

pazari i ri-tiran
Tiran - Yeni Çarşı'dan

pazari i ri-tiran
Tiran - Yeni Çarşı'dan
Şehir merkezindeki otelime yerleşip, banyo yaptıktan sonra, dolaşmaya çıktım. Çıkarken otel sahibi, yüz metre ileride, güzel bir çarşı açıldığını söyleyerek, görmemi tavsiye etti. 
Biraz yürüyünce, bahsedilen çarşıya geldim. Çarşısıyla, kafeleriyle, lokantalarıyla çok güzel bir yaşam alanı yapmışlar. Çarşıyı çevreleyen, göz alıcı renklerle boyanmış, bir tanesi kilim motifli 2-3 büyük apartman dikkati çekiyordu. Meydanın bir bölümünde; meyve ve sebzelerin kaliteli bir şekilde sergilendiği, kaliteli ürünlerin olduğu, iyi tasarlanmış modern bir pazar yeri oluşturmuşlar. Biraz yürüyünce çocuk oyun alanı olarak düzenlenmiş küçük bir meydanda, çocukların cıvıl cıvıl oynadıklarını gördüm. Yine meydanın bir bölümünü çevreleyen kimi tek katlı kafe, restoran ve barlarda,  yola konulmuş masalarda eğlenen insanlar bir anlamda, Tiran’ın bir başka yüzünü gösteriyorlardı.


pazari i ri-tiran
Tiran Yeni Çarşı'da çocuklar için düzenlenen alan


yeni çarşı-tiran
Tiran - Yeni Çarşı'dan
14 Mart 2017 tarihinde açılan Yeni Pazar, 1931’de inşa edilmiş olan Eski Çarşı’nın bulunduğu yerde yapılmış. Avni Rüstem Meydanı ve Yeni Çarşı semtinin yeniden canlandırılması kapsamındaki 6,5 milyon Euroluk bu yatırımda, 308 iş yeri bulunuyormuş.

Mahmut Ağa Kokonozi Camii/Yeni Çarşı Camii( Xhamia e Mahmut Age Kokonozit )


mahmut ağa kokonozi camii-tiran
Tiran - Mahmut Ağa Kokonozi Camii, Yeni Çarşı'da bulunuyor
Mahmut Ağa Kokonozi Camii, Avni Rüstem Paşa caddesi ve Yeni Çarşı semtinde bulunuyor. 2017 yılında yenilenen Yeni Çarşı ile beraber, bu cami de yenilenmiş, çarşıya ayrı bir ruh katmış. 

Kokonozi Camii, 1750 yılında inşa edilen bir Osmanlı dönemi camisi. Komünist Enver Hoca döneminden sağlam kalan birkaç camiden birisi.  1966 yılında kapatılarak bir gıda deposuna dönüştürülmüş ve daha sonra da tütün deposu olarak kullanılmış. 18 Şubat 1991’de yeniden açılmış.

Başka Bir Tiran

Yeni Çarşı( Pazar i Ri )’dan Shenasi Dishnica Caddesi, Avni Rüstemi Meydanı, Luigj Gurakuqi  - Caddesi boyunca yürüyüp, Süleyman Paşa Meydanı’na geliyorum. Yürürken, zihnimdeki Tiran algıları da çarpışıp duruyordu…

Şehir içinde zıvanadan çıkmış bir şekilde kural dinlemeden fink atan ve hemen hemen herkesin altında olan lüks araçlar, Audiler, BMW’ler, Mercedesler; bu zenginlik belirtisiyle tezat teşkil eden kötü altyapı ve yollar; kurallardan uzak, kanıksanmış ve alışılmış berbat bir trafik… Tiran’ın bir yüzüydü.

Caddeleri ve meydanları yürüyerek geçip Süleyman Paşa Meydanı’na geldiğimde, bu olumsuz algılar yavaş yavaş değişmişti. Yol boyunca gördüğüm belli bir standardın üzerindeki kafeler, publar, lokantalar; Mayıs ayının sıcak bir akşamında, buralarda oturup sohbet eden insanların sakin, huzurlu ve mutlu halleri,  giyim-kuşam ve davranışlarındaki kalite; iyi düzenlenmiş parklar ve yaşam alanları; geniş ve düzenli caddeler… Bu gördüklerim de Tiran’dı. Ama Tiran’ın başka bir yüzüydü…

Ethem Bey Camii( Xhamia e Et’hem Beut )


ethem bey camii-tiran
Tiran - Ethem Bey Camii
Süleyman Paşa Meydanı’ndan sonra devam edip, Ludovik Shilaku Caddesi’ne geldiğimde, artık hava iyice kararmış, şehir ışıkları da yanmıştı. Uzaktan, çok iyi ışıklandırılmış bir cami ve kule görüp, o yöne doğru yürüdüm.

Ethem Bey Camii, 1793 yılında Molla Bey tarafından inşa ettirilmiş. 1822 yılında oğlu ( aynı zamanda bir divan şairi olan )Hacı Ethem Bey tarafından, revaklar ilave edilerek cami tamamlanmış. Ethem Bey Camii’nin en ilgi çekici tarafı, iç ve dış yüzeylerindeki kalem işi renkli nakışları.

Enver Hoca dönemindeki ateist uygulamalardan dolayı 1966 yılında kapatılan cami, Ülkenin diğer yerlerindeki camiler gibi tahrip edilmemiş. 1968 yılında müze olarak kullanılmaya başlanmış. 18 Ocak 1991’de komünist yönetimin izin vermemesine rağmen, on bin kişi Cami’de namaz kılmış, güvenlik güçleri de bunu engellememiş. Bu olay, Arnavutluk’ta komünizmin çöküşünün başlangıcı ve din özgürlüğünün yeniden doğuşu olmuş.

Tiran Saat Kulesi( Kulla e Sahatit )

saat kulesi-tiran
Tiran Saat Kulesi
Tiran Saat Kulesi, Ethem Bey tarafından 1822 yılında yaptırılmış. Doksan basamaklı olan Kulenin yüksekliği, otuz beş metre. 1981, 1999, 2009, 2016 yıllarında tadilat görmüş. 1948 yılında, birinci derecede kültürel anıt kapsamına alınmış.

İskender Bey Meydanı ve Heykeli

Tiran saat Kulesi ve Ethem Bey Camii’ni gördükten sonra, geldiğim yoldan dönüp otelime gidiyorum. Oysa Ethem Bey Camii’nden sonra biraz yürüsem, İskender Meydanı’na gelecek ve İskender Bey Heykeli’ni görme şansım olacakmış. Herhalde, ışıklandırma yapılmadığı için fark edemedim, diye düşündüm.

                                                                 ***

Sabah hemen yola çıkıp, Tiran’dan ayrılıyorum. Tiran’da, yoğun saatlerde ve merkezde, trafik ışıklarına ilaveten, trafik polisleri de, trafiği düzenliyorlardı. Trafik ışıkları ile birlikte, trafik polisinin olup olmadığına da dikkat etmek gerekiyor.

Kendimi şehir dışı trafiğine atmam belki fazla sürmedi. 20 dakika falan. Ama her şeye rağmen, Tiran’ın trafiği bir cehennem gibiydi.

ELBASAN

Elbasan, 2015 sayımına göre 141.714 kişilik nüfusuyla, Arnavutluk’un en büyük üçüncü şehri. 1466 yılında Kruje seferinden önce Fatih Sultan Mehmet burada konaklamış. Arnavutluk bölgesinde ilk fethedilen topraklar olduğu için, o yıllardan sonra şehre, ilk ayak basan/fetheden anlamında İl-basan/Elbasan adı verilmiş. Elbasan, Komünist rejim zamanında, metal işleme fabrikalarının bulunduğu ağır sanayinin merkeziymiş. Bu nedenle, bugün Arnavutluk’un en kirli şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Elbasan, rotamdaki Struga ve ve Ohrid yolu üzerindeydi. Hazır buradan geçmişken, arabamla bir şehir turu yaparak, zaman kaybetmeden yoluma devam etmeyi planladım. 

Thanas Kilisesi

thanas kilisesi-elbasan
Elbasan - Thanas Kilisesi
Elbasan’ın ana caddesinde devam ederken, yolun solundaki bu kilise dikkatimi çekti. 1846 yılında ilk inşa edildiği zaman, kilise, küçük boyutlu ve ahşapmış.  Kala mahallesindeki Ortodoks cemaat için yapılmış. 1942 yılında yenilenerek, şimdiki kilise inşa edilmiş.

Nazire Camii( Naziresha Camii )

nazire camii-elbasan
Elbasan - Nazire Camii
Aynı caddede, kilisenin aynı sırasında ve 100 metre kadar ilerisinde bu defa bir cami gördüm. Balkanların, çok kültürlü, çok dinli yapısı buydu işte… Bir kare fotoğraf çekersiniz, o karenin içinde camisi de olur, kilisesi de olur…

Nazire Camii, bir Nazırın( Bakan ) kızı tarafından 1599 yılında yaptırılmış. 1920 yılındaki depremde, minaresinin şerefesi ve caminin kubbesi zarar gördükten sonra onarılmış. 1948 yılında, Kültürel Anıt olarak tescil edilmiş.

                                                                   ***

Elbasan cadde ve sokaklarında biraz daha dolaştıktan sonra, kayda değer bir şey göremeyip, yoluma devam ediyorum. Azize Meryem Ortodoks Kilisesi, Elbasan Saat Kulesi, Elbasan Kalesi ve Sultan Camii, şehrin diğer görülecek yerleriymiş.

ANEKDOT

Yol bulucuyu, Tiran’dayken, Struga diye ayarlamıştım. Yola çıktıktan bir süre sonra, trafik levhalarının yeterli olmaması, yolların neredeyse zaman zaman sokak aralarından geçmesi; doğru yolda olup olmadığım konusunda beni kuşkuya düşürdü. Elbasan yakınında, yoldan geçen birisine Elbasan yolunu sordum. Türkçe bilmiyordu. Yardımcı olmak için arabaya binip, bir süre benimle beraber geldi. Bu arada Türk olduğumu söyledim. O da bildiği birkaç Türkçe kelimeyi sıraladı: Merhaba, Tamam, Nasılsın, Müslim vs. Bir iki kilometre gidip yol ayrımına geldik. Kendisi de oraya gidiyordu zaten. Adı Aslanmış.

20 Mayıs 2018 Pazar

7 - KARADAĞ

                 

                                    KARADAĞ


Osmanlıların Karadağ’ı fethi, I. Murat ve I. Bayezid dönemlerinde başladı. Fatih Sultan Mehmet zamanında ise tamamı fethedildi ve özerklik statüsü verildi. Karadağlılar; 1878 Berlin Antlaşması ile bağımsızlıklarını elde edene kadar, 1711, 1712 ve 1714 yıllarında Osmanlı Devletine karşı isyan çıkardılar. 1914 -1918 yılları arasında Karadağ Krallığı’ndan sonra, Yugoslavya Cumhuriyeti’ni oluşturan altı cumhuriyetten biri oldu. Yugoslavya’nın parçalanması sonucunda önce Sırbistan – Karadağ federasyonunda yer aldı, sonra da 3 Haziran 2006 yılında bağımsızlığını kazandı.

Yüzölçümü: 13.812 km2, Nüfusu: 620.029( 2011 sayımı ), Başkent: Podgorica, Resmi Dili. Karadağca, Sırpça, Tanınan Diller: Boşnakça, Arnavutça, Hırvatça, Para Birimi: Euro, Önemli Şehirler: Podgorica, Niksic, Pljevlja, Cetinje, Herceg Novi, Budva, Ulcinj, Etnik Yapı: Karadağlı % 45; Sırp: %28,7; Boşnak % 8,6; Arnavut: %4,9; Diğer: % 12,8 

HERCEG NOVİ


herceg novi
Herceg Novi
Hırvatistan sınırını geçip Karadağ’a girdikten 5-10 km sonra Herceg Novi’ye geliyorum. Herceg Novi, Kotor Körfezi’nin etrafında inci gibi dizilmiş, şirin kasabalardan birisi. Nüfusu 2011 sayımına göre 19.536. Bunun % 33,68’ini Karadağlılar, % 49,44’ünü Sırplar, % 2,15’ini ise Hırvatlar oluşturuyor. 1382 yılında Bosna Kralı Stefan Tvrtko tarafından, bir balıkçı köyü üzerine kale olarak kurulmuş. 1482 -1687 yılları arasında Osmanlı egemenliğinde kalmış. 


herceg novi
Herceg Novi
Görülecek yerler olarak,  Herceg Novi Kalesi, Kanlı Kule, Sırp Kilisesi St. Michael Achangel, 19. yüzyılda Avusturyalılar tarafından inşa edilen saat kulesi, bulunuyor. Kaplıcaları, çamur banyoları ve şehir yakınındaki plajları ile Karadağ’ın turizm merkezlerinden birisi. Ben, fazla zamanım olmadığı için sahil şeridinde biraz dolaştıktan sonra Kotor Körfezini dolaşmaya, keşfetmeye devam ettim. 

RİSAN


karadağ risan
Risan
“Gezinin en güzel bölümü yolda olmaktır” derler. Ben kendim için bunu bir adım daha ileri götürür, “yolda olmanın en güzel kısmı da, bunu arabamla yapmaktır” derim. Kotor Körfezi gibi bir cennet manzarayla giderken, karşıma nelerin çıkacağı az çok belliydi. Bu nedenle arabamı nispeten yavaş sürüyor, bu cennet gibi koyları görünce, kimi zaman durup, fotoğraf çekmeyi ihmal etmiyordum. Bu yerleşimlerden birisi de Risan’dı.


risan
Risan
2011 sayımına göre 2.048 kişinin yaşadığı Risan, 1900 yılında yaklaşık 5.000 nüfusluymuş. Kasaba, güzel plajları ve deniziyle, önemli turizm noktalarından birisi. Görülecek yerler olarak, St. Peter ve St. Paul Kilisesi, Banja Manastırı ve Roma Mozaikleri var. 

