( Evlere hapsolduğumuz bu CoronaVirüs günlerinde, sandığı karıştırırken, karşıma Ağustos - 2013 Doğu Anadolu gezisinin bir bölümü olan Çıldır-Ardahan gezi notları ve fotoğrafları çıktı )
ÇILDIR - ARDAHAN
Sabiha Gökçen
Havaalanı yolcu salonunda Kars uçağını beklerken, içimde, eski bir dostla,
Çıldır’la, yıllar sonra tekrar buluşacak olmanın heyecan ve sevinci vardı.
***
Çıldır’a ilk
defa 1982 yılında görevli olarak gitmiş ve 2 ay kadar kalmıştım. İstanbul’daki şehir
hayatının gürültüsünden ve keşmekeşinden sonra Çıldır, bana bir cennet gibi
gelmişti.
-kasaba halkı
ve memurların sıklıkla karşılaşıp selamlaştığı ve hal hatır sorduğu kasabanın
tek caddesi,
-Çıldır gölü
gezileri ve kasaba kenarından geçen Kura nehrinin kolu Karasu Deresi,
-lojmanımın
penceresinden, duvara asılı bir tablo gibi görünen )yemyeşil bir çayır ve bu
çayırda otlayan atlar, paytak paytak dolaşan kazlar, tavuklar, koyunlar,
kuzular…
Tüm bunlar;
hâlâ bugünkü gibi capcanlı ve özlemle hatırladığım,
gözümün önünden gitmesini istemediğim güzel anılardı.
Şeytan Kalesi
gezimiz de, Çıldır’da yaşadığım unutamadığım anılarım arasında yer almıştı: 6-7
kişilik bir grupla, bir tarafı dağ, diğer tarafı Karasu Deresi’nin bir ip gibi
göründüğü uçurum olan, dar bir patikadan yaptığımız 45 dakikalık zorlu ve nefes
kesici bir yolculuktu bu. Benim gibi asfalttan başka bir yol tanımayan birisi
için bu yolculuk unutulmazdı. Zaten, o uçurumlu patika yoldaki heyecan verici
ve tehlikeli yolculuğumuz, uzun bir süre rüyalarımdan çıkmamıştı.
Keza, köpek
havlamalarından ürken kazların gece yarısı yeri göğü ayağa kaldıran
şamataları/bağırmaları her ne kadar uykularımı kaçırmış olsa da, benim Çıldır
günlerime renk katmıştı.
Çıldır’a
ikinci defa 1995 yılında gitmiştim. Kars’ta görevli olduğum sıralarda, bu
vesileyle günü birliğine Çıldır’a gitmiş, Çıldır gölü kenarındaki Doğruyol
Kasabası yakınlarında manzara fotoğrafları çekmiş, tabii ki Şeytan Kalesi’ni
ziyaret etmeyi de unutmamıştım. Yalnız bu defa, Kaleye kadar gitmemiş, belli
bir mesafeye kadar yaklaştıktan sonra fotoğraf çekip, dönmüştüm.
Uçağımız Kars’a
indikten sonra, hemen araç kiralama işini hallettim. Çıldır’a toplu ulaşımla günübirlik
gitmek mümkün değildi. Yeni Garaj denilen yerden, sabahları minibüs kalkıyor,
ama Çıldır’dan dönüş için minibüs bulunmuyordu.
Ertesi günü,
sabah erkenden yola çıkacaktım. 1995 yılında çektiğim fotoğrafları da yanımda
getirmiştim. Böylece geçen bu süre içinde doğanın olumsuz yönde, değişip
değişmediğini de görebilecektim. Doğa manzaraları ağırlıklı bu fotoğrafları
tekrar çekebilmeyi, yani 1995’den bu yana doğanın korunmuş veya bozulmamış
olmasını dileyerek o geceyi geçirdim.
Sabah 06’da,
henüz güneş fazla yükselmeden yola çıktım. Daha Kars’ın kenar mahallelerinden
geçerken, bir görüntü ve renk cümbüşü başlamıştı. Sokaklardan ana yola çıkan
sığır sürüleri, sabah güneşinin kızıllığında yavaş yavaş yürüyorlar, oluşan
hafif toz bulutunun ve kimi zaman ters ışığın da etkisiyle, çok güzel siluet
görüntüler ortaya çıkıyordu.
Kars-Çıldır
arası 92 km.idi. Kars çıkışı başlayan görüntü zenginliği, doğa ve köy
manzaralarıyla, yol boyunca devam ediyordu. Arada bir durup, kimi zaman kocaman,
demirden ince tekerlekleriyle farklı bir görünümü olan at tırmığı üzerindeki
bir köylüyü, kimi zaman da avlusunda sohbet eden insanlarıyla göl kenarındaki köy
evlerini, çekiyordum.
Çıldır gölü
kenarında bulunan Doğruyol Kasabasına( Arpaçay İlçesine bağlı ) vardığımda,
kasabanın girişindeki hâkim bir noktadan, hilâl şeklindeki koyu ve koyun
kenarında uzanan geniş yemyeşil çayırları görünce sevindim.
Nefes kesen doğa
manzarası bozulmamıştı. Atlar, kuzular, koyunlar yemyeşil çayırlarda yine sakin
sakin otluyorlar, kazlar arada bir şamata yaparak dolaşıyorlar, karabataklar ve
sakar mekeler gölün serin sularında yüzüyorlardı.
