23 Mayıs 2024 Perşembe

ARAZİ GÜNLÜKLERİMDEN - 2 (VALİDEBAĞ KORUSU'NUN 5'Lİ ÇETESİ)

 

03.11.2023 - Cuma-İstanbul (VALİDEBAĞ KORUSU’NUN 5’Lİ ÇETESİ)

Bugün Validebağ Korusu’na, ikinci defadır geliyorum. Üç gün önce, yani 31 Ekimdeki gelişimde çekemediğim Küçük Ağaçkakan’ı bugün bulma ümidindeyim. Sağlık Bilimleri Validebağ Araştırma Parkı binasının oradan Koruya giriş yaptım. Saat 8’di. Güneş yarım saat kadar önce doğmuş, ışıkları, arazideki çiğlerin üzerinde ışıl ışıl parlıyordu.

Yürüdüğüm patika yolun ağaçlarla kaplı sol tarafı hafif bir eğimle yükseliyordu. Sağ tarafım ise giderek alçalan düz bir kırlıktan sonra nispeten çukurda kalan ağaçlık bir araziyle devam ediyordu.

Patika yoldan ilerlerken gözüm ağaçların dallarında, Küçük Ağaçkakanı arıyordu. Kısa bir zamanda Mavi Baştankara, Büyük Baştankara, Karabaşlı Ötleğen ve Çıvgın görüp, çekmiştim.

Havanın güzelliği, daha şimdiden beni etkilemiş, tüm günümü burada, bu ortamda geçirme planımı yapmıştım.  Bu iyimser ruh hali ile dolu doluyken, ağaçkakanı bulurum ümidiyle kolaçan ettiğim ağaçlar arasından 40’lı yaşlarında bir adam göründü. Elinde 1 metre kadar uzunluğunda, ağaç dalından bir sopa vardı.  Biraz yaklaşınca selamlaştık. Önce o söze başladı:

-Kuşları mı çekiyorsunuz? Biraz ileride elma ağacı vardı. Oraya çok kuş geliyordu. Papağanları da gördüm. Buraya nasıl gelmişler?

-Küçük Ağaçkakan diye bir tür var. Onu arıyorum, görmeye çalışıyorum. Dediğiniz gibi kuşlar meyveli ağaçları sevmekle beraber, yapraklar ve bitkiler üzerindeki küçük böcekler ve bitlerle de beslenirler. Papağanlar ise zamanında kafeslerinden kaçıp doğada çoğalmışlar, şimdi de ortalık papağandan geçilmiyor. Bu tür gibi, çevreyi hemen benimseyip, hızla çoğalan ve çevrede üstünlük kuran türlere “istilacı türler”  deniyor.

Karşımdaki, söylediklerimi başıyla onayladı ve sonra konuyu değiştirerek,

-Hocam, yalnız siz bir yerden, kendinizi korumak için bir sopa bulun. Ben biraz önce köpeklerin saldırısından güç bela kurtuldum. Benim etrafımı hilal şeklinde sardılar. Allah’tan bir ağaca sırtımı verince, ne olduysa artık sonra uzaklaştılar. Belki siz de duymuşsunuzdur, hemen biraz önce herhalde yine birisini sıkıştırmış olacaklar ki, sürekli havlıyorlardı, dedi.

Bu şekilde bana yardımcı olmaya çalışan adam, büyük bir badireden, beladan kurtulmuş olmanın huzurunu yaşıyordu besbelli. Koruyu terk edip gideceği, böylece saldırı tehlikesinden kurtulacağı için belki de sevinçliydi. Tavsiyesi için teşekkür edip ayrıldım.

Adamdan ayrıldıktan 50 metre kadar sonra dört yol ağzına gelmiştim. Sola dönen yola girdim. Bu yoldan üç gün önce ilk geldiğim gün de yürümüştüm. Patika toprak yol 200-300 metre kadar hafif bir eğimle sola doğru kıvrılarak yükseliyor, çimler ve onun arkasındaki çam ağaçlarıyla kaplı geniş bir çayırlıkta, düzlükte bitiyordu. Ben bu yolun ilk metrelerinde, sağ taraftaki ağaçlık alanda biraz vakit geçirdim.

Yolda tanıştığım arkadaşın tavsiyesine uyarak, kendimi köpeklerden koruyabileceğim, kuru ağaç dallarından uygun bir sopa aramaya koyuldum. Zira üç gün önceki ilk gelişimde, ağaçların arasından aniden iki köpek havlayarak üzerime doğru fırlamış, biraz önümde birkaç saniye hırlayıp, tehditkâr bir ifadeyle dişlerini göstererek, birden gözden kaybolmuşlardı. Gördüklerim ve yaşadıklarım dehşet dolu bir film karesi gibiydi. Bana Stephen King’in romanından uyarlanan “Kujo”  adlı filmi hatırlatmıştı. Filmde, kuduza yakalanan St. Bernard cinsi bir köpeğin yaşattığı dehşet anlatılıyordu. Neyse ki köpeklerin uzaklaşmasıyla rahat bir nefes almıştım. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki, korkmaya bile fırsat bulamamıştım.

Kendimi koruyacak uygun bir sopa bulduktan sonra, tekrar yukarı doğru giden patika toprak yola girdim. Benim yola girmemle beraber, yolun aşağı kısmından birden, beş köpek havlayarak üzerime gelmeye başladılar. Böyle durumlarda panik yapmamak gerektiğini biliyordum. Belki tempomu bozmadan, sakin sakin yürürsem, birkaç kere havladıktan sonra peşimi bırakıp gidebilirlerdi. Gerçi elimde sopa vardı, ama bunu kullanmanın henüz zamanı değildi.

Patika yolun üzerinde ben, yolun birkaç metre aşağısında da köpekler, ağır ağır yürümeye devam ettim. Bir yandan da köpeklerin nasıl tepki vereceklerini izliyordum. Köpeklerin saldırgan tavırlarında hiçbir düzelme yoktu. Hepsi birden hançerelerini yırtarcasına havlıyorlar, uzaklaşmak bir yana daha da yaklaşıyorlardı. Artık beni, belleklerine “düşman” sıfatıyla kaydettikleri açıktı. Böyle yürürken etrafımı çevirseler, her şey için çok geç olabilirdi. Bu durumda daha fazla devam edemezdim. Birden durdum. Ben durunca onlar da durdu. Ardından, kaçıp gitmeleri için elimdeki sopayı sallayarak üzerlerine doğru birkaç adım yürüdüm. Doğrusu bu benim için bir kader anıydı. Acaba kaçıp, uzaklaşıp gidecekler miydi?  Maalesef böyle olmadı. Evet, üzerlerine yürüdüğümde, onlar da birkaç adım geri çekiliyorlar, ama oradan, bu defa daha saldırgan, daha vahşi, daha kindar bir tavırla, tam bir meydan okumayla, havlamaya devam ediyorlardı. Adeta “Biz buradayız, gitmiyoruz. Seninle görülecek bir hesabımız var. Dişlerimizi etlerine geçirmeden buradan ayrılmayacağız” diyorlardı.

Patika yolun bulunduğumuz noktası, kısmen açıklık bir alandı. Tesadüfe bakın ki, beşli çetenin saldırısı devam ederken, tek bir insan bile yoktu ortalarda. Oysa güzel, pırıl pırıl bir hava vardı. Tam da korulukta, parkta gezinti ve yürüyüş yapılacak bir zamandı.  

Beşli çete ile mücadelemiz böyle devam etti. Ben elimdeki sopayla üzerlerine yürüyorum, onlar geri çekilip bulundukları yerden daha bilenmiş daha hırsla dişlerini gösterip, havlıyorlar; birkaç adım geri çekilecek olsam, onlar da birkaç adım yaklaşıp, beni, yani avlarını bırakmamak konusundaki kararlılıklarını gösteriyorlardı.

Beşli çeteyle, birbirimize karşı defalarca hamle yapıyorduk, ama aramızdaki mesafe ne azalıyor, ne de çoğalıyordu. Saldırganlık ve vahşiliklerinde de herhangi bir azalma olmuyordu. Saldırının uzamasının benim açımdan tek bir sakıncası vardı: Bu köpek sürüsünün havlamalarını duyan diğer başıboş köpekler de beşli çeteye katılırlarsa, o zaman benim işim çok daha zor olabilirdi. Bu yüzden, saldırıyı sonlandırmak için başka bir yöntem denemeye karar verdim.  Patika yolun üst kenarında, yani hâkim noktasında çimenlere oturup, yolun alt kenarında yer alan beşli çeteyi, göz göze gelmemeye çalışarak, hiçbir şey yapmadan, göz ucuyla izlemeye başladım. Bu davranışımla onlara; meydan okumayı bıraktığımın, sulh olmak istediğimin mesajını vermek istiyordum. Yani, eğer istedikleri zafer kazanmaksa, buyursunlar kendilerini galip ilan edip, yürüyüp gitsinler, ama bana dokunmasınlar.

Oturduğum hâkim noktadan, bu yöntemin nasıl sonuç vereceğini merakla ve heyecanla izlerken, bir yandan da, beşli çetenin hep bir arada olmasına ve etrafımı çevirmemesine dikkat ediyordum.

Çimenlere oturmamla beraber, köpekler kısa bir süre için şaşkınlık geçirdiler, sonra tekrar havlamaya devam ettiler. Daha önce, aynı anda ve hep birden havlıyorlardı. Ama şimdi havlayan köpek sayısı azalıyor, beşten üçe ve ikiye bile düşüyordu. Ümitlenmeye başlamıştım. Belki bir süre sonra havlamayı iyice bırakacaklar, alıp başlarını gideceklerdi.

Ancak kötü olan bir şey vardı ki, beşli çetenin lideri, öndeki kaslı, iri yarı köpek; tüm saldırganlığıyla, havlamaya, meydan okumaya devam ediyordu. Saldırının böylesine uzun sürmesinin bir nedeni de çete ruhunun sağladığı özgüven ve güç sarhoşluğuydu. En önde, her an üzerime fırlamaya hazır, saldırıyı yöneten çete lideri, saldırıdan vaz geçip gitmek isteyen çete üyelerine, kararlı davranışlarıyla “Bizim mekânımızda bize meydan okuyan, bize sopa sallayan, üzerimize yürüyen düşmanımızın/avımızın kaçıp gitmesine izin vermeyelim arkadaşlar. İntikamımızı alalım, gücümüzü gösterelim. Dişlerimizi baldırlarına geçirinceye kadar saldırmaya devam edelim” der gibiydi.

Cılızlaşan saldırı, çete liderinin bu ısrarlı ve kararlı duruşu ile tekrar yoğunlaştı, çete üyeleri tekrar vahşileşti. Bu arada, solumdaki 2 köpeğin arkadan çevirmeye çalıştıklarını, fark ettim. Oturmaya devam etsem beni çembere alacaklardı. Buna engel olmak için tekrar ayağa kalkıp, beşli çeteyi bir arada tutacak şekilde üzerlerine yürüdüm. 

Artık, olayı bir rutine bağlamış,  daha önceki gibi karşılıklı hamlelerle birbirimizi korkutmaya ve birbirimize üstün gelmeye çalışıyorduk. Bu stres, bu heyecan daha ne kadar sürecekti? Beşli çeteye, havlama seslerini duyan başıboş başka köpekler de katılacak mıydı?

Patika yolun iki yanındaydık ve saldırı başladığından beri hâlâ tek bir insan bile geçmemişti. Artık, patika yola girecek bir yürüyüşçüyü veya köpeklerin dikkatini dağıtarak gitmesini sağlayacak bir insanı, son çare olarak görüyor ve bunu dört gözle bekliyordum. Sonunda rahat bir nefes aldım. Uzaktan, yolun aşağısından bir kadın silueti, bulunduğumuz yere doğru yaklaşıyordu. Köpekler havlıyordu, ama kadın da bu olaylara alışkın gibi görünüyordu. Kadın yaklaştıkça, köpeklerin havlamaları cılızlaşıyordu. Birkaç tanesi yönünü değiştirip, uzaklaşmaya başladı. Kalanlar da onların arkasından yolun aşağısına doğru yürüyüp, gözden kayboldular. Şaşkınlığımı henüz üzerimden atamadan yolun yukarısındaki düzlüğe yürüdüm, bir ağacın dibine oturdum, sırtımı gövdesine yaslayıp, rahatlamaya çalıştım. Kâbus bitmişti.

VALİDEBAĞ KORUSU’NUN 5’Lİ ÇETESİ – BÖLÜM II

Yukarı düzlükte/çayırda, sırtımı ağaca yaslamış otururken, bir yandan da, saldırının bir değerlendirmesini yapıyordum. Evet, bu azgın köpek sürüsü 5’li çetenin saldırısından herhangi bir zarar görmeden kurtulmuştum, ama kendime sormadan da edemiyordum: Neden bütün bunlar başıma geldi?

On beş -yirmi yıldır, fotoğraf çekimi veya gezme amaçlı olarak zaman zaman doğaya, araziye çıkıyordum. Arabamla yaptığım bu gezilerde, elbette başıboş köpeklere, köpek sürülerine rastlıyordum. Sürülerden uzak durmaya çalışıyordum, çünkü sürü psikolojisine giren köpekler, birden saldırganlaşabiliyorlardı. Diğer köpeklerin, dost mu saldırgan mı oldukları da, tavırlarından anlaşılabiliyordu. Kısacası, köpekler çıktığım gezilerimin bir parçasıydı, arkadaşlarımdı.  Araziye çıktığımda yanıma fazladan 1-2 ekmek alıp, sahipleri tarafından araziye bırakılan, açlığa ve vahşiliğe zorlanmış bu köpekleri beslemek; gezimin en güzel anları oluyordu.

Köpekler konusundaki şimdiye kadar oluşmuş tecrübelerimden Validebağ’ın 5’li çetesine gelirsek, maalesef geçmişteki kadar şanslı olmadığım ortadaydı.  Aniden karşıma çıkan bu saldırgan köpeklerden uzaklaşıp, arabama atlayarak kaçıp gitme şansım yoktu ve dolayısıyla bunları yaşamak zorunda kalmıştım.

Yaşadığım bu saldırıdan sonra, artık gözümde hiçbir şey yoktu. Küçük Ağaçkakanı görmekmiş, fotoğrafını çekmekmiş falan, o an için hepsi önemini kaybetmişti.  Benim kokumu almış ve belleklerine “düşman” olarak kaydetmiş bu azgın köpek sürüsünün, 5’li çetenin bulunduğu ortamda artık dolaşamazdım. En kısa zamanda buradan ayrılmalıydım.

Bir an önce Validebağ Korusu’ndan ayrılacaktım, ama küçük bir sorun vardı: Tek bir dönüş yolunu biliyordum ve o da 5’li çetenin bulunduğu bölgeden geçiyordu. Bu riski göze alarak, yukarı çayırdan/düzlükten, aşağı ve sağa doğru hilal şeklinde kıvrılarak devam eden yola girdim ve yürümeye başladım. Bir yandan da köpek havlamalarına karşı kulağım kirişteydi.  Yolu tamamlayıp, dört yol ağzına vardığımda, korktuğum başıma geldi, bir köpek sürüsünün havlamalarını duydum. Artık benim için buradaki her köpek sürüsü, benim kokumu almış, beni “düşman” bellemiş “5’li çete” sürüsü demekti. Bu nedenle hiç tereddüt etmeden, aynı köpek sürüsü ile karşılaşmamak için buradan tekrar geldiğim yere, yani benim için güvenli bölge demek olan yukarı çayıra/düzlüğe geri dönmek üzere yürüyüşe geçtim.  

Yukarı çayır yönünde patika yoldan yürüdükçe, köpek sürüsünden uzaklaştığım için seslerinin git gide azalacağını ve nihayetinde onlardan kurtulmuş olacağımı umut ediyordum. Ama hiç de beklediğim gibi olmadı. Ben yolda yürüdükçe, onların havlamaları da azalmadan devam ediyordu. Bunun anlamı açıktı: Birbirimizi görmediğimiz köpekler kokumu almışlar, patika yolun altındaki küçük ağaçlar ve çalıların arasından beni takip ediyorlardı. Nitekim yolun 100 metre kadar ilerisindeki açıklık alanda 5’li çete, tüm vahşilikleriyle karşıma çıktılar. Burası aynı zamanda daha önceki saldırılarını başlattıkları yerdi.

Köpeklerin yüzlerindeki kin, nefret, vahşet dolu korkunç ifadeleri bir yana, beni takip, yakalama ve bırakmama konusundaki inat ve ısrarları, doğrusu benim için cesaret kırıcı ve moral bozucu olmuştu. İşte yine mücadelemiz kaldığı yerden devam edecekti!

En önde; daha önce olduğu gibi, kaslı, güçlü, iri yarı liderleri saldırganlık ve vahşiliğiyle ekibine örnek oluyor, 5’li çetenin etkinliğini ve gücünü daha da arttırıyordu. Liderleri öyle bir noktaya gelmişti ki, yere sım sıkı basan ayakları ve ileriye doğru çıkan göğsüyle sanki her an üzerime fırlayacakmış hissini veriyordu.

Ben elimdeki sopayla üzerlerine yürüyüp birkaç adım geri püskürtüyordum, ama onlar da artık bu oyundan sıkılıp topyekûn saldırıya geçebilirlerdi. Bunun yanında, çeteye başka başıboş köpeklerin katılması da benim için çok kötü olabilirdi.

Bu yüzden başka bir şey denemem gerektiğini hissettim. Aşağı doğru kaçma ihtimalim yok gibiydi. Oradan gidebileceğim herhangi bir güvenli alan yoktu. Ama bir yandan çeteye hamleler yapar, diğer yandan da yukarı doğru geri geri, her defasında birkaç adım gidersem, yukarıdaki çayırlığa, yani güvenli alana ulaşabilirdim.

Yukarı çayırlığa 100 metre kadar bir mesafe vardı. Yürümem gereken bu yolun 30-40 metre kadar ilerisinde, patika yolun her iki yanındaki küçük ağaçların üst dalları yukarıda birbirleriyle iç içe girmiş, yolun bu kısmını, adeta 10-15 metre uzunluğundaki loş bir tünele dönüştürmüştü. Oluşan bu tünelin benim kaçış planımda önemli bir yerinin olacağını hissediyordum. Ama bir yandan da, köpeklerin saldırganlığı ve beni sıkıştırmaları için bir ortam oluşturur mu, diye endişe etmekten kendimi alamıyordum. Kısacası,  ilk hedefim buraya kadar gelebilmekti.

Artık iki taraf da son kozlarımızı oynuyor gibiydik. Ben elimdeki sopayı, yere ve göğsüme paralel sol elimde tutuyor, ara sıra hamle yaparak sallıyor ve birkaç adım geri çekiliyordum. Bu geri çekilmeler çok kritikti. Çünkü kaçtığımı algılayıp, üzerime saldırabilirlerdi. Bunu zaten hissedebiliyordum. Her geri çekilmemde, daha vahşi ve daha saldırgan oluyorlardı.

Bu tehlikelerle dolu atak ve karşı ataklar sürüyor, ama ben de yavaş yavaş ilk hedefim olan ağaçlıklı loş bölgeye yaklaşıyordum. Bu arada gerginliğim de artıyor, 5’li çetenin lideri, diğerlerinden biraz daha fazla öne çıkarak, aramızdaki mesafeyi gittikçe kapatıyordu. Arkama baktım, ağaçlıklı bölgeye 5-10 metre daha vardı. Çete lideri vahşiydi, kararlıydı, her an üzerime fırlayabilirdi, ama ben elimde sopa, hem sopayı kendime siper ediyor, hem de ona karşı sallıyor, ağaçlıklı loş bölgeye gittikçe yaklaşıyordum. Artık ağaçlıklı bölgenin hemen yanına geldim ki, bizim çete reisinin havlaması cılızlaştı, saldırganlığı azaldı ve beni takip etmeyi bıraktı. Tabii çetedeki diğer köpekler de ona uydular.

Ağaçların oluşturduğu loş tünele girdiğimde; 5’li çetedeki köpeklerin giderlerken, arada bir dönüp bulunduğum noktaya baktıklarını gördüm. Kuşkusuz, bu vahşi çetenin saldırılarını sonlandırmaları, benim için güzel bir son oldu.  Ama yine de; saldırıya kilitlenen, çok uzun bir süre tüm vahşilikleriyle beni ölümüne tehdit eden bu köpekler, nasıl oldu da hiçbir şey olmamış gibi dönüp gittiler, hâlâ anlayabilmiş değilim.

Yaşadığım heyecandan ve adrenalinden adeta sarhoş gibi olmuştum. Artık Validebağ Korusu’nun 5’li Çetesi ile yaşadığım bu dehşet oyununun ikinci perdesi de oynanmış ve oyun bitmişti. Kâbus sona ermişti!