PERAST


perast
Perast
Çevremden bazen, Balkan gezimin en beğendiğim yerlerini sorarlardı. Etrafımdaki dostlarıma da söylediğim gibi, Bosna Hersek’teki Pljeva Köyü ile bereber Kotor Körfezi yolculuğu, Balkan gezimin başköşesi, hayal gibi bir yolculuklardı. Bu hayal gibi yolculuklardan Kotor Köfezi’nin en beğendiğim noktası da Perast’tı.


perast
Perast
2011 nüfus sayımına göre 269 kişinin yaşadığı Perast, 18. Yüzyılda dört aktif tersane ve yüz gemiden oluşan filosu ile 1.643 kişilik zengin bir yerleşim birimiymiş. Venedik Cumhuriyeti’nin himayesinde olduğu 1420 – 1797 yılları arasında ve sonrasındaki Avusturya döneminde, on altı barok saray, on yedi Katolik kilisesi, iki Ortodoks kilisesi yapılmış. Orta Çağ ve Venedik’i günümüzde yaşatan bu zengin tarihi miras ve tarihi doku; denizle, tabiat güzellikleriyle kucaklaşıp, Perast’ı, değerli ve unutulmaz yapmış.

Buyoviç Konağı/Sarayı( Bujovic Palace )

perast-karadağ
Perast - Sol tarafta Buyoviç Konağı/Sarayı
Perast’ın girişinde, yolun bir tarafında tarihi mimari yapılar ve diğer tarafında da denize girenleri görmüş, arka plandaki manzarayla bunları kadrajlayıp çekmiştim. Daha sonra, fotoğraftaki bu binayı/sarayı merak etmiş ve unutamamıştım.

Saraya adı verilen Vicko Bujovic 1660 – 1709 yılları arasında yaşamış bir Venedik askeri komutanı ve Perast’ın yöneticisiymiş. Mora savaşı sırasında gösterdiği başarıyı ödüllendirmek isteyen Venedik Hükümeti, Bujovic’in lüks içinde yaşamasını sağlamak için,( 1694 yılında biten ) bu sarayı inşa ettirmiş. Güzel taş işçiliği, taş korkuluk, veranda ve balkonları ile dikkati çeken Saray, 1937 yılından beri şehir müzesi olarak kullanılıyor. Venedikli Mimar Giovanni Battista Fontana’nın eseri. 

St. George( Sveti Dordi ) ve Kayalar Bizim Leydi( Gospa od Skrpjela ) Adaları  
gospa od skrpjela-karadağ
Perast - Solda St.George, sağda Kayalar Bizim Leydi adaları
Perast’ın hemen yakınındaki bu iki adacık, Kotor Körfezi’nin o doyulmaz manzarasını, adeta masalsı bir havaya büründüyorlar. Bu adaların her ikisi de, tablo gibi manzarası olan bir şapele sahip bulunuyor. Farklı olarak, 3 bin 30 m2’lik bir alana sahip ve yapay olan “Kayalar Bizim Leydi”( Gospa od Skrpjela ) adasının, ilginç bir hikâyesi var:

gospa od skrpjela-karadağ
Perast - Kayalar Bizim Leydi adası
Perast’ta hastalığı şifa bulan Hırvat iki denizci kardeş, 22 Temmuz 1452’de, körfezin sığ bir yerindeki kayalıkta/resifte, Meryem Ana ikonasını bulurlar. Bunu bir mucize işareti olarak gören kardeşler, bu yere bir ada ve kilise inşa etmeye karar verirler. O zamandan beri, her gemi geçerken bu resife/kayalığa taş atar. Seneler sonra yavaş yavaş adacık ortaya çıkmaya başlar. Sonunda,  Kilise( Kayalar Meryem Ana Roma Katolik Kilisesi ) 1722 yılında inşa edilir.

Smekja Sarayı

perast-karadağ-semekja sarayı
Perast - Smekja Sarayı
Perast’taki sarayların en büyüğü olan Smekja Sarayı, deniz kıyısında yer alıyor ve iki ayrı yapıdan oluşuyor. Üç katlı yapı, Korcula adasından getirilen taşlarla yapılmış. Perast’ın ileri gelenlerinden Kont Petar Smekja tarafından 1764 yılında inşa ettirilmiş.

Aziz Nikolaos Kilisesi


perast-karadağ
Perast - Aziz Nikolaos Kilisesi
Kilise, 1616 yılında inşa edilmiş. Kilisenin yanında, 1691 yılında, İvan Skarpa tarafından Romanesk ve Rönesans tarzlarında görkemli bir çan kulesi yapılmış. 1713 yılında Başpiskopos Matija Zmajevic tarafından büyük bir çan hediye edilen kuleye, 1797’de iki küçük çan daha eklenmiş. Kilisede, Perast’ın ünlü ressamı Tripo Kokolia’nın( 1661-1713 ) zengin resim koleksiyonu sergileniyor.

DONJA LASTVA

Donja Lastva, Kotor Körfezi kıyısındaki, tablo gibi güzel yerleşimlerden birisi. Tivat Belediyesi’ne bağlı bir mahalle. 2011 sayımına göre 751 kişilik nüfusunun  % 41,9’unu Hırvatlar, % 30,9’unu Karadağlılar, % 16,3’ünü Sırplar oluşturuyor.

Çok güzel ve keyifli bir Kotor Körfezi yolculuğundan sonra, yer ayırttığım motele/pansiyona geliyorum. Yol bulucumun/Navigasyon’un söylediği yere aracımı çekip bahçeye doğru yöneldim. Sarışın-kumral 30’lu yaşlarında bir kadındı ev sahibi. İngilizcesi çok azdı, ama bana içten bir şekilde yardımcı olmaya çalışıyordu. Aradığım yerin burası olmadığını ve o yeri de bilmediğini söyledi. Aracımın evinin önünde kalmasına içtenlikle rıza gösterdi.


donja lastva-karadağ
Donja Lastva'dan
Verilen adreste Motel Penic’i bulamayınca sahile doğru yürüdüm. Yolun sol tarafında sivri kulesiyle küçük bir kilise, bölgeye has kırmızı kiremit çatılı taş evler, yolu süsleyen birkaç palmiye ağacı, vardı. Yolun sağında ise yürüyüş yolu ve deniz, kıyıya demirlemiş tek tük sandal ve yat, onun devamında ise bölgenin mimari dokusuna uygun yapılmış çok güzel ve lüks, taş bir otel( Carrubba Oteli ) bulunuyordu. Aradığım yeri sormak ve biraz da içerisini görmek amacıyla otele gittim. Resepsiyondaki genç iyi karşıladı, ilgilendi. Sonra Motel sahibini arayarak beni görüştürdü. Motel sahibi ile kilisenin orada buluşmak üzere anlaştık. Resepsiyondaki gence teşekkür ettim. Gerçekten hiçbir karşılık beklemeden, zamanını bana ayırıp, sorunu çözmüştü. Takdire değer bir davranıştı.


donja lastva-karadağ
Donja Lastva - Kaldığım Motel
Motel sahibi ile Kilisenin orada buluştuktan sonra motele gittik. Motel 100 metre ileride ve arabayı bıraktığım evin iki bina yanındaydı. Büyükçe bir bahçenin içerisinde, iki katlı, beyaz boyalı, güzel bir köşk görünümündeydi. Herhalde, henüz yeni hizmete girdiği için komşuların haberleri olmamıştı. Ayrıca, binanın motel olduğunu belirten hiçbir yazı ve işaret de yoktu. Her neyse… 15 Euro ödeyerek kaldığım bu yeri çok beğendim, temiz ve rahat buldum.
Hava kararmak üzereydi. Deniz kıyısı boyunca tekrar bir yürüyüş yapıp, motele döndüm.

BUDVA


karadağ-budva
Kuşbakışı Budva
Kotor Körfezi’nden sonra ilk durağım Budva oldu. 2011 sayımına göre 13.338 nüfuslu olan kasabanın % 48,19’unu Karadağlılar, % 37,71’ini Sırplar oluşturuyor. 1420-1797 yılları arasında Venedik himayesinde, sonrasında da Avusturya hâkimiyetinde kalmışlar.


karadağ-budva
Budva'dan
Budva; tarihi, denizi, kumu, güneşi, plajları, diskoları, gece hayatı ve marinası ile turizmin her türüne hitap ediyor. Budva ve çevresinde, uzunlukları 21 kilometre olan, çoğu mavi bayraklı 17 plaj bulunuyor. Budva,  bu özellikleri ile Karadağ turizminin lokomotifi olmuş. 2013 yılında, 668.931 turist Budva’yı ziyaret edip, 4.468.913 gece kalmışlar. Bu sayı da, Karadağ turizminin % 47,5’ni oluşturuyor. 

karadağ-budva
Budva - Stari Grad( eski şehir )
Arabayı bıraktığım yerin yakınında bulunan eski şehir( stari grad ) ile başladım dolaşmaya. Eski şehir, küçük bir yarımadada, yüksek kale duvarları ile korunmuş bir bölge. Yüzyıllarca Venedik himayesinde kalan bu bölgedeki ortaçağ evleri ve Venedik tarzı diğer yapılar restore edilerek, Budva’nın bu kesimi, adeta küçük bir Dubrovnik haline getirilmiş. Eski şehrin tarihi atmosferine uygun kafeler ve dükkânların da bulunduğu, tarih kokan bu dar sokaklarda yürümek, zamanda yolculuk yapmak gibiydi. Ortaçağı ve o tarihi dönemleri tekrar yaşamak gibiydi. Karadağ Devleti’nin; Dubrovnik’le benzer tarihi süreçleri yaşayan Budva’da, böyle bir restorasyon projesini hayata geçirmiş olmasını takdirle karşıladım. Sınıf atlama diye değerlendirdim. 



Karadağ Turizminin vardığı noktayı göstermek için 2017 yılı turizm istatistiklerine bakmak yeterli: 
- 80 milyon nüfuslu Ülkemize gelen turist sayısı = 32 milyon
- 620 bin nüfuslu Karadağ'a gelen turist sayısı = 1,877 milyon

Seslerin Anası Çanı

mother of voices bell
Budva - Seslerin Anası Çanı
Eski şehirden( Stari grad ) çıkarken, şehir surlarının dışında ve yanında, yarım metre yüksekliğindeki kare bir beton platform üzerinde, devasa bir kilise çanı gördüm. 4 metre boyundaki bu çan, Budva içinde ve çevresinde çekilen, 1964 yapımı “Uzun Gemiler”( The Long Ships ) filminde kullanılmış. Richard Widmark ve Sidney Poitier’in oynadığı, Jack Cardiff’in yönettiği filmin bitiminden sonra, söz konusu çan sürekli olarak burada sergilenmeye başlanmış. Filmin konusu, tamamen altından yapılmış olan ve “seslerin anası” diye nitelenen, bu devasa ve esrarengiz çanın ele geçirilmesi etrafında geçiyor. 
                                                             
                                                                  ***
Budva, Dünya çapındaki dev organizasyonlara ev sahipliği yapması ile de dikkati çekiyor. Rolling Stones grubunun 9 Temmuz 2007’de verdiği konsere, şehrin iki katı olan otuz beş bin kişi gelmiş. Madonna ise 25 Eylül 2008’de yine bu şehirde konser vermiş.
Kıyı boyunca yürüyüp, marinayı dolaştıktan sonra Budva’dan ayrılıyorum.

ÇETİNE( Cetinje )


cetinje-karadağ
Çetine - Njegoseva Caddesi
Çetine, Karadağ’ın eski kraliyet başkenti ve Cumhurbaşkanının resmi ikametgâhının bulunduğu tarihi bir şehir. 2011 sayımına göre, 13.918 kişilik nüfusunun % 91,3’ünü Karadağlılar, % 3,9’unu Sırplar oluşturuyor.
cetinje-karadağ
Çetine
Çetine’nin, Osmanlı tarihinde ayrı bir yeri bulunuyor. Osmanlı Devleti, Crnojevic hanedanlığına son vererek 1479 yılında egemenliği altına aldığı Karadağ’da, özerk bir yönetim kurdu. Karadağ toprakları o tarihlerde daha küçük bir bölgeyi,   yani şimdiki Çetine ve civarını ifade ediyor ve Zeta Bölgesi diye anılıyordu. 1516 yılından sonra, bölge, Osmanlı Devleti’nin kurduğu bir sistemle, seçimle göreve gelen Vladika adlı Ortodoks din adamları tarafından yönetilmeye başlandı. 1697’de bu sistem yerini hanedanlığa bıraktı. 18. Yüzyıldan sonra, değişik zamanlarda Venedik, Rusya ve Avusturya gibi devletlerin himayesinde Osmanlılara isyan eden Karadağlılar, Osmanlı Devletini uzun yıllar uğraştırdılar. 1878 yılında da bağımsızlıklarını elde ettiler.   
                                                     
                                                                    ***

Şans Eseri, Tarihi Merkez Dvorski Meydanı’nı Buluyorum

cetinje-karadağ
Çetine - Dvorski Meydanı
Çetine’ye giriyor ve arabamla bir tur atıyorum. 15-20 dakika dolaşmama rağmen Milli Kütüphane, Ulusal Müze ve bir anıt heykel dışında bir şey görememiştim. Şehrin tarihi merkezini bir türlü bulamıyordum. Eksik ve bilmediğim bir şey vardı… Şehrin dışına atacak diye girmediğim caddeye sürdüm sonunda arabamı. Köprünün altından geçtikten sonra, bir koruluğun( Njegosev Park ) yanındaki alana, araba ve turist otobüslerinin park ettiğini gördüm. Arabamı park edip, rehber eşliğindeki grupla birlikte yürüdükten sonra, hep beraber güzel bir meydana çıktık… Dvorski Meydanı( Dvorski Trg )’ydı burası. Kafeler, tarihi eserler, geçmişi yaşatan kimi evler, güzel binalar, hediyelik eşya satanlar, cıvıl cıvıl insanlar… Dvorski Meydanı’nındaki bu atmosfer, meydanın devamı olan Njegoseva Caddesi’nde de devam ediyordu. Neredeyse hiçbir şey göremeden ayrılmak üzereyken, Çetine’nin bu bölümünü şans eseri keşfetmiştim. 

İtalyan Büyükelçilik Binası( Karadağ Milli Kütüphanesi )

cetinje-italyan büyükelçilik binası
Çetine - İtalyan Büyükelçilik Binası( Karadağ Milli Kütüphanesi )
Mimar Corradini tarafından tasarlanan binanın inşaatı 1905 yılında başlayıp, 1910 yılında bitmiş. I. Dünya Savaşı’ndan sonra pek çok amaçla kullanılan bina, 1960 yılından sonra Milli Kütüphane olarak kullanılmaya başlanmış. 

Vlah Kilisesi

çetine-karadağ
Çetine - Vlah Kilisesi
1450 yılında inşa edilmiş olan bu Sırp Ortodoks Kilisesi, ismini İvan Crnojevic’in sığırlarını koruyan Vlahlardan( Ulahlar ) almış. Kilise birkaç kez yeniden inşa edilmiş ve son olarak bugünkü halini almış. 1897 yılında bir düzenleme yapılarak, 1858 Garovac Muharebesinde ele geçen Osmanlı tüfekleriyle,  kilisenin etrafında bir korkuluk oluşturulmuş. 

Lovcen Perisi Anıtı( Fairy of Lovcen –Lovcenska Vila )
cetinje-karadağ
Çetine - Lovcen Perisi Anıtı( Arka planda Vlah Kilisesi )
Bronz heykel, bir elinde kılıç ve öbür elinde defne çelengi tutan bir kadını tasvir ediyor. Anıt Vlaska Kilisesi’nin önünde bulunuyor.  Hikâyesi anlamlı: Birinci Dünya Savaşı’nda Ülkelerinin safında çarpışmak üzere 350 Karadağlı gurbetçi Amerika’dan yola çıkarlar. Ancak, Ülkelerine ulaşamadan gemi Arnavutluk açıklarında batar ve ölürler. Bu anıt heykel, söz konusu Karadağlıların anısına 1939 yılında dikilmiş. 

İvan Crnojevic Anıtı( Monument to İvan Crnojevic )

ivan crnojevic anıtı-cetinje
Çetine - İvan Crnojevic Anıtı
Heykel; 1465 -1490 yılları arasında 25 yıl süreyle Karadağ’ı yöneten ve aynı zamanda Çetine’nin kurucusu olan İvan Crnojevic adına, şehrin 500. Kuruluş yıldönümü anısına dikilmiş. İvan Crnojevic, hükümdarlığı döneminde, Venedik ve Osmanlılarla mücadele etmiş, 1482 yılında Sultan II. Bayezid ile anlaşarak, Osmanlı Devleti’nin himayesine girmiş. En küçük oğlu Stanko, daha sonra İslamiyet’i kabul ederek İskender adını almış ve 1514 yılında Karadağ Sancağının sancak beyi olmuş. 

Karadağ Ulusal Müzesi( Vladin Dom – Eski Hükümet Binası  )

vladin dom-cetinje
Çetine - Karadağ Ulusal Müzesi
Halen Ulusal Müze olarak kullanılan bina, İtalyan Mimar Cesare Avguto Koradini tarafından 7 Haziran 1909 – 15 Ağustos 1910 tarihleri arasında yapılmış. Neo – barok tarzda yapılan binanın cephesinde, saat ve saatin etrafında çok güzel figürler bulunuyor.

Cipur Çetine Kilisesi( Court Church on Cipur )

cipur cetinje kilisesi
Cipur Çetine Kilisesi
Kilise, Çetine’nin Cipur mevkiinde bulunan eski bir manastırın kalıntıları üzerine inşa edilmiş. Kilise 1886 yılında bitmiş. Fakat yanlış statik hesaplamalar nedeniyle ciddi hasarlar oluşunca, 1890 yılında yeniden inşa edilmiş. Bahçesinde, Kral Nikola I. Petrovic ve Kraliçe Milena’nın mezarları bulunuyor. Kilisede ise Çetine’nin kurucusu İvan Crnojevic’in mezarı var.

Njegos Müzesi-Biljarda Sarayı( Njegos Museum Biljarda )

cetinje biljarda sarayı
Çetine - Njegos Müzesi - Biljarda Sarayı
Çetine’nin tarihi merkezinde bulunan saray, 1838 yılında Prens-Piskopos Petar II Petrovic-Njegos tarafından yaptırılmış. Başlangıçta “Yeni Ev” diye anılmış. Ama daha sonra, Prensin bilardo merakı nedeniyle bir odasına bilardo masası koydurmasıyla, Sarayın adı “Biljarda” olmuş.

Rus Albay Jakov Nikolaevich Ozeretskovsky tarafından tasarlanan Saray, ortaçağdan kalma feodal bir kale görünümünde: Köşelerde dört savunma kulesi bulunan, yüksek taş duvarla çevrelenmiş dikdörtgen şeklinde iki katlı taş bir bina.  Zemin katta on bir, birinci katta ise on dört oda bulunuyor. Saray, 1867 yılına kadar kraliyet ikametgâhı olarak kullanılmış.

ÜLGÜN( ULCİNJ )
ulcinj
Ülgün( Ulcinj )
Karadağ’ın en güneydeki şehirlerinden olan Ülgün’ün, 2011 sayımına göre nüfusu 10.707. Nüfusunun çoğunluğunu Arnavutlar oluşturuyor. Arnavut %60,89; Karadağlı % 17,07; Sırp % 8,54; Boşnak % 7,30. Bu yönüyle Ülgün, Karadağ’daki Arnavut toplumunun merkezi durumunda bulunuyor.

Kuruluşu, M.Ö. 5. Yüzyıla kadar gidiyor. 1405’de Venedik Cumhuriyeti’ne, 1571’de Osmanlı İmparatorluğu’na, 1878’de ise Karadağ Prensliği’ne bağlanmış.
ülgün
Ülgün( Ulcinj )
Ülgün, bir dağın kıyıya bakan tepesindeki 2000 yıllık kalesi, kale içindeki eski şehri, denizi ve ince kumlu plajları ile turistler için bir çekim merkezi. On iki km uzunluğundaki Veliki Plazha Plajı, Karadağ kıyılarındaki en uzun plajı. Şehrin içindeki plajın ismi ise Mala Plazha( Küçük Plaj ).

Namazgjahu Camii, Kryepazarı Camii, Saat Kulesi’nin ve 200 dükkânın bulunduğu Çarşiya mahallesi, 2009 yılında yenilenerek, tarihi mirasın korunmasına katkıda bulunulmuş.
İlginç bir bilgi:  17. Yüzyılda, kendisini Yahudi Mesih ilan ederek Sabetaycılık hareketini başlatan ve 17 Eylül 1676’da ölen Sabetay Sevi, Ülgün’de, Balsic Kulesindeki bir mezara defnedilmiş.

                                                                                   ***
Kryepazarı Camii( Maja Pazarı Camii )
maja pazarı camii-ulcinj
Ülgün - Kryepazarı Camii
Ülgün’e geliyorum. Kasabanın girişi iyi idi. Bir yol ayrımına geldiğimde, karşı köşede bir cami gördüm. Karadağ’da, şimdiye kadar bir camiye rastlamamıştım. Arabamı park edip, biraz dolaştım. Cami’nin birkaç fotoğrafını çektim. Cami 1749 yılında Nureddin Bey( Nuradin beg ) tarafından yaptırılmış. 1979 yılındaki depremden hasar gören cami, yerel halkın bağışları ile on beş yıl sonra yenilenmiş.  Çarşiya mahallesinde bulunuyor.

Ülgün Saat Kulesi( Sahat Kulla )

sahat kulla-ulcinj
Ülgün Saat Kulesi
Kryepazarı Camii’nin yanındaki caddenin( Rr. Hafiz Ali Ulqinaku Caddesi ) biraz ilesinde Saat Kulesi vardı. Karadağ gezimin bu son durağında, ( giderayak ) az da olsa bir Osmanlı – Türk eseri görmüş olmak memnun etti beni. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1754 yılında inşa edilmiş.

Denizciler Camii

ulcinj denizciler camii
Ülgün(Ulcinj )- Denizciler Camii
Çarşiya Mahallesi’nden sonra arabamla sahile doğru gidiyorum. Ama trafik gittikçe zorlaşıyordu. Tarihi dokusu bulunan, aynı zamanda turizmi de yoğun olan küçük kasabalarda, merkeze yaklaştıkça sınırlamalar başlıyordu. Trafik tabelaları, beni tekrar yamaçlara doğru atıyor. ”Her işte/her şerde bir hayır vardır” sözünün doğruluğu, bir defa daha ortaya çıkıyor. Trafik tabelaları sayesinde, Ülgün şehir merkezinin bulunduğu koya hâkim, tepedeki parka gelmiştim. Buradan, kalenin ve şehrin çok güzel panoramik fotoğraflarını çekme fırsatını buldum. Çektiğim fotoğraflara değer katan unsurlardan birisi de, koyun hemen kenarında bulunan Denizciler Camii’ydi.

Cami, İşkodralı İbrahim Paşa Buşatliya tarafından, Krusi’deki savaşta yararlıkları nedeniyle Ülgün Denizcileri adına 1798 yılında yaptırılmış. Ancak, 1931 yılında zamanın devlet yönetimi tarafından cami yıkılınca, 2012 yılında, şimdiki cami yapılmış.