Doğruyol
Kasabasından sonra, arabamla yol boyunca ilerlediğimde, yol kenarındaki hasat
sonrası toplanan 1-1,5 metre yüksekliğindeki saman yığınları ve aracım
yaklaştıkça bu saman yığınlarından havalanan kuşlar dikkatimi çekti. Biraz
dikkat edince, bu kuşların şahin olduğunun farkına vardım.
Saman yığınlarında
avlanmak için tek başına tüneyen ve etrafı gözleyen şahinleri, bu defa, önceden
fark ederek, yanına arabamla yaklaşıp fotoğraflarını çekmeye çalıştım. 4-5 defa
bu şansı yakalamama rağmen, istediğim görüntü ve netlikte ancak 2 fotoğraf
çekebildim. Bu sonuç bile, beni mutlu etmeye yetti.
Çıldır’a
girmeden, sol tarafta, uzaklarda, hafif
eğimli bir yamaçta kurulmuş olan bir köy ( Sazlısu Köyü ) güzel bir manzara
oluşturuyordu. Daha yakınlarda, yeşil bir merada çadırlarının önünde atlarıyla
ilgilenen bir aile ve etraflarında dolaşan kaz sürüsü bu manzarayı tamamlıyordu.
Çıldır’ın
girişinde, sağ taraftan kısa bir yolla gidilen ve dere boyunca uzanan geniş
mera/çayıra doğru direksiyonumu kırdım.
Altından derenin aktığı köprünün başına geldiğimde, karşımda bir ressamın fırçasından çıkmış gibi duran müthiş bir tablo vardı: Kavisler çizerek, yemyeşil meranın içinde akıp giden ve gittikçe incelerek, sonunda ufukta gözden kaybolan bir dere( Karasu Deresi ), derenin içerisinde neşe içinde yüzen kazlar, derenin hemen kenarında sessiz sakin ve huzurlu bir şekilde otlayan birkaç at ve birkaç inek... Bu manzarayı doya doya seyrettim. Değişik açılardan fotoğraflarını çektikten sonra, istemeye istemeye buradan ayrılıp, Urartu döneminden kalan, yalçın bir kaya üzerine inşa edilmiş olan Şeytan Kalesi’ne doğru yola çıktım.
Altından derenin aktığı köprünün başına geldiğimde, karşımda bir ressamın fırçasından çıkmış gibi duran müthiş bir tablo vardı: Kavisler çizerek, yemyeşil meranın içinde akıp giden ve gittikçe incelerek, sonunda ufukta gözden kaybolan bir dere( Karasu Deresi ), derenin içerisinde neşe içinde yüzen kazlar, derenin hemen kenarında sessiz sakin ve huzurlu bir şekilde otlayan birkaç at ve birkaç inek... Bu manzarayı doya doya seyrettim. Değişik açılardan fotoğraflarını çektikten sonra, istemeye istemeye buradan ayrılıp, Urartu döneminden kalan, yalçın bir kaya üzerine inşa edilmiş olan Şeytan Kalesi’ne doğru yola çıktım.
Şeytan Kalesi’ne
gitmek için önce 2 km. mesafedeki Yıldırım Tepe Köyü’ne gitmek gerekiyordu.
Buradan da yürüyerek Şeytan Kalesi’ne gidecektim. Yıldırım Tepe-Şeytan Kalesi
arasındaki yolun 1,5km.’lik kısmı parke taşlarla döşenmişti. Bu nedenle, hem
rahatlıkla yürüyor, hem de fotoğraf çekmeye çalışıyordum.
Birden, güzel bir
rastlantı olarak, havada daireler çizen bir kızıl akbabayı gördüm. Akbaba gözden
kaybolana kadar en güzel sonucu alabilmek için defalarca fotoğrafını çektim. Parke
taşlı yoldan sonra, 500 metrelik dar patika yol başlıyordu. Ben bu yolu yürümeden, buradan Şeytan Kalesi’nin
fotoğrafını çekerek Çıldır’a geri döndüm.
Çıldır İlçe
merkezinde, 1850-1913 yılları arasında yaşamış Çıldır’lı halk ozanı Aşık
Şenlik’in heykelini görünce sevindim. Halk Ozanımız, “Can sağ iken yurt
vermeyiz düşmana” diyen “93 Koçaklaması” ile Rus işgaline kuvvetle karşı
çıkmıştı.
İlçe
Merkezinde 1-2 saat kadar dolaştıktan
sonra, gezi programımın devamı için
tekrar Kars’a doğru hareket ettim.
Ağustos ayının rahatsız etmeyen sıcağında, Çıldır gölünün görüntüleri eşliğinde arabamı sürerken, bir yandan da Çıldır gezisinin değerlendirmesini yapıyordum.
Zamanım olmadığı için Kurtkale, Aktaş Gölü ve
Akçakale’ye gidememiştim. Kars-Çıldır güzergâhı ise; doğa ve köy
manzaralarıyla, şahin gibi yırtıcı kuşları fotoğraflama fırsatlarıyla,
yolculuğun en güzel ve zevkli bölümü olmuştu. Öyle ki, sadece bunun için bile tekrar
Çıldır’a gelmeye değer diye düşünerek şevk ve heyecanla, gelecek yılın doğu
gezisini planlamaya başladım.
Ağustos ayının rahatsız etmeyen sıcağında, Çıldır gölünün görüntüleri eşliğinde arabamı sürerken, bir yandan da Çıldır gezisinin değerlendirmesini yapıyